1980 öncesi Türkiye toprakları üzerinde yerli ve yabancı güç odaklarının, gizli servislerin at oynattığı yıllardı. Ülke’yi yöneten siyasilerin, olaylar karşısında yetersiz ve etkisiz kalmaları sonucunda insanlar ve özellikle gençler arasında oluşan gerilimler, çatışmalara dönüşüyor, legal ve illegal örgütlerin öncülüğünde toplumsal mahiyet arz ederek yaygın şekilde anarşi ve terör odaklı şiddetin pençesine sürükleniyordu.
Her gün onlarca genç ölüyor ve öldürülüyordu. Yaşanan olayları her siyasal grup kendi açısından yorumluyor, kendilerini karlı ve haklı çıkaracak nedenler buluyor ve biz haklıyız diyorlardı. Elbette böylesi kapsamı ve etkisi büyük kitlesel olayların neden ve sonuçlarını bilmek çok zor, birden fazla nedeni olan, çok bilinmeyenli denklem olarak tarihin puslu sayfalarında yerini ve önemini koruduğu da aradan geçen bunca zamanda belli oldu.
12 Eylül sabahı tank ve palet sesleri arasında uykularından uyanan insanlar ne oldu, ne oluyor demeye vakit bulmadan, evinden, işyerinden, köyünde ve şehrinde gözaltına alınıyordu. Milliyetçi-Ülkücü veya Solcu- Devrimci siyasal kimliğine bakılmadan karakollarda, özel olarak hazırlanmış sorgu merkezlerinde, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor ve cezaevlerine atılıyorlardı. Baskı ve zulmün en üst mertebeye çıktığı o günleri yaşayanlar, yapılan insanlık dışı uygulamalar karşısında soyo-psikolojik sarsıntı yaşadılar. Zorbalar o gün bir zafer daha kazanmışlardı.
12 Eylül Askeri İhtilal’ı ülke’de terörizmi minimize etmesine karşın, uygulamada telafisi mümkün olmayacak yanlışlıklara, adli ve hukuki hatalara zemin hazırladığı bilinen bir hakikattir. Yaratmaya çalıştığı insan prototipi, kozmopolit, seviyesiz ve sefil, nemelazımcı, kendi çıkarını her şeyin üzerinde gören bir zihniyetin güçlenmesine ortam hazırladı.
12 Eylül’le birlikte idealist gruplar, zorunlu olarak, politik hayattan çekilmiş, alt gruplar çeşitli biçimlere bürünerek, makyavelist, gününe, adamına göre tavır takınma, bukalemun siyaset yolunun yolcusu konumuna geçmişlerdi.
12 Eylül diktatörlüğü, sivil siyaset zemini paramparça etmişti, devlet-millet ilişkisine zarar verdiği kesindir. Ekonomik olarak vahşi kapitalizm uygulamalarına Özal önderliğinde servet-devlet ve şehvet algılarını ters yüz olmasına yol açtı.
12 Eylül ihtilalı üzerinde çok yönlü analiz yapılması gereken bir süreç olmasına karşın, Türk Milliyetçiliği fikri çerçevesinde siyaset yapan kanaat önderleri, düşünürler ve politik liderler, o günleri, enine boyuna değerlendirmeden uzak kalmalarını her zaman manidar bulduğumu burada belirtmek isterim.
12 Eylül harekâtı Sivas özelinde ülkücü mücadelenin çok ağır bedeller ödediği bir zaman dilimidir. Bir değil, yüz değil, binlerle ifade edilen insan kümesinin ki, bazı ailelerden 2-3 -5 kişinin mahpushaneye tıkıldığı, hürriyetinden yoksun bırakıldığı, anaların, babalarının gözyaşı akıttığı, eşlerin gizli gizli ağladıkları, çocukların, babaları için dua ettikleri bir dönemdir.
Yine,12 Eylül, normal hayatta siyaset ve kahramanlık yapanların, darbe sonrası, ödlerini kustuğu, cesur yüreklerin şeref madalyasının hak ettikleri bir dönemdir. O günden bu güne çok zaman geçti. Köprü altından çok sular aktı, yağmur yağdı, toprağın sırrı sağlamdır, ser verir, amma, sır vermez, derler.
12 Eylül münasebetiyle, o günlerin zulüm ateşini göğüslerinde söndürenlere, dava adamlarının her türlü zorbalığın üstesinden gelinebileceğini bizlere ispat edenlere, buradan Merhum Atsız’ın Selam Şiir’inden dizlerle,
Gönülleri birleşenler! Selam sizlere!
Uzaklarda dertleşenler! Selam sizlere!
Selam sana hücrelerde benzi solan genç!
Selam sana ey yılları heba olan genç
Ey ekmeği alınanlar! Selam sizlere!
Ey rütbesi çalınanlar! Selam sizlere!
Kardeş yahut arkadaştır diye evleri,
Ocakları dağıtılan ülkü devleri!
Hepinize sevgilerle coşkun selamlar!
Kalın Sağlıcakla.