Tarih: 25.08.2023 23:53

BORA TEMMUZ İLE SÖYLEŞİ:

Facebook Twitter Linked-in

S.P : Merhaba Bora Temmuz.

- Merhaba efendim.

S.P : Bora Temmuz ve türkü, hatta türküler… Ne dersiniz?

- Bora Temmuz’u bir kenara koyar isek, kalanını, yani türküleri haddi olmayan bir ummana benzetmek mümkün. Niyesi konunun içinde. İlla da bir şeyler söylemek icap eder ise, naçizane şunları söylemekte mahsur görmem; türküler her duygu, düşünce ve olaydan beslenerek büyüyen akarların güzellikleri. Bu topraklarda bunlara soluklanma dağı, ferahlama durağı hatta ifade imkanı diyebiliriz. Öyle ki, türkü değinizde zihninize bir öykü, estetik ifade biçimi ve duygu köküne bağlanan, etkileyiciliği kuşku götürmez sanat eseri gelmiyorsa içtenlik ve nitelik özelinde sorun var demektir. Çünkü, türkü estetik ölçekte sanatsal güzellik ve damıtık bir ifade biçimidir. Üstelik birçok algı gözeneğinden geçebilmesi muhtemel ses, çalgı ve şiir bütünlüğü taşır. Çalgı dediğim hafife alınsın istemem; onlar, türküye, zihinlerdeki akış koridorunu açan ezginin analarıdır. Onlardan doğar yüreğimizin teline bulaşıp gönlümüzü duygulara eşgüdümleyen mucizevi sesler. Başka milletler ve kültürler için elbette çok özel anlam ifade eden geleneksel ifade imkanları olabilir, hatta türkü özelliğinde eserler olmaları da muhtemeldir, severim ve samimice saygı duyarım. Bizim için şunu söyleyebilirim, türkü Türk’ün kendisini Türkçe ifade etme biçimlerinden biridir. Hatta çok önemli olanlarındandır.

S.P : İfade imkanı dediniz de soruyorum; türküler geleneksel olduğu kadar daha çok kırsalın ve kimilerinin dediği gibi eskiyen bir ifade biçimi değil mi?

- Sizi de, eleştirel yaklaşımla niteleyenleri de çok iyi anlıyorum. Sosyal medya imkanlarının çeşitliliği ve yaygınlığı oranıyla kıyaslanınca türküler için böyle düşünülebilir. Artık, ayrılığın, hasretin, hatta kavuşmanın, yoksulluğun, bölünmenin, itirazın veya övmenin türkülerden daha etkili olması muhtemel ifade imkanları var. Fakat, ezgi, insan sesinin kuşatıcı sıcağı ve zenginleştirilmiş müziğin sinesinde sunulan iletinin tadına başka yöntemle, özellikle Anadolu özelinde erişildiği kanısında değilim. Bir defa, bizim milletimiz, çoğunluğu şehirde de yaşasa toprağın sinesinde şekillenmiş kişiliği, eseri ve düşünceyi kendi ruhuyla ilişkilendiren sağlıklı kültürel genlere sahip. Neşet Ertaş dediğiniz zaman, Aşık Veysel’i duyduğu zaman veya Kazancı Bedih dinlediği zaman çok da teknolojik veya dijital çok boyutluluk aramıyor. Elbette, kırsal niteliklerin şehirli ruha hitap etmeyeceği gerçeğini kabulden uzak değilim, ancak duygu ve düşünce dediğimiz ana belirleyici, insanın nerede yaşar ise yaşasın belirleyici değişmezlerindendirler. Sözve ezgide yenilik yaratan çalgılarla sözünü ettiğiniz şehir-kırsal ikileminin ortadan kalkacağını düşünüyorum. Hatta şimdilerde, uçurum sayılacak açık ara görmüyorum. İnsanı duygulandıran, üzen veya sevindiren temel haller değişmediği sürece onu ifade imkanlarından biri olarak gördüğümüz türlü veya şarkıların da yaşayacağı ispata gerek olmayan gerçektir.

S.P : Bora Temmuz’a gelirsek…

- Bu konuda en belirgin yanım türküleri önemsediğim ile ilgili olandır. İnsanlar, özellikle kendileri için anlamlı bulmadıkları uğraşlara zaman harcamazlar. Aksi durum insanın doğasına aykırıdır. Şunu kesinlikle diyebiliriz; Bora Temmuz türküleri hayatında anlamlı algılıyor. Elbette, bu hissedişin çok bilinen farklı sebepleri var. Bir defa benim fikir ve kültür birikimimin temel belirleyicisi geleneksel diye nitelenebilecek türkülü kültürdür. Bunun içinde, düğünler var, dolayısıyla halaylar ve türküler var, cemler var, türkülü söyleşiler var, tarihi ve kültürel kişilikler ile menkıbeleri var, şiir var, edebiyat var, Kerem var, Aslı var. Yani anlayacağınız, okullara dayalı entellektüel hayatım temel renginin ağırlığını da türkülü kültür dediğimiz kültürden almıştır denebilir.

S. P : Okul hayatınız demişken biraz daha açar mısınız?

- [ ] Şehirde, yani sevgili başkentimiz olan Ankara’da okudum. Ancak, kendimi bildim bileli Sivas, türküler, deyiş, düaz-ı imam, Sivas’ın kültürel deryasına akmış kişileri ile bilinçsel bağımın olduğunu söyleyeyim ilk başta. Her ne kadar başkentinde de olsa, memleketimizin, ev ve yakın çevre ortamları çocukların beğeni ve yeteneklerini çok etkiliyor. Annem türkülerin ve halayların bileni ve çok seveni bir insan. Babam dersen keza öyle. Amcalarım ve dayım da saz çalıp türkü söylerler, Mahsuni’den Sefil Selimi’ye kadar eski yeni her bir şeyi duyarak büyüdüm ben. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’de okudum. Tüm okul kademelerinde öyle veya böyle bağlama çaldım. Zamanla babamın şiirleriyle ve türküleriyle arkadaş oldum. Özellikle türkülerini kendimce düzenleyip yorumladım. Bu konuda annemin ve babamın öve öve bitirilemeyecek tavır ve davranış sergilediklerini belirtmek isterim. Ha şunu diyecektim, çocukken babamın  bu gün de devam eden geleneksel Ankara söyleşilerinde sahne aldım, ortaokul yıllarımda bir ara bağlama kursuna gittim, yine Sivas’ın bazı köylerindeki şenliklerde sahne aldım, lise yıllarımda şiilere ezgi ekledim, üniversite yıllarımda sivil toplum kuruşlarının da içinde bulunduğu  çeşitli etkinliklerde saz çalıp türkü söyledim. Tabi bu arada, türkülerimizin samimi sesi Radyo Özgür’de babam ile haftalık programlar yaptık. Artı parantez şunu da belirteyim, türkülü radyoların en sevilen ve ciddi algılananlarından biri Radyo Özgür’ün, yani FM105.1’in kurucu sahipleri de Sivaslılar. Devem ediyorum, okul ile ilgili hayatımızın temel alanı da türkülü ve şiirli desem yeridir.

S. P : Söylediklerinizin çerçevesi özelinde soruyorum; geleceğe dair ne düşünüyorsunuz? Mesela ozanlık geleneği, türküler veya gelenekse halk kültürünü nasıl bir gelecek bekliyor olabilir?

- Bu tür soruların gerisinde, soruyu tasarlayan canların da gelecek ile ilgini endişe taşıdıklarını düşünürüm hep. Her defa, gidişin olumsuz algılandığı zamanların sorusu gibi algılıyorum. Tabi ki, konunun, daha ehil ve tecrübeli emekçileri var. Kişisel düşüncemi ifade ederken onların incinmeyeceği bir dili kullanmak istiyorum doğrusu. Her yaratılmış veya olmuşun bir kaderi olduğuna inanan biri olarak, türkülerin veya sözünü ettiğiniz geleneksel halk kültürü ögelerinin de bir kadere tabi olduğunu düşünüyorum. Anadolu inançları literatürünün geneline hakim olan kaderin, levh-i mahfuz’da yazılı olduğu inancı, bence hiçbirini kapsam alanı dışında saymıyor. Dolayısıyla, “doğar, büyür, ölür” döngüsü onlar için de geçerli. Biz diyoruz ki, biçemi değişebilir, bileşenleri değişebilir, icra (sunum ve yayım) biçimleri keza öyle, değişebilir fakat onlar ihtiyacı karşıladıkları müddetçe var olmayı sürdüreceklerdir. Duygusal veya (amiyane ifadeyle söylüyorum, lütfen anlayışla karşılayınız) beylik laflar, yaşanılan pratiğin gerçeğini yansıtmaz. Rahmetlik Ruhi Su usta, “bir yerde türküler ne kadar gelişmiş ise orada koşullar o oranda ağır demektir” dediği günlerin türkü ve türkü anlayışı ile bu günlerdeki aynı değil. Bir defa bu gün, türkülere bu kadar anlam yüklemek doğru değil. Hem taşıyamazlar, hem de kamu ruhu diyebileceğimiz toplum ruhu bunu kaldıramaz. Evet, şiir gibi, resim gibi, sinema gibi, tasarlanmış sosyal medya içerikleri gibi yerinde ve kararında başvurulan değer belgesi olma nitelikleri hep vardı, ihtiyaç devam ettiği sürece olmaya devam edeceklerdir. Eskinin koşulları, halk ozanlarımız ve Halk Kültürümüzün emekçi ustalarına sandığımızdan daha çok ihtiyaç duyuyordu. İlk zamanlarda radyo yok, gazete yok, tiyatro yok ve daha vahimi, milletin geçim derdi, salgınlar, savaşlar ve göçler sebebiyle ruhlarına dair derin ve anlamlı farkındalığı yok. İster istemez, geleneksel olduğu kadar kolay da olan türkü ve benzeri üretiler, gezen ozanların çok defa nafakasını tedarik amaçlı hatta gösteri nitelikli etkinlikleri sayesinde zor günleri aşıp bu günün imkanlarıyla buluşmuşlardır. Bu gün bizlerin, halk ozanının çileli ve yoğun çabalarını bırakın teknolojik imkanlarla dilediğimiz konu ve biçimlerde türkü üretebilirliğimiz var. Bu durum da, türkülerin, bizim de inandığımız var oluşlarındaki anlamlı gerekçeyi hiç ediyor. Türküler de, hızlı tüketilen, çöpe atılan, görseller ile anlamın araya gittiği içerikler olmakla yüzyüzeler denebilir. Şunu söyleyeyim, ihtiyaç ihtiyaç denemedeki temel sebep, türkülerin efsaneleşmiş eğitici-öğretici halk formüllerinin, duygu düşünce ve dert yanmaların, itiraz ve itirazı duyurmanın, güzeli övüp kötüyü yermenin, inancı ve fikri yaymanın hatta ruhu doğanın ritmine uydurmanın çok önemli aracı olduklarıdır. İnsanlık var olduğu sürece söyleyiş güzelliğine tutkunluk, onları paylaşmak keyfi bitmeyecektir ancak türkülerin geleneksel halinin yarına taşınacağı konusundan emin değilim. Zaten gelenekseli ile boy ölçüşebilen yeni hallerini hem gençler hem de orta yaşlılarımız bir hayli sevdi.

S. P : Yeri gelmişken sorayım, sizin uğraşlarınızı hangi halde görüyorsunuz. Geleneksel mi yeni hal mi?

- Bu sorunun cevabı konusunda nesnel davranamayabilirim, ancak ne yapmak istediğimizi ifade edebilirim. Doğrusunu söylemek gerekirse, biz şiirin ezgisini bulmak istedik. Yani, öncelik şiir olsun istedik. Bu işe başlayınca da, muazzam bir birikimin aktığı damarla karşılaştık. Bir milletin duygu dünyasının inşaasında, sosyal yaşantısının kılcal damarlarına kadar işlemiş birikimi görmezden gelmek, teğet geçmek olmazdı. Hatta ona rağmen bişeyler yapmak mümkün değildi. Hem zaten, sevip saymakla birlikte, içinden, ruhumuzu ve bilincimizi besleyerek geldiğimiz bu birikime rağmen aykırı yeniyi deneyemezdik. İlk çalışmalarımızda türkü, sanat müziği, özgün müzik ve arabesk ögeleri birleştirmeyi denedik. Fena Kırmızı tam da böyle bir çabanın doğurgusu. Sonra, tasavvufa uzayan anlam çağrışımlarını denedik, Fena Yanar’dan sonraki çalışmalarımız bunların nakışlı olduğu eserler. Adını Sormaya Yüreğim Yetmez ile de şiirin kendisine bıraktığımız süreci denedik. Dünü Getir, Zır Deli bu deneyişin ürünleri.  Bir de, türkü, deyiş, düaz ve semahı birlikte harmanladığımız çalışmalarımız var. Bunların şiir tadı, Yunus Emre’den beri gelen inanç ve felsefe ögelerini içeriyor. Mesuli Baba’nın, bütünü gözeterek şiirsel yenilikler getirdiği tadın tasavvufla buluştuğu bu eserlerin ezgileri kadim, yani gelenekselin çok da dışında değil. İnanç, iman ve öğreti ardışıklığı gözetilip ezgi ile akar ettiğimiz Esrarı Sensin, Allah Eyvallah, Ali’yi Söyler, Ol Muhammed Vali Gelir adlı eserler zamanla kaderlerinin gereğini yaşayacaklar diye düşünüyorum. Yani bizde hal bu. Ha, bir de arabesk eser denedik, babamla benim pek özel sevip dinlediğimiz çeşitlerden biri. Zulüm de Deseler olur. Şiirindeki imgeleri pek sevmiştik. Ben de, kendimce bir ezgiyi ona yoldaş eyledim.

S. P : Şiir üzerinde çok durduğunuz belli. Şiir mi ezgi mi sorusu eserin bütünü için fitne (!) yaratacağı sebebiyle haksızlık olsa da, sizi tanımak adına sormak isterim doğrusu, şiir mi ezgi mi? Yani söz mü saz mı?

- Açıklamanız çok yerinde. Oluşmuş eserin, et ve tırnak gibi birbirine geçmiş ögelerini, bütünleşmeden önceki ham kimliklerine çekmek aynı zamanda dinleyicisinin veya sevenin kulağına kar suyu kaçırmak olur. Eğer bir eser söz ve ezgiden ibaret ise ikisidir bunu sağlayan. Ayrıştırmak için imkan kalmamış sayılır. Madenin kanunu gibi. Ancak şunu açık yüreklilikle söyleyeyim, işin başı sözdür. Çünkü türkü veya benzer formdaki her eser öncelikle bir şey demek ister aleme. Kuş sesini dinlersiniz, su sesini keza öyle, ancak ne demek istediklerinin anlam olarak net bir karşılığını bulamazsınız sizdeki kalanda. Fakat, türküler için, net olmama durumu ömründen önce yok olmanın biricik sebebidir. Ozanlar için türkünün başat gerekçesi tamamen diyeceklerini, yani mesajı içermesidir. Reyhani, Mahsuni, Veysel veya Nurşani’nin sözü ezgiye kurban etmesi düşünülebilir mi? Bence düşünülemez. Hatta, andığımız ustalar ve diğer bir çoklarının bir ezgiyi birkaç defa kullandıklarının kanıtlarına çok kolay ulaşabilirsiniz. Eleştiri olarak ifade etmedim bunu. Sözün, yani şiirin hepimiz için önemini vurgulamak istedim. Yine yaygın ifade ile söyleyeyim; bir eserin mesajı önemli. Türküde bunun ana taşıyanı kesinlikle şiiridir. Umarım anlaşıldım.

S. P : Şiir de yazıyorsunuz..

- Sivas Şarkışlamızda yaşanmış olsa gerek; bir büyüğümüz rahmetlik olmuş, akrabaları ve sevenleri cenazenin başındalar ve ağlıyorlar, oradan bir amcamız gelir ve dizlerini döverek feryat ettiğinden ötürü yorulup bir kenarda inilerek kızına “kızım yavrum, rahmetlik baban deli miydi neydi…” cümlesinin de içinde bulunduğu şeyler söyler. Kız soluğunu toparlayıp ne dese beğenirsiniz? Cümle aynen şu; “deli olmasa, şiir yazar, saz çalar, türkü söyler miydi İrbaham Emmi”. Bizimki de o hesap, farklı düşünmek ile sevmek birleşince “demek” de takılıp geliyor aklınızın peşine.  

S. P : Bir söyleşinizde hız ve hazın insan ruhunda çiğliğin devamına veri sağladığını söylemiştiniz. Günümüz koşulları insanın türküleri hissederek dinlemesine fırsat veriyor mu dersiniz? Yani türkülere gelene kadar o kadar çok şey var ki hızlıca ilgilenmeleri gereken…

- Asıl soruna parmak bastınız. Biz insanların koşaradımlığı bırakın dört nala koşan telaş atına binmiş olduğunuzu ve bunun da büyük bir kaza ile sonuçlanacağını birilerimiz açık açık söylemeli. Daha önceki söyleşilerimde ifade ettim, hız ruhun sağlıklı ritmini bozuyor. Üstelik öğrenmeyi, saklamayı ve hissedişi üstünkörüleştiriyor. Bu da, duygu, et, kemik ve düşünce tadından ibaret insanı dengeli halinden, yani “fabrika ayarlarından” uzaklaştırıyor. Bu da, huzursuzluk, anlamsızlık ve değersizlik üretiyor. Dolayıyla da insan, hasta halinin emekçisi olmaktan öteye geçemiyor. Evet, türküler hem dinginlik sağlamak için çabalayana destek olabilir hem de dingin olunca tam hissedilebilir. Bunda bilimsel açıdan da yadırganacak bir şey yok.

S. P : Sivas’a gelince…

- Evet, ben Sivas’a gelince kendime de geliyorum. Geçen yıl bir arkadaşımla Sivas’ımızı olabildiği kadar gezdim. Çok güzel bir memleket. Bizim olan her şeyin köklerine sahip olduğu gibi, çınar olmuş gövdeleri de var.

S. P : Sivas’a ayak basmak anlamında demedim. Olsun ama güzel oldu. Sivas’ı türküler ve geleneksel halk kültürü açısından nasıl algılıyor ve o kültürden nasıl yararlanıyorsunuz?

- Biliyordum Sivas’ı bu çerçevede konuşmak istediğinizi. Ben de biraz şaka yollu içimden gelenleri söyleyeyim diye acele ettim. Lütfen kusura bakmayınız. Sivas’a gelince, keşke geri gurbetlere çıkmasak. Dağılmasak. Bizim bu tür uğraşlarımızın anası, yani sebebi Sivas. Sivas olmasa biz nerden bileydik Pir Sultan’ı, Serdari’yi, Ruhsati’yi, Galalı Kemter’i, İğdecikli Veli’yi, Aşık Veysel’i, Sefil Selimi’yi, Muhlis Akarsu’yu, Mehmet Ali Kızılgöz’ü, Mesuli Baba’yı? Hem nasıl anlayaydık yaratılanı yaratandan ötürü sevmenin sır-ı ilmini? Sivaslı olmasam o çocukluk yaşımda nasıl karşılaşırdım canlar canı Hasan Hüseyin Korkmazgil ile? Yıldız Yaylası’yla, Çal Dağı’yla, Merkez Sarıkaya ile, Coğlü Dede ile? Sivas’ın halk kültüründeki soylu değerini anlatmaya kalkmak benim yapacağım iş değil, çünkü eksik bırakacağım kesin. Ancak, sevgi, saygı ve gururla söyleyebilirim ki, benim Türkiye’ye, Türkçe’ye ve türkülere olan sevdamın ilk sebebi Sivaslılığımdır. Umarım sorunuzu doğru cevapladım.

S. P: Var mı başka diyeceğiniz?

- Teşekkür ederim. Duyarsız kalmadınız yüreğimizin amatörlüğüne. Türküler, inanın belli bir yaşlarından sonra hepimizin ortak malı olma hüviyeti kazanıyor. Dolayısıyla hangi biçemde veya hangi konuda olursa olsun, hatta kimin eseri olursa olsun, dil ve duygu bakımından insanın temel yanına değiyor. Sivas Postası’nın bizi, arayanımıza götürmek çabasını samimi ve değerli buluyorum. Ayrıca, dikkatli olmak ve sorumlu olmak bilincimizi güncel tutuyor.

S. P: Mesuli Baba’yı soracaktım, daldık. Nasip olur ise başka bir söyleşide, ondan ve şiirlerinden uzun uzun söz ederiz desem ayıp olur mu?

- Yok bence ayıp olmaz, ancak hiç olmazsa şunu belirteyim. Mesuli Baba hem benim için, hem de ilgilendiğimiz kültür açısından birikimili ve çok önemli bir değer. Kendis babam olur. Böyle de bir yakınlığımız var. Sahiden bir gün O’nunla ilgili de konuşmak isterim inanın. Zaten bütün eserlerimizin söz emekçisi de kendisi, yani Mesuli. Nam-ı diğer Abbas Turan.

S: P: Biliyorum biliyorum. Allah size de Mesuli Baba’ya sağlıklı ve uzun ömürler versin.

- Varolasınız. Sizin aracılığınızla bütün hemşehrilerime, Sivas Postası okur ve emekçilerine saygılarımı yolluyorum




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —