?Taş taş değil bağrındır taş senin
Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin Bir katılıktır dinamit söker mi yürekleri Başın bir kez bu kalbe çarpmasın ey taş senin Kazmayı kayalara değil kalplere vur ey Ferhat niçindir kırdığın bunca taş senin Anne seninle bağrın döğer gider mi acı Hanidir Ferhad`dan aldığın ders taş senin Sen de mi taşla bir oldun ey sevgili İşitmez oldun beni kalbin taşdan taş senin Ölüm sendendir bana nedir taşlamak beni Bana güldür çiçektir attığın her taş senin Gözünü dikme taşa işte parça parçadır Şimşektir bir bakışın dayanır mı taş senin Deprem değildir dağı ve beni sarsan Bir bakışın komaz taş üstünde taş senin Niçin çıktın dağlara evren çöl oldu leyla Topuğun öpmek için toz oldu dağ taş senin?
Kemale ermiş Sivas zamanıdır mekânların dili. Şehre öz yükleyen bir andır, nakışların hali. Elden ele dolaşan maniler, yıkanan gönüllerden uzanan bir şiir gibi, vaktini kovalar Şehirlerin Sultanında.
Buruciye?de mısra mısra şiirlenen taşlarda, söz vaktinde açılır.
Söz vaktini beklemişçesine Sivas?ta, o nakış korosuna eşlik eder. O nakış korosunda, gönlün vakti geldiğinde, usulca seyri suluk eder taşların bağrına.
Oda oda sıralanan anlar, bir ustanın çekiç seslerinde yayılır şehrin öz benliğine. Gülden, nergisten, zambaktan, laleden süzülen mısra seyrangahı, bir bir yayılır âlemin kalbine. Buruciye, söyleşe durur kırlangıçların kanat şakımalarıyla. Akşamın alacasına karışan ezan sesleri, daha bir asudeleştirir Sivas?ı...
Ve zaman Sivas?ta, günlerin koynuna usul usul iniverir.
Buruciye?de söz vaktinde açılır.
Taş duvarların dili, bir ahengin seyri kabilinden uzanırlar şehrin bağrına.
Çekiçlerin ağız girizgâhı, sıra sıra dağıtır gönlün darlığını.
Ne menem bir sevdadır taşın zamana aşkı?
Ne menem bir sevdadır nakışların yalnızlık iklimi?
Kuyuda bırakılan Yusuf misali, şehrin ortasında dillerden gönüllere ulaşan Buruciye, akşamın kırlangıç sefasına dalıverir ansızın.
Yağmurdan kaçan kırlangıçların çığlık korosu yayılır nakışların söyleşmesine.
Çığlık çığlığa bir aşk yayılıverir şehrin kalbine.
Çığlık çığlığa?
Sabahın seherinde göğe eren heyecanlı kanatlar, akşamın alacasında pervane gibi dönüp iniverirler taş evlerine.
Bir derviş gibi döne döne inen kırlangıçlar, hüznün hüznünü şaha kaldırırlar adeta.
Çığlık çığlığa bir aşk, çığlık çığlığa bir adanmışlık?
**
Kapını hemen girişi karşılar Buruciye insanoğlunu usulca.
Gül ile karşılar, aşk ile karşılar.
Taşa işlenmiş asırlık rayihalar ile karşılar?
Taşın gülü, gülün kalbi ile seyreyler gıcırtılı acılar?
?Bana geri getirir eski günleri... Paslanmış demir bir kapı açılır Küf tutmuş kilitler gıcırdarken Ta karanlıklar içinde birden
Bir türkü gibi yükselirsin sen Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken Söyleyemediğim ateşten kelimeleri?
Sıra sıra sıralanan nakışlar, bir anı sonsuza kadar uzatmanın imkânsız kurgusunu anlatırlar adeta.
Taş bağra, taş surete sözler vardır Buruciye?nin allı pullu nakışlarından.
Sitemdir yâre taşlar, sitemdir bazen gönle taşlar. Nazdır bazen taşa, taşlar? Ustaların çekiş darbeleri, tarihin en derin dehlizlerinden soluklar zamanı.
Ve uçsuz bucaksız bir sitem gönderilir gönlün tarifsiz anlarına:
?Taş taş değil, bağrındır taş senin
Nereni nasıl yaksın, söyle bu ateş senin
Bi katılıktır, dinamit söker mi yürekleri
Başın bi kez bu kalbe çarpmasın eyy taş senin?
Buruciye?de söz vaktinde açılır.
Vakte ram olan anlarla birlikte, kırlangıçların nakışlarla söyleşmesi, bu şehrin kalbine doğru iniverir adeta.
Akşamın alacası ile hemhal bir zaman işler kavlince.
Akşamın alacası ile bir şiir iner Buruciye?nin gergef gergef nakışlarına.
Sağa sola doğru seyri suluk eden nakışlar, geçmiş zaman bilgelerinden öğütler anlatırcasına karşılar Sultan Şehrin müdavimlerin.
**
Sivas bu, sözü vakte bağlayan zaman diyarı.
Gönlün bam telinden ürünü ürünü inen turnaların tenha göllerdeki iklim şarkısı.
Sivas işte. Aşka ve vefaya yaren olan şehir.
Yardan yâre, candan cana dolanıp duran can şehir.
Yâre sitemde bile, bir İbrahim aşkını taş sütunlarda dillendiren şehir.
İnsana söz söylemeye dilleri varmayan ustaların, taşa söyledikleri taş şiiri.
Buruciye?nin tenha duvarlarında gözlenen taş aşkı.
Zamana ve hayata destansı bir nida, taş ustalarının öykünmelerinden.
Ölüm kadar, aşk kadar, çiçek kadar bir şiir duvarlardaki nakış diyarları:
?Ölüm sendedir bana, nedir taşlamak beni
Bana güldür çiçektir, attığın her taş senin
**
Sende mi taşla bir oldun eyy sevgili
İşitmez oldun beni kalbin taştan taş senin?
Her nakış bir aşktır aslında Buruciye?de.
Bir sitem, bir öz güven bir arayıştır.
Sultan Şehrin gönlünün girizgâhıdır Buruciye.
Zamana ve aşka düşen söz vakti.
Gönle ve şehrin semalarına inen öz vakti.
Taşlaşmış yüreklere, gönül kalemiyle oyulan nakışlar hükmüne bir sevdalık bilmecesi Buruciye.
Akşamın seyri sevdasına düşen kırlangıçların, Çifte Minare ile selamlaştıktan sonra usul usul, Buruciye?nin taş şiirine doğru yöneldikleri zaman aşinalığı.
Buruciye işte, taşın ve sözün kadim şiiri?
Taşa işlenmiş aşk halesi?
Buruciye, yarım yamalak hülyaların arşı ala ile söyleşmesi işte?