Her yılsonu sonbahar misali yapraklarını döküyor. Ömür denen hayatın akışında insanoğlu yaşama tutunma azim ve gayretini canla başla yürütmek istiyor. Hayatın mücadeleci yönü insanla temayüz etmiştir. İnsan olmasaydı, hayat ve âlemde yaratılmazdı. Bu yönüyle takdir ve tebriki hak ediyor, bir diğer yönüyle keşmekeşliğin, curcunanın, anarşinin, baş müsebbibi olmasıyla, baş belası, asıl suçlusu ilan edilse yeridir.
Her iki halde de insan başrol oyuncudur, oyun kurar, oyun bozar. Baş Aktör, bireysel anlamda ki rolü cemiyet içinde aktif, kitlesel davranış ve hareketlerde pasif duruma dönüşür. İşin içine, ideoloji, din, siyaset, devlet, ordu, barış ve savaş gibi unsurlar dâhil edilince, sorunlar dağlar kadar büyüyor.
20 yılı aşkın oldu AKP iktidarı, maalesef her gün bir önceki günü ve yılı aratır oldu. Gücü ve enerjisi tükenmiş, metal yorgunluğu açıkça görünen bir hükümet. Her geçen gün zalimane denilebilecek bir tutumla, karşısına kim çıkarsa çıksın hemen saldırmaktan geri durmuyor. Saldırarak korkutmak, AKP iktidarıyla özdeş anılmaya başladı. AKP yaparda, diğer ortaklar geri kalır mı? Mümkün değil elbette kalmazlar. Öte bile geçerler. MHP, politikada ilk aşkımız, ilk göz ağrımızdı. Aradan yıllar geçti, dönüp geriye baktığımızda, başkalaşmış, değişmiş ve dönüşmüş bir parti ve partili motifi karşımıza çıktı. Yönetenler aristokrat olmuşlar. Oturdukları koltuklar tatlı gelmiş, sanki karasakız var da kalkamıyorlar yerlerinden. Tahammülleri kalmamış, olumlu tespit ve tenkitlere. A diye kim ağzını açsa, kapatıyorlar. Ama kendileri Türk devletinin amansız düşmanı, Öcalan dâhil DEM’İ elçi olarak, baş müzakereci olarak belirlemekten imtina etmiyorlar. AKP ve CB’NI, Erdoğan’a ön açmaktan beri kalmıyorlar. Kendileri gibi düşünmeyen ama milliyetçi-ülkücü düşünceye sahip olan kişi ve gruplara karşı en şedit ve gaddar hamleyi yapmaktan kaçınmıyorlar.
Oysaki milliyetçiliğin aslı amacının Türk milletinin huzur, sükûn, mutluluk ve refahını en üst seviyeye çıkartmak olmalıydı. Yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluğun def edilmesi asıl amaç olmalıydı. Oldu mu, hayır olmadı. Milliyetçi cenah kendi kendine düşman türetir oldu. Yeni yeni rakipler çoğaltıldı. Söz söyleyen dil içeri atıldı. Mesela Ümit Özdağ, Eski Silivri yeni Marmara cezaevi diyorlar atıldılar. Ümit hocanın siyasetini tasvip etmem, çokta fazla bir taraftarı yok. Buna rağmen tehdit olarak algılanması ve eften, püften iddialarla ezilmesini doğru bulmadığımı ifade etmekten kaçınmam. Halk TV ve Sol-CHP partili belediyelere yapılan uygulamaları, politik operasyon olarak görüyorum. Boş ve beyhude bir tutum, karşıtlarını bilemekten başka bir işe yaramaz.
Bir tarafta siyasal Kürt milliyetçiliği(PKK) ve türevlerine göz kırpmalar, diğer yanda yeni hoşnutsuzlukların tohumu atmak, ne MHP’ye nede AKP’ye siyasal bir yarar sağlamaz. Milliyetçi siyaset önderlerine düşen kökenleri aynı, düşünceleri aynı, tek fark partilerinin ayrı olmasını hazmetmek olmalıdır. Geçmiş dönemde Dergâh- Ocak çatışmasının tohumu atanlar bugün yan yana, BBP-MHP ayrılığın fitilini ateşleyenler bugün kol kola, düşmanlık kimin payına düştü, tabana, karşılıksız gönül verenlere, milliyetçiliği baş tacı yapanlara. Yaşananlar unutulur mu, belki, zaman içinde
Satırlara hislerimiz karışınca, başka konulara dalıyoruz. Söylemek istediğimiz de kimi zaman gri’leşiyor. Oysaki gönlümüzün o kadar söyleyecek çok sözü var ki, dağarcık doldu. Lakin hep zülfü yâre dokunuyor. Bugünlük böyle kabul ediniz. Kalın sağlıcakla.