TAŞHAN
?Taş taş değil bağrındır taş senin
Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin
Bir katılıktır dinamit söker mi yürekleri
Başın bir kez bu kalbe çarpmasın ey taş senin
Kazmayı kayalara değil kalplere vur ey
Ferhat niçindir kırdığın bunca taş senin
Anne seninle bağrın döğer gider mi acı
Hanidir Ferhad`dan aldığın ders taş senin
Sen de mi taşla bir oldun ey sevgili
İşitmez oldun beni kalbin taşdan taş senin
Ölüm sendendir bana nedir taşlamak beni
Bana güldür çiçektir attığın her taş senin
Gözünü dikme taşa işte parça parçadır
Şimşektir bir bakışın dayanır mı taş senin
Deprem değildir dağı ve beni sarsan
Bir bakışın komaz taş üstünde taş senin
Niçin çıktın dağlara evren çöl oldu leyla
Topuğun öpmek için toz oldu dağ taş senin?
Zamanın, günlerin koynuna akıp gittiği, ip ince destanlar gibi usul usul kucaklar Sivas´ı Taşhan. Birbirini dillendirmekten utanan sütunlar, mahşeri bir sırrı saklarlar sanki. Yüreğin taşla amansız şiiri, beyhude rüyaları prangalar soğuk suyun başında.
Oda oda sıralanan geçmişin sır küpü kemerler, anlayanı bir şerbet tılsımıyla selamlarlar koca bakışlarıyla...
**
Kalabalıklardan kaçanların, yüreği daralanların, suskunluğu bir şiir gibi heybelerinde taşıyanların sığınağıdır Taşhan. Motif motif kilimlerin dili, adeta bir manto gibi insanı sarıp sarmalar. Fokur fokur kaynayan nargileler, eksik olan zamanın musikisini tamamlarlar hünerlice. Anlar, tömbekinin adam gibi adamlıklarına sığınır her fokurtuda. Dalgın gözlerde, dumanlar çekilir yüreğe, yanar sineler derin iç geçirişlerle.
Bir film şeridi gibi yaşanmışlıklar tüner kurumuş dallara. Bir anı, sonsuza dek uzatabilmenin imkansız kurgusu yapılır herkesten habersiz. Hayaller kurulur, sigaranın eğri büğrü dumanından ve gönderilir yârin taştan yüreğine...
**
Gök kubbeye karışan çayın ince buğusuna, adı sanı bilinmeyen taş ustalarının, gönül kalemiyle oydukları, duvarlarda ki desenler eşlik ederler.
İnsanların taşlaşmış yüreklerine söz geçiremeyenler, bir hamur gibi, şekilden şekil verirler Taşhan´ın dört bir yanına. Usta eller, bazen de sitem gibi yana yakıla gözyaşıyla öğütürler zaman değirmenini. Her birine dikkatlice bakıldığında, hepsinin hikayesi okunur gergef gergef nakışlarda. Bazısı yâre sitem, bazısı da cana sitem:
?Taş taş değil, bağrındır taş senin
Nereni nasıl yaksın, söyle bu ateş senin
Bi katılıktır, dinamit söker mi yürekleri
Başın bi kez bu kalbe çarpmasın eyy taş senin?
**
Derin ah çekişlerin, sırlı suskunlukların, ne menem aşkların otağıdır Sultan Şehrin sığınağı. Kapıdan girer girmez kişilikler dışarıda bırakılır usulcacık. Kimsin, necisin hiç kimseyi ilgilendirmez.
Tarihin buram buram kokan gizemi, kişilikleri alır ve bir yılkının sırtında taş ülkesine götürür sanki. İki taraftan, bir biriyle yarışırcasına esen serin hava, insanı peri masallarının baş kahramanı gibi konuk eder gönül senaryosunda. Öteden beriden, ürkek kafalarını uzatan güvercinler, kanaatten oluşan rızıklarına kanat çırparlar aniden.
**
Yüreklerde büyütülen çocukluklar, hemencecik iniverir pıtı pıtı yürüyerek. Büyümekten korkan yanları, taş gülüşüyle okşar ve kucaklar taş sıcaklığıyla Taşhan. Bazen de taşlığı tutar ve bütün kazma darbelerine göğsünü gerer.
Sanki, vefasız bir sevgili gibi hiiiç aldırmaz insana. Öyle vefasız ki, giderken arkaya bakmayan zalim zemheri gibi titretir adamın yüreğini...
Dağlar da girse araya, eller de salsa sılaya, bir tek ölümdür insanı yâr´dan ayıran. O zaman sitem ikilenir gök kubbenin merhamet saraylarında. Biri Taşhan´a biri de vefasız sevgiliye:
?Ölüm sendedir bana, nedir taşlamak beni
Bana güldür çiçektir, attığın her taş senin
Sende mi taşla bir oldun eyy sevgili
İşitmez oldun beni kalbin taştan taş senin?
**
Taş ta atılsa, gül de atılsa, sevdadır deyip alı konulur gizlice. Yürek ummanlarından, taş kervanlar bırakılır gönül dağlarına. Dantel dantel seyirliklere dalar, boyalı gözler. Zaman, hiç ilerlemez onun koynunda. Ne içimizde ki çocuk çıkar, ne de dışımızda ki çıkar şehrin başı boş kalabalığına. Sop soğuk sütunların adamı kollayan esrarengiz duruşu, sanki bir yığın atlı gibi insanı güvene gark eder. Yağmurdan önce, feryat eden avare kırlangıçların öteye beriye can hıraş uçuşları, Taşhan´ı daha bir şiirleştirir insanın gözünde.
Avanak ıslatanın, şehrin üstüne, çisil çisil inişiyle Taşhan´ın cümbüşü tamamlanmış olur. O zaman çaylar bir başka iner buğulu buğulu, küçücük masalara, o zaman bir başka siner ürkek ürkek güvercinler kovuklarına...
**
Sivas bu, konuklarına Taşhan gibi bir sofrayı hiç açmaz mı?.. Gelenin geçenin yolluğuna, taptaze anıları hiç salmaz mı taşın şiiriyle? Daralan yürekler, onla tımarlanmaz mı şafak sökende? Ya da sevgiliye katar katar turnalarla, taşa yazılmış sevda sözleri gönderilmez mi Taşhan´ın kollarından?.. Taşın aman bilmez siteminden yola çıka duramaz mı şehrin insanı? Taşa yazılan aşklar ve sitemler uğruna, yana yakıla bir ah inmez mi yüce dağların en alasına? Taş şiiri, aşk şiiri, şiirin şiiri? Sivas´ın zamana meydan okuyan yitik zaman şiiri?Taşa namzet anların, taşlaşmış yüreklerin amansız kalabalığın başı boş seyri alemine ufak bir girizgah taşhan. Taş ve aşk girizgahı?
**
Yolunuz epeydir uğramıyor herhalde o gizem sarayına çünkü göremiyorum sizi. Ya gözleriniz buğulanmıyor, ya da yüreğiniz sızlamıyor. Epeydir duyamıyorum sesinizi. Sahi, en son ne zaman uğradınız Taşhan´a?..
Ne zaman solukladınız duvarlarda ki nakış nakış türküleri?.. Ne zaman saldınız içinizde ki çocuğu, pıtı pıtı, çeşmenin kıyısına?.. Ya da hiç dilek tutup, koca duvarlara en son ne zaman emanet ettiniz?..
Nakış nakış duvarlarıyla, esrarengiz görkemiyle, ürkek güvercinleriyle, yumuşacık yüreğiyle Taşhan yitik bir zamana çağırıyor insanları. Tarihin, turnalarla gönderdiği bu taş şiirini okumaya var mısınız?..Taşhan´ın o masum dizelerinden yüreğinize almaya var mısınız? Taştan şiirler olur muymuş demeye sakın aldırmayın. Bir turna katarı kavlince uzaktan durmayın taş sözlere. Uzaktan uzağa taş kalpler ile uğraşmadan, kırlangıç ve güvercinlerin akşam alacasıyla birlikte söyleşmelerine ramak kala, sizde eşlik eden hayatın seyri alemine?
OSMAN ÇELİK