Gençlikten kalma alışkanlık olsa gerek, her seçim bende farklı tedailer yaratır. Aslında çok fazla bir değişikliğin olmadığını, olamayacağını adım gibi biliyorum. Köyümüzün yaşlıları vardı, gün içinde mutlaka ajansı kaçırmaz, haberleri dinlerlerdi. Hep merak etmişimdir ne duymak istiyorlar, ne öğrenmek istiyorlar, ne bekliyorlar, diye. Vatandaş olmanın bekli de bir gereğiydi. Bizim kuşağımızda çok haber dinlerdi, pek çok ölüm, saldırı, tuzak, suikast, siyasilere kurulan kumpaslar v.s gibi haber. İhtilal oldu sayfalar dolusu uzun listelerden arananlar listesi tekrar eder dururdu. Aradan çok zaman geçti, köprü altından çok sular aktı, yine haberleri izliyoruz, hem de TV denen büyük ekranlardan, yine değişen bir şey yok, yine seçim, yine bir değişiklik olmayacak. Toplum olarak değişimi sevmiyoruz. Varsa yoksa klasisizm, yaşasın geleneksel düşünce, inanç, siyasi duygu, taraftarlık, bugünün gençleri, 40-50 yıl sonra neden diye soracaklar, aynen bizim sorduğumuz gibi, neden bu denli kapalı bir toplumuz, neden her şeyi tepeden bekleriz. Hep bir şeyleri umut eder bekler insanoğlu. Bizde bekliyoruz haftaya seçim olacak, değişimden yana mı, yoksa statükodan yana mı, oy kullanacak vatandaş.
Eskiden siyaset zordu, güvenlik güçleri, hoşgörülü olmayı başaramıyorlardı. Eğitim düzeyi çoğunu düşüktü, Sivas şark hizmeti veriyordu ve başıbozuk ne kadar sorunlu kişi varsa Sivas’a verilirdi. Onlarda, gönülsüz tayin edilmelerini asi ruhuyla, eline düşenin anasını ağlatırlardı. Çok sürmedi polis teşkilatı ikiye ayrıldı. İdeoloji orayı da bölmüştü Siyaset mekanizması daima hantal ve keseri kendine yontardı. Devlet asker-polis gücü sistemin demir yumruğu olarak muhaliflerin tepesine biner, söz dinleyen gruplara, zinde güçler hayat hakkı tanımazlardı. Şimdilerde sesleri, solukları çıkmıyor her nedense, İdeolojinin emekleme döneminde sempatizan olsun, militan olsun ayrım yapmadan gel lan, ne halt ettin, nasıl o işi, bu eylemi, şu fikri savunursun, sen kimsin ki, okul, cadde ve sokakta slogan atarsın. Gösteri, yürüyüş, bildiri, eylem, hele ki eylem ortaya koymak polisin en sevmediği türdendi, bir olay olunca adamların rahatları bozuluyordu. Geceleri, gündüz, gündüzleri gece oluyordu.
Siyasetin göz koyduğu gençlikti, ele geçirmek istediği gençlikti. Genç olmak diri olmakla eş değerdeydi. Gençliğe yatırım partiler için çok ama çok önemliydi, geleceğe yatırımdı. Öyle de oldu her iki kesimde taban tutuğu gençlerden müteşekkil etkin ve vurucu güç oluşturdular, bizlerde yardım ettik MHP oluşumu başarılı olsun, Türk gençliği, milletin geleceğine ait umut olsun dedik. Dedik, söyledik ve yaptık şehrin her sokağına her köşe bendine biz gençlerin ülkücü- devrimci grupların imzaları atıldı. Duvarlara, yazılar yazıldı, binalara afişler asıldı, sokaklarda gösteri, nümayiş yapıldı. Deyim yerinde ise 24 saat aralıksız ideolojik çalışma ve faaliyet, legal ve illegal bicimde sürdürüldü. Daha sonra mücadele- teorik, pratik söylem- eylem, çarşı, hastane, postane, kavga ve 12 Eylül asker sokağa iniyor ve gel bakalım, gelin bakalım, tek sıra hiza olun diyor.
Pek çok partili, ocaklı, başkan, militan, öğretmen, öğrenci ve taraftarlar, karakollara, Siyasi şube, istihbarat birimi, Temel tepe askeri gözaltı ve tutukevi, Sivas kapalı cezaevi, Erzincan askeri cezaevi ve Erzurum askeri –sivil cezaevi. Noktalanan siyasi hayatlar uzun süre kendilerine gelemediler. Kapanan partiler bir süre açılmadı. Milliyetçi camia başka partilerde yer arayışına yöneldi ve karşılarına çıkan partilerde siyaset yaptılar. ANAP, MDP, DYP, RP, MHP, MCP, BBP çok uzun zaman kaybına neden olunan bu tür arayışlar, kimi zaman, başarı, kimi zaman kopma, çözülme olarak sonuçlandı.
2002 AKP macerası başladı milliyetçiler acısından, ilk evvela değiştiği yönünde görüntü veren A takımı çok sürmedi, 2007 den itibaren sert yüzünü göstermeye başladı. Ülkeyi vesayetten kurtarmak adına Ergenekon, Poyraz, balyoz, gibi, meşhur operasyonlara imza attılar. Gülenin başını çektiği FETO hareketiyle birlikte. Sonra yanıldıklarını anladılar, öyle dediler kendileri, bize karanlıktır. Sıra kendilerine gelince kılıçlar kınından sıyrıldı ve savaş başladı. Bu savaş onlara göre halen devam etmektedir. Milliyetçi kanat’ın öncülü MHP’de aynı kanaate sahiptir. BBP aynı fikirde olup kopmaz bir birlikteliğin parçası oldular. FETO hareketini ülkenin başına milliyetçiler sarmadı, can ciğer kuzu sarması olan, kimler, aynı tastan yemek yedi ise onlar sorumludurlar bize neydi de, 15 yıl hasım olan partiler bir gecede dost oldular. Yardım, öncülük, sözcülük, savunmacılık, korumacılık refleksleri alarm halinde, varsa yoksa AKP ve Erdoğan kurumacılığı, yağmur yağsa şemsiye tutacak, aman ha dikkat edin, sakın ıslanmasın diye. Bu işte bir terslik var adını koymak zor. Nedenin, cevabı yok. Sevsinler böyle bir desteği ve siyaseti, devlet yönetmeyi, ala, güzel, harika, süper. Milliyetçi kişi, kurum ve mensuplarının ne önemi var, devlet için her şey feda olsun bu mu gerekçe, boş ve beyhude bir gerekçe. Siyasal tarih sanmayın ki sizleri kahraman yazacak. Tarih nankördür, yanılgılarla dolu, çoğu zaman doğruyu eğri, eğriyi doğru yazma kabiliyeti vardır. Çünkü tarihi yazan tarihe sadık kalmaz,
Değişmeyen fikirlerden, değişen tercihe doğru
Saymaya çalıştığım nedenlerden dolayı milliyetçi camia, yoruldu, bıktı ve mahcubiyet duymaya başladı. Nedir bu kitleyi maniple etmek, yalan yanlış bilgilerle yönlendirmek. Bir başka partini deyim yerinde ise payandası olmak bize zül geliyor, zor geliyor. Anlayın diyoruz. Dolayısıyla AKP iktidarından kurtulmak isteyen ülküdaşlarıma hak veriyorum. Böyle devam ederse yine hak vereceğim. Zaten işin ucunda ideolojik bir seçim ve siyaset yok kendi acımdan! AKP acısından kutsal bir “dava” var! O kutsallık onlar için anlam ifade ediyor benim için bir anlam ifade etmiyor. Bence siyasallaşan her, düşünce, her inanç, her dernek, her tarikat, organizasyon haline gelmişse asli hüviyetinden ayrılmış kopmuştur.
Dolayısıyla herkesin tercihi kendini bağlar. Ben milliyetçi düşünceleri muhafaza etmekle beraber, duruşumdan taviz vermeden değişimden yana tavrımı sürüyorum.
Sağlıcakla Kalın.