19. Yüzyıl Osmanlı aydınları arasında en ilginç ve tartışmalı şahsiyetlerinden birisi olan Ali Suavi, Tanzimat Fermanının ilan tarihi olan 1839 yılında İstanbul?da dünyaya gelir. Babası okuma yazması olmayan Hüseyin Efendi adında bir kağıt mührecisiydi. Kağıt mühreciliği, bugün kalmamış olan bir zanaat, ?kağıt parlatıcılığı? idi.Suavi, doğru düzgün bir eğitim alamaz.Davutpaşa Rüşdiyesini(ortaokul) bitirir.Yetersiz olsa da klasik medrese eğitimi de aldığı bilinmektedir.Küçük yaşlarda anne ve babasını kaybeder.
Memuriyet hayatına İstanbul?da bir askerlik şubesinde katip olarak başlar. Üç yıl kadar bu görevde bulunduktan sonra, öğretmen seçimi için yapılan sınavı kazanarak ?muallim-i evvel? olur. 1858 Yılında Simav?da Kuşu Medresesi?nde hocalık yaptıktan sonra, Bursa?daki rüşdiye?ye öğretmen olarak atanır. Batılı tarzda eğitim yapan bir okulda öğretmenlik yapmasına rağmen sarıklı idi. Öğretmenlik görevinin yanı sıra, Bursa Ulu Camii?nde vaazlar verir. Bu sıralarda; ?Bursa?ya gelen yabancı arkeolog bir karı koca ile Yeşil Camii?nin önünde fotoğraf çektirmesi? bahane edilerek Bursa?da istenmeyen adam ilan edilir. Öğretmenliğe atanmasının üzerinden henüz yedi ay bile geçmeden, Maarif Nazırı?nın(Milli Eğitim Bakanı) emriyle görevinden alınır.
1864-1866 Yıllarında Rumeli?nde idari görevler alır ve Filibe?de bir rüşdiyede öğretmenlik yapar. Bu zamanlarda burada camilerde verdiği saray karşıtı vaazlar yüzünden yeniden görevinden azledilir; 1866 yılında İstanbul?a döner.
Ali Suavi, İstanbul?da Şehzadebaşı Camii?nde verdiği vaazlarla ün kazanır. Aynı zamanlarda, Tasvir?i Efkar?a gönderdiği yazıların, Namık Kemal tarafından beğenilmesi üzerine ?Muhbir? gazetesinde yazıları yayınlanmaya başlanır. Ancak, ?Muhbir? gazetesinde yayınlanan bir yazısında, dönemin ileri gelen devlet adamlarından Ali Paşa?yı sertçe eleştirmesinden dolayı, söz konusu gazete 1 ay süreyle kapatılır, kendisi de Kastamonu?ya sürülür.
Ali Suavi, devrin padişahı Abdülaziz?in bir fermanı ile Mısır Hidivi olması engellenen ve ?haksızlığa uğradığı? düşüncesiyle Abdülaziz?e düşman olan Mısır Prensi Mustafa Fazıl Paşa?dan gelen bir mektup ile önce gizlice İstanbul?a, buradan Marsilya?ya kaçar. Marsilya?da Namık Kemal ve Ziya Paşa?yla buluşup 30 Mayıs 1867 tarihinde Paris?e geçerek burada Mustafa Fazıl Paşa?yla buluşurlar. Mustafa Fazıl Paşa, Genç Osmanlıları finanse eden kişidir.
Ali Suavi, Namık Kemal ve Ziya Paşa, Paris?te ancak 1 ay ikamet edebilirler. Aynı yılda(1867), diplomatik bir ziyaret için Abdülaziz?in Paris?e gelmesi dolayısıyla, Fransız polisinin isteği üzerine arkadaşlarıyla birlikte Fransa?yı terk ederek Londra?ya geçer. 31 ağustos 1867?de Londra?da ?Muhbir? gazetesinin ilk sayısını çıkarır. Gazetenin başına ?Muhbir, doğru söylemek yasak olmayan bir memleket bulur, yine çıkar? cümlesini koyar. Muhbir gazetesi, türlü maddi güçlükler nedeniyle Kasım 1867?de kapanır. Bu sıralarda Suavi, İngiltere?de tanıştığı bir İngiliz hanımla evlenir. Bazı araştırmacılar; İngiliz istihbaratının bu kadını kullanarak kendisiyle temasa geçtiğini ileri sürerler. Önce çok yakın dostken sonraları araları bozulan Namık Kemal, İngiliz hanımla bu birlikteliğini daha sonraları bir şiirinde şöyle eleştirir:
< Biz anı adam sandık, o da mı cudam(görgüsüz, güçsüz, beceriksiz kişi) Paris?te oturmuş yanında madam Aman yalnız kaldı Mustafa Paşa.>> 1872 Yılında Genç Osmanlılar?ın büyük bölümü Abdülaziz?in doğum günü dolayısıyla çıkan genel aftan yararlanarak yurda dönerlerse de, Ali Suavi?ye İstanbul dışında bir ile gitmesi şartı getirildiğinden, Paris?te kalmak zorunda kalır. Ancak 1876?da, II.Abdülhamid?in tahta çıkmasından sonra verilen izinle İstanbul?a dönebilir. Eski sadrazam Mithat Paşa aleyhinde yazdığı yazılar dolayısıyla II.Abdülhamid?in gözüne giren Ali Suavi, Yıldız Kütüphanesine müdür olarak atanır.Saraya yakın olduğu bu günlerde, Galatasaray Sultanisi(Lisesi) müdürlüğünde de bulunur.Ancak, dengesiz tavırları ve yetersizliği görülerek bu görevinden alınır.Bu nedenden dolayı, bu sefer II.Abdülhamit?e düşman kesilen Ali Suavi, V. Murad?ı tahta geçirmek için beş altı yüz kişilik Rumeli muhacir grubuyla saraya hücum ettiğinde, Beşiktaş muhafızı Hasan paşa tarafından sopa ile öldürülür.Ali Suavi?nin öldürüldüğü gece, İngiliz eşi evde bulunan dökümanları ateşe verir ve ertesi gün bir gemiyle alelacele İngiltere?ye kaçar. Çırağan olayından dolayı Suavi bazı araştırmacılarca; ?demokratik ideallerin peşinde ölen ilk modern Türk? olarak değerlendirilir ?Yola ve uykusuzluğa dayanıklı? anlamına gelen ?suavi? lakabını kullanan, oldukça yoğun ve maceralı geçen kısa ömrü trajik bir şekilde ?Çırağan Baskını? esnasında, Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından başına indirilen sopa darbeleriyle sona eren Ali Efendi hakkında yazılanlar, fikirleri hakkında yapılan yorumlar, Suavi?nin kendi düşünceleri gibi oldukça çeşitli ve tamamen zıt uç kutuplardadır. Kimilerine göre ?olağanüstü zeki büyük alim, değeri bilinmemiş idealist, haksızlıklarla mücadele eden kahraman şehit?, kimilerin göre ise; ?marazi küçük adam, cahil, şarlatan, yalancı, megalomanyak, mağrur, kibirli, hırçın, hain, ajan? idi!!!! Said-i Nursi; Ali Suavi?yi ?İslam?ın büyük mütefekkirlerinden(düşünürlerinden) müfrit(aşırı) alim? olarak görürken, ?Çankaya? kitabının da yazarı olan Falih Rıfkı Atay onu ?laisizm prensiplerini ilk ortaya atan kişi? olarak selamlar. 1940?lı yılların önde gelen Türkçü ideologlarından Nihal Atsız tarafından ?ilk çağdaş Türkçü? olarak değerlendirilirken, II. Abdülhamid?e karşı giriştiği başarısız darbe girişimi sonrasında bazılarınca ?sarıklı ihtilalci? olarak alkışlanır. Çağdaşlarınca ?Frengistan?da şapkalar giymiş, şarab içmiş ve şiar-ı İslamiye?ye muhalif nice şeyler irtikab etmiş(kötü şeyler yapmış)? bir kişi olarak suçlanırken, kimileri onu ?dinde hassas ve ittihad-ı İslamı(İslam birliği) samimiyetle savunan? bir kişi olarak anar. Ali Suavi, klasik tahsil görmeden hoca olan, din alimliği iddiasındayken şapka takan(bu durum o zamanlar çok eleştirilir ve yadırganırdı), daima ön safta bulunmak isteyen, övülmeyi seven, hırçın tabiatlı, geçimsiz, ?gerekli görünce yalan söylemekten çekinmeyen bir adam? olarak değerlendirilir kimi tarih araştırmacılarınca. Hayatı gibi fikirleri de karmakarışıktır ve bir tezatlar yumağıdır: ?Peygamberimizin Türk soyundan geldiğini iddia eden, kitabına resim koyduğu için kendisine ?zındık? diyenlere karşı Peygamberimizin dahi resminin yapılabileceğini savunan!!!, halifelik kurumunun dinsel değil yönetsel bir makam olduğunu tespit eden, İslamiyet?in ilk devirlerinde yönetim şeklinin ?Demokrasi? olduğunu savunan, Latin alfabesinin dilimize uygun düşmesi halinde yazıyı değiştirmenin dinle hiçbir alakasının olmadığını düşünen, Arap ve Fars gramerinin Türkçe içinde kullanılmasına ilk itiraz eden , Osmanlıların ?Türklüğü? tezine bile karşı çıkan, Osmanlı devletinin çöküşüne sebep olarak ?dinsizliği? gösteren? Ali Suavi, bazı araştırmacılarca modern birçok kavram ve düşünceyi ilk defa telaffuz eden, tartışan ve Osmanlı fikir dünyasına taşıyan adam olarak gösterilir. Ali Suavi, Tanzimat Fermanının ilan edildiği 1839 tarihinde doğar, I.Meşrutiyetin ilanından iki yıl sonra öldürülür. İslami değerlerden ?Batılı? değerlere geçmeye çalışan, kurtuluşu burada gören ve doğu ile batı arasında ?iki arada bir derede kalmış?, psikoloji terimiyle ifade edecek olursak ruhsal olarak ?bölünmeye(Schism) uğramış? Türk aydınını temsil etmektedir!!! Ruhu ?Türkçülük?, ?İslamiyet? ve ?Batıcılık? arasında üçlü bölünmeye uğramış, çok trajik bir şekilde ne yapacağını ve hangi yöne yol alacağını bilemeyen ve ?iki arada bir derede kalmış? Türk aydının tipik bir tipolojisidir.