Askere gitmeden önce Cer Atölyesinde işçi olarak çalışan ağabeyim askerlik dönüşünde eski işinde çalışacağı yerde memurluk için İnhisarlar İdaresine müracaat etti. Talebi olumlu karşılanıp İşhan Tuzlası?nda göreve başladı. Bir sene sonra ağabeyimi Zara?nın Hamo Tuzlası?na atadılar. Hamo ismini ilk işitiyoruz. Ailece merak içindeyiz. Babam buranın nasıl bir yer olduğunu, Zara?ya yakınlığını uzaklığını, nasıl gidileceğini araştırıyor. Tuzlanın Zara?ya altmış kilometre uzaklıkta olduğunu, yolu olmadığı için oraya atla, eşekle gidileceğini öğreniyor. Anam ?vay benim başıma gelenler? deyip, ?bre oğlum memurluk senin neyine, atölye şurada ağzımızın içinde, atınan eşeğinen gidilen yerde senin ne işin var? deyip hönkür hönkür ağlarken bir taraftan da ağabeyimin Hamo?ya götüreceği yatağını, yorganını, kabını, kaşığını hazırlıyor.
Bir sabah, üstü açık kamyon kasasına doluşan sepetli, heybeli, çuvallı yolcularla birlikte ağabeyimi Kepçeliden hareket eden kamyonu, gerisinde bıraktığı toz yüzünden nemli gözlerle ancak karaağaç köprüsüne kadar takip edebildik. On beş gün sonra ağabeyimden mektup geldi. Denkleri eşekte, kendisi atla meşakkatli bir yolculuktan sonra tuzlaya geldiğini, buranın ormanlar içinde çok şirin bir yer olduğunu, işinin rahatlığını, tuzladaki personelin kendisini iyi karşılayıp ilgilendiklerini anlatan mektubunu okuyunca rahatladık.
Ben 1950 senesinde 17 yaşında sanatlar mektebinde talebeyim. Okulumuzun tatil olduğunun ilk haftasında ağabeyimden mektup geldi. Tatil dönemini Hamo Tuzlası? nda birlikte geçirmemizi istiyor ama yanında çalışıp babama yardım ettiğim için, babam celallenip tuzlada ne işin var kardeşin kendine baktı da bir de sana mı bakacak, orada sersefil olursun gerekçesini öne sürüp beni tuzlaya göndermeye pek yanaşmıyor. Anam daha fazla celalleniyor, bre herif gönder oğlanı gitsin, orda gözü gönlü açılsın, bak üflesen zayıflıktan neredeyse devrilecek. Tebdil hava belki de iyi gelir, hiç değilse oğlan biraz kilo alır diyor. Babam anamın bu celallenmesine ?peki gönderek? avrat deyip boyun büküyor. Bense gitmek veya gitmemek kararsızlığı içindeyim. Babam ertesi akşam çay, şeker, zeytin, tahin helvası ve makarnalarla doldurduğu bohça büyüklüğündeki mendiliyle eve geldi. Anama; ?oğlanın çamaşırlarını hazırla yarın tuzlaya göndereceğim? dedi. Sabahı zor ettim, gurbete ilk gidişim, gözüme uyku girmedi. Anamın geceden hazırladığı katmer ve çöreklerle biraz daha ağırlaşan sepetin kulpunu babamla birlikte tutup Kepçeliye geldik.
O yıllarla otobüs ve minibüs pek fazla olmadığı için kasabalara yolculuk kamyonlarla yapılıyor. Kamyonlarda çok zaman Kepçeliden kalkıyordu. Beni Zara?ya götürecek kamyonun üstü açık kasası, Hafik?e Zara?ya giden yolcuların çuvallarıyla, heybeleriyle, mal pazarından satın aldıkları koyun ve keçilerle hıncahınç dolu. Yaşlı bir amcanın yanına sıkışarak oturabildim. Sepetimi bacaklarımın arasına aldım. Saat on sularında yola koyulduk. O zamanki yollar eğri büğrü, inişli çıkışlı toprak yol. Arkamızda toz bulutu bırakarak gidiyoruz. Kamyon hareket eder etmez dişleri sararmış amcalardan bir kaçı kuşaklarının arasından çıkardıkları, bir elin zor kavrayacağı irilikte tütün tabaklarındaki tütünle bir ucu ince bir ucu kalın zurna benzeri birer sigara sarıp tüttürürken yolculuğun keyfini çıkarıyor. Gözlerim tabiatın, doğanın güzelliklerinde? Doyumsuz mutluluk içindeyim. Yolculardan orta yaşlı bir amca elini kulağına atıp gurbeti, hasreti, sevdayı dileyen acıklı bir türkü tutturdu. Gülmeyi neşeyi yaşamamış suratlar türkünün hüznüyle biraz daha asıldı. Kamyon insan değil de gam yükü taşıyordu sanki. Yolcuların sırtlarındaki urbaları yamalık dolu elbiselerinin gerçek kumaşının rengini çözemiyorum. Ayaklarına giydikleri çarıkların çoğunun tabanları delinmiş, çorapları yırtık, çatlamış ökçelerine bakarken içim sızlıyor. Yaşmaklı analar ses çıkarmaya neredeyse nefes almaya cesaret edemiyor. Hepsi içi boş çuval gibi başları önlerine eğik ve suskun? Analar zaman zaman anlamsız bakışlarla kamyonun toprak yoldan kaldırdığı toz bulutlarını izliyor. Kamyon ufak bir tümsekten geçerken bile hop kalkıp hop oturuyoruz. Midesi bulananlar kamyonun kasasından yarı bellerine kadar sarkıp öğürüyorlar. Üstün marka kamyon çok virajlı tepeyi zoraki tırmanırken aniden durdu kasketli, kara suratlı şoför aceleyle inip kamyonun ön kapağını açınca gökyüzüne buhar yükseldi. Meraklanan yolcular ne olduğunu sordular. La havle çeken şoför sinirli bir ağızla, motor su kaynattı beklememiz gerekiyor. Karoserdeki yolcular öğle güneşi altında bekleşiyor. Surat düzenlerine bakıyorum, çoğunun suratı asık. Hiç konuşan yok. Neçe sonra kamyon hareket etti, vakit öğleyi çoktan geçti. Uzaklardan Hafik göründü. İkindi saatlerinde Hafik?e geldik. Şoför lokanta dedikleri ufacık kirli camlarından içini zoraki görebildiğim yere girdi. Güneş altında şoförün karnını doyurmasını bekliyoruz. Zara?ya geç gidersem ya beni İnhisarlarda bekleyen amcayı bulamazsam korkusundayım. Acıktım, Sivas?tan ayrılırken babam bir lira harçlık verdi, bir ekmek almak için parayı bozdurmaya kıyamadım, daha çok acıkırsam sepetteki çöreğin yarısını yerim. Neçe sonra şoför elinin tersiyle ağzını silerek lokantadan çıktı. Ver elini Zara?
Devamı Haftaya?