Abbas Turan


FERMAN PADİŞAHIN FAKAT


Meslek arkadaşlarımdan bir can, buradaki yazılarımla ilgili nefis bir eleştiri getirdi.

“Yazıya başlıyorum, işte bu diyorum. Gittikçe öfkem azalıyor, diyeceklerim artıyor, birden kendimle kalıyorum. Oysa Abbas Turan gibi bir derya buna sebep olmamalı”

Hakkı var.

İşin yüzeyselinde ışıyan sloganlar konusunda bilmek acemisiyim. Ancak, kendisiyle kalanların vicdanını yürürlüğe koyan halimi seviyorum.

Aşağıda aktaracağım öykü tam da bu tarladan, hüzün yaratan bir öykü.

Deli İbrahim’in cebinde taşıdığı cücesinin öyküsünü hazırlarken fark ettim; padişahın koynunda nefessiz kaldığı bir sırada başını çıkarıp nefes aldıktan hemen sonra, maliyeden, ordudan, bahriyeden ciddiyetle söz eden vezir Kara Mustafa Paşa’ya dil çıkardıktan sonra uğradığı hezimete padişahın bile mani olamadığına şaşırmaya gerek olmadığını düşündüm.

Meşruiyetinini ilkeleşmiş gelenekselden alan bir dikeliş.

Padişahın koynundan çekip aldığı cüceyi Kız Kulesi eteklerine fırlattığında duruma hiddetlenen Sultan Deli ibrahim’e, “ben vezirim, senin de vekilinim. Ne cüce ne yüze, kimse bana dil çıkaramaz. Ben Vezaret şerefini korudum, cüceyi denize yürüttüm. Siz de ona muhabbetinizin icabını yapar, arzu ederseniz beni öldürürsünüz” der.

Heybetli vezire Sultan’ın cevabı: “Ne de takla atıyordu değil mi? Tıpkı cambaz gibi, tıpkı cambaz gibi.”

Gelelim öyküye.

Sultan Deli İbrahim.
Hakkında yüzlerce masalımsı şeyler söylenen padişah.

1640-1648 yılları arasında, 8 yıl Osmanlı tahtında kalır.

Ailesinden ve tanıdığı saray yöneticilerden bir çoğunun ortadan kaldırılmasına şahit olduğunun da etkisiyle yoğun ve sürekli bir ölüm korkusu taşır, zamanla da psikolojisi bozulur.

Tarih, Osmanlı İmparatorluğu’nun bazı dönemlerinde O’nun gibi, kişilere mecbur kaldığını yazar.

Aile efradı ile yaşadıkları, şaşkınlık yaratan konuların ayrıntılarını meraklı okuyucularıma bırakıp, Sivas’ın adının da geçtiği olayları ve durumu özet yazayım istedim.

Yazılanlara göre, bir gün Halep Valisi İpşir Paşa’nın çok güzel bir eşinin olduğuna dair bilgileri, biçimselini abartıp ve mükemmel ile kıyaslayarak Sultan İbrahim’e verirler.

Saray’da, yetişme koşulları dahil, padişah makamına getirilişi de entrikalar ile düzenlenmiş olan Sultan’ın sıradan işler haline getirdiği düğündü dernekti, altın ve değerli eşya hediyeleri ihsan ettiği ile ilgili birçok dedikodu dillerde dolanır durur.

Tam böyle işlerin ayyuka çıktığı günlerde, İpşir Paşa’nın eşi ile ilgili kışkırtmaların etkisini, bilinen marazi durumu ile birleştiren Sultan’ın aklı işi takıntıya kadar götürür. Nihayetinde İpşir Paşa’nın nikahlı eşinin, Sivas Valisi Varvar Ali Paşa’ya yazdığı bir fermanla İstanbul’a, yani Saray’a yollanmasını ister.

Yetmişini geçmiş, namuslu olmakla kendini anlamlı sayan, aynı zamanda geleneklere bağlı bir Türk olan Varvar Ali Paşa, nikahlı bir kadının saraya gönderilmesi emrini alınca çok üzülür, hatta fermana cevaben, gönderilmesi istenen kadının esir takımından değil, hür ve Halep valisinin nikahı altında olduğunu, onu bir halayık (cariye, köle) gibi kolundan tutup göndermenin elinden gelmeyeceğini, böyle bir işi istemenin de padişaha yakışmayacağını yazar ve yollar.

Bu işin ve takındığı tavrının başına bela açacağını bildiği sebebiyle de, sekbanlarını ve sarıca denilen aylıklı süvarilerini artırma yoluna gider, hatta yakın vilayetlere de durumu izah eder ve bu davranışı sergileyen padişahtan kurtulmaya çalışmayı teklif eder.

Durumu öğrenir öğrenmez küplere binen Sultan, padişah olması sebebiyle Varvar Ali Paşa’nın da kim olduğunu, herbir şeyin kendisinin olduğu savıyla, istediği bir kadını esirgeyenlerin cezalandırılması gerektirdiğini düşünür. Öyle ki, Halep valisi İpşir Paşa’nın büyük bir ordu ile Sivas’a gidip Varvar Ali Paşa’nın kellesini getirmesini ister.

Belli ki, sarayda kendi menfaatlerinin gereklerini yaptırmaktan gayrı dertler olmayanlar kurguyu erkileyicilik esası gözeterek yapmışlar.

Öyle ya, öyle olmaz ise böyle olur.

Ne yazık ki, hünkarın sevgisini ve taktirini kazanacağını, hatta Kubbealtı vezirliği ile ödüllendirileceğini uman İpşir Paşa, kendi namusunu kurtarmak için ölüme ve namussuzluğa mahkum edilen Varvar Ali Paşa’nın üzerine yürümeyi kabul eder.

Zavallı Ali Paşa İpşir Paşa’nın bu durumu gururuna yediremeyeceği, dolayısıyla da Helep’ten Sivas’a gelip kendisiyle birleşeceğini, sonra da birlikte İstanbul’a yürürecekleri gibi bir zanna kapılır. Çünkü çiğnenecek namus İpşir Paşa’nındı. Varvar Ali Paşa’nınki bu namusu korumak adına sarayla konuşmak ve bu uğurda kellesini koltuğa alıp isyan etmenin dışında bir şey değildir.

Fakat İpşir Paşa, Varvar Ali Paşa’nın bu düşüncesini tekzip etmekte (yalanlamakta) gecikmez, hatta candan bir düşman davranır ve yanında getirdiği onbinlerce askerle Varvar Ali Paşa’nın üstüne çullanır, ordusunu darmadağın eder, kendisini de yakalatır, eli kolu bağlı olarak huzuruna getirtir, “şu ak sakalınla padişaha asi olmak sana yakışır mı” diyerek feci şekilde azarlar.

Yenilgi sebebiyle yaşadığı acıyla birleşen bu azarla birlikte, İpşir Paşa’nın yüzüne tüküren Varvar Ali Paşa, “alçak namussuz, padişaha yaranmak içimin deyyus olmaklığı kabul edecek kadar soysuz olduğunu bilseydim karını senden istemelerini yazardım İstanbul’a. Ne yazık ki anlamadım” der.

İpşir Paşa istifini bozmaz fakat tarihteki o tiplerin hayata bakış açısını ve genel halini ele veren şu cümleleri söyler; “sakalını değirmende ağartmışsın, el için sele girilmez, üstelik bir kadın için devlet tepilmez. Can avrattan tatlıdır paşam. Bunu sen de öğrenirsin ancak fırsatın olmayacak.”

Son çığlık gibi.
Vicdanın katli yani.
Varvar Ali Paşa’nın öldürülmesi.

Bu hazin öyküyü sizinle niye paylaştım tam bilmiyorum. Fakat şunu peşinen diyeyim: Sultan Deli İbrahim’in haline bir şey dediğim yok. İnsan, halinin hamalıdır. Başına geleni emaneti teslim anına kadar çeker.

Önemli olan yaşarken ölü durmamak ya da ölmeden evvel ölmek.

Her ikisi de Varvar Ali Paşalık değil mi dersiniz?

Ya da Kara Mustafa Paşalık.

Var ya hani, sırat köprüsünden önceki yolculuğun keyfe keder tercihleri karmaşası, ha işte oralarda tamahı öldürüp asaletin vakarını kuşanmış halde sırattan diri geçmekli düş. 
Ondan söz ediyorum.

Yine olmadı ama, olsun.

İpşir Paşalık beş kuruş etmez, hele ki gülün gül ile tartıldığı dünyada.

Varsa da yoksa da Varvar Ali Paşalık.

Gerçeğe hü!

Abbas Turan
Ankara, 27.09.2023

Not: Bazı kaynaklarda Varvar Ali Paşa ismini Vardar Ali Paşa diye okudum.

Yücel Deveci
29.09.2023 15:19:22
Can kardeşim çok manidar bir hikayeyi anlatmışsın. Gerçeklikten sapmadan, yalansız riyasız bir günlük hayat, düzenbaz bin yıllık hayattan evladır. Yüreğine sağlık kardeşim.

Cemal çevik
29.09.2023 16:16:45
Çok akıcı bir anlatışla ibret verici bir tarihi tablo İş yine Sivaslılar düşmüş eline ve aklına sağlık Abbas hoca

Abbas Turan
29.09.2023 19:30:44
Yücel can, Kardeşim❤️

Elife Babadagi
29.09.2023 23:02:23
Abbasim her zaman oldugu gibi hikayeler gerçekleri yansitiyor .Sizin kaleminizden ayri bir anlam taşiyor yuregine saglik umarim devami gelir başarilar dilerim kardeşim .

Adem Aslandoğan
30.09.2023 10:20:16
Abbas Turan'ın kalemi güçlü anlamak için dikkat kesilmek hemhal olmak gerekir selam sevgi başarılar

YAZARLAR