YÜREĞİMİN YARISI SİVAS

YÜREĞİMİN YARISI SİVAS

YÜREĞİMİN YARISI SİVAS

SÖYLEŞİ:OSMAN ÇELİK

MUSTAFA BALEL İLE SANAT VE SİVAS ÜSTÜNE SÖYLEŞTİK

--Bu yıl Dünya Öykü Günü Bildirisi?ni siz yazdınız ve bildiriniz 14 Şubat?ta dünyanın birçok yerinde o ülkelerin dillerine çevrilerek yayımlandı. Nasıl bir duyguydu bu?

Heyecan verici bir şeydi bu. Özellikle de ülkem adına sevindim. ?Öykü Yaşamın Sesidir? başlıklı bu deneme bir tür manifestoydu. Bir Türk yazarının kaleme aldığı uluslararası bir manifesto. Bu gibi şeyler hayatın her anında pat diye çıkıvermiyor insanın karşına. Edebiyat yaşamımda kırk küsur yılı geride bırakmış, çocuk kitaplarını ve çevirileri de sayacak olursak sayıları yüzü aşan ürüne imzasını atmış bir yazar olarak kaleme aldım bu bildiriyi.

Özellikle şu bölümünü çok önemsiyorum: ?Öykü yaşamın sesidir, kimi zaman öfkelenen, kimi zaman gülen, ağlayan, haykıran, ama hep konuşan, fısıltılarla ya da olanca sesiyle? Sıradan telaşların içinde koşuştururken incelikleri göz ardı eden insana, yaşamın sesini böyle duyurur. Yitirdiği değerleri anımsatırken, daha güzel bir yaşam özlemini de getirip koyar beynine, yüreğine.?

İçerde ve dışarda öykü etkinliklerinin benim kaleme aldığım bir bildiriyle başladığını, anonslarda ulusumun ve adımın geçiyor olduğunu düşünmek elbette ki heyecan verici.

Bu arada, aklıma gelmişken söylemek istediğim bir şey var: 14 Şubat Dünya Öykü Günü?nün kurucu ülkesi Türkiye. Bu özel gün dünyada büyük ilgiyle karşılandı, hızla yayılıyor. Ülkemizde de hızla yayılıyor. Bu yıl yirmiyi aşkın kentimizde Dünya Öykü Günü etkinlikleri düzenlendi. Ulusal ve yerel yazarların katıldıkları bu etkinlikler, bir yandan gerçekleştirilen panellerle, okuma seanslarıyla, hatta tiyatrocular tarafından dramatize edilen öykülerle kentlerin yaşamına bir dinamizm getirirken, öte yandan açtığı ufuklarla birçok yerel yazara kapanıp kaldığı o dar kozayı yırtarak dış dünyaya açılma fırsatı veriyor.  Sivas ne güne duruyor bu konuda, söyler misin? Hani derler ya: Onun başı kel mi? Orada neden düzenlenmiyor bir öykü günü? Öykücülerin orada varlıklarını kabul ettirebilmeleri için illa da başlarına kasket, ayaklarına çarık giymeleri, ellerine de bir saz almaları mı gerekiyor?

Daha önce sevgili Hazım Zeyrek Bey?in çıkardığı Su dergisinde nadiren de olsa soluk bulan öyküler daha sonra 1975?77 yılları arasında Sivas Ticaret Lisesi?nde öğretmenlik yaparken hatırlamak bile istemediğim o zor günlerde ve o zor koşullarda yayımladığım ?Öykü? dergisiyle bir anda ulusal boyut kazanıverdi.  Kitap boyutunda 96?112 sayfalık nefis bir dergi olan ?Öykü? yalnızca yedi sayı çıkabilmesine karşın bugün edebiyat tarihimizde ?Seçilmiş Öyküler? adlı dergiden sonra Türkiye?nin, ikinci öykü dergisi olarak yerini aldı. Çok sayıda teze konu oldu. Sivas?ı sadece aklımda yanlış kalmadıysa bin üç yüze yakın köyden oluşan bir köyler federasyonu olarak görmek ne kadar yanlış. Üç yüz bini aşkın kent nüfusuna sahip görünüşte de olsa bir büyük kent Sivas. Kent geleneği de var buranın. Rafine bir edebiyat geleneği de var bu kentin. Öykü, roman geleneği de var. Tiyatro geleneği de var. Kimler, bu alanda ne gibi ürünler vermiş, bunu söylemek benim işim değil artık. O koca üniversitenin uyuşukluğundan silkindiği günleri görecek miyim, merak ediyorum?

 --İçinde bulunduğumuz son demde, toplumla sanat ilişkisinin giderek ayrıştığına dair analizler yapılmıyor değil. Bencil bireylerin giderek arttığı bir sarmala mı dâhil oluyoruz?

Şimdilerde bazı şeyler biraz yumuşamış görünüyor olabilir ama bunu bencilliğe bağlamak haksızlık olur gibime geliyor. Her dönem kendi koşulunu da beraberinde getiriyor. 70?li yılların sloganlı sert kaba gerçekliğini 21. Yüzyılın ilk çeyreğini yarıladığımız şu günlerde bekleyemeyiz. O köprülerin altından çok sular aktı.

Dünya değişti, ülkemiz değişti. Berlin Duvarı yıkıldı, SSCB dağıldı, neler olmadı ki!

Bunların bizde de çok şey değiştirdiğini görmezden gelemeyiz. Özellikle son on yılda uygulanan sadaka ekonomisiyle toplumun orta kesiminin yaşam standardında bir gerileme yaşattırılırken iktidarın oy bankası diyebileceğimiz tabanın yaşam standardında kısmi bir yükselme söz konusu? Çeşitli adlar altında aktarılan paralarla, vakıf vb. yardım kurumları aracılığıyla, yeşil kart gibi birçok destekle bu kesimin yaşam standardının yükseltildiğini Mısır?daki sağır sultan da biliyor, görüyor.

Bu durumda bir yazarın toplumun yeni gerçeklerini bir yana bırakarak tarihe karışmış şeylerle ilgilenmesi nasıl beklenebilir ki?

Günümüz sanatında toplumsallık çığırtkan bir biçimde görülmüyor dersen, ona varım. Evet, artık öyle? Kör kör parmağım gözüne dercesine sırıtacak biçimde aktarılmıyor sorunlar. Olayın özüne yansıtılarak okurun bulması isteniyor. Günümüz sanatında okura daha çok iş düşüyor, armut piş ağzıma düş yok öyle. Bir tür kazı kazan gibi. Görüneni kazıyarak altında yatan gerçeği görmesi gerekiyor.

İlginç bir örnek geldi aklıma. Fransa?da, öykülerimle ilgili bir programda bir tür kara mizah diyebileceğim ?Vesile? (Fransızcadaki adı ?Eski Bir Gündelikçi Kadının Trajik Biraz da Komik Hikâyesi?)  adlı öykümün dramatize edilişinin ardından okurlarla yaptığımız söyleşide bozuk Fransızcasına ve davranışlarına bakarak Türk kökenli olduğunu düşündüğüm bir dinleyici Vesile?nin böbreğini ekmek parası ya da ilaç parası için değil de sırf evinin duvarlarını kağıtla kaplatmak, konu komşuya hava atmak için gümüş çay takımları almak, bir de arada bir evine temizlik yaptırmak üzere gündelikçi kadın getirmek amacıyla satmış olmasını kabullenememişti. ?Ekmek ya da ilaç parası için satsa daha iyi olmaz mıydı?? demişti. ?O zaman bu bir Mustafa Balel öyküsü olmazdı ki!? demiştim. Ardından da yeni bir cümleye başlamama fırsat kalmadan salondaki dinleyiciler sözü ağzımdan alıp benim adıma harika açıklamalar getirmişlerdi bu öneriye. ?Eski camlar bardak oldu, günümüzün sorunu ekmek ya da ilaç değil artık.? demiş ve böbreğini satan hizmetçi kadın öyküsünün televizyonun, yüzlerce kanalıyla bombardımana tutarak tüketime yönlendirdiği kişileri ne hale getirdiğinin son derece güzel bir örneği olduğunu söylemişlerdi. Tartışma yaklaşık bir buçuk saat sürmüştü ama özeti buydu.

Sınıf atlama özlemi içinde her şeyini ?Adabı Muaşeret? adlı kitaba göre uygulamaya kalkışan, sen diye başladığı cümleleri siz diye bitiren Vesile böbreğini sattığında sadece elden düşme bir araba ve evine birkaç parça eşya almakla kalmıyor, arada bir gündelikçi kadın getirip daha önce bu işi yaparken kendisine uygulanmış olan kötü muameleleri bir bir uygulayarak yirmi yılın öcünü de almış oluyor. Bu olayı basit bir bireysel durum olarak görmek mümkün mü?

--Siz Türk Edebiyatının en önemli hikâyecilerinden biri olarak eserlerinizi öznel duygularla örmeye özen gösteriyorsunuz değil mi?

Hikâyelerimde başka ne gibi duygulara yer verebilirim ki? Kurguya dayalı metinlerin hepsi yazarının bakışını yansıtan öznel metinler değil mi? Öznel olmayan, nesnel olan metinler ancak bilimsel metinlerdir. Bir de belki belli bir oranda tarihi romanlar.

--Geçtiğimiz günlerde yapılan ?Eskişehir Öykü Günlerinin? onur konuğuydunuz. Eskişehir de ne tür etkinlikler yapıldı sizin de katıldığınız? Biraz bahsedebilir misiniz?

Eskişehir?de iki fonksiyonla bulunuyordum. Biri onur konuğu, ikincisi de 1. Kral Midas Öykü Yarışması jüri üyesi.

Onur konuğu olmasam katılmayabilirdim. Çalışmalarımın yoğunluğu ve sağlık sorunları nedeniyle epeyce çağırıyı reddetmek zorunda kalıyorum. İyi ki katılmışım! Elli altı yıl önce gördüğüm, istasyonundan her geçişimde bir bardak salep eşliğinde çıtır simidinden yediğim, Porsuk?un iki yakasındaki çay bahçelerinde gazozunu içtiğim, yumuşak g?siz ?çibörek? yediğim, bahçe sinemalarında bol bol çekirdek çıtlattığım bu kenti bir kez daha görmekle kalmayıp yarışmada dereceye giren genç yetenekleri tanıdım. Öykücülüğümüz üzerine güzel bir panele, yer yer Sivas?ın da adının geçtiği uzun bir söyleşiye katıldım, Mustafa Balel ile ilgili bir barkovizyon gösterisi izledim.

Bu arada bir de kırk yıllık sanat yaşamım boyunca asla görmediğim bir olaya tanık oldum. Bir vali yardımcısının 12. 45?te başlayıp 18.45?te biten bir gösteriye katılarak başından sonuna dek her cümleyi su gibi içine çeke çeke dinlediğini gördüm.  Bana sıcak bir ilgi gösteren bu vali yardımcısının hemşerim olduğunu öğrenmek de ayrı bir mutluluk oldu benim için. Ellili-altmışlı yılların milletvekili ve belediye başkanı Rahmi Günay?ın yeğeni sevgili Dr. Ömer Faruk Günay kafamdaki Sivas imajına bir arttı ekledi. Karşılıklı olarak birbirimizle kıvanç duyup birbirimize övgüler döktürdük. Neden yapmayacaktım ki? Hangi vali yardımcısı bu tür hangi etkinliğe katılıyor, kaç dakika kalıyor?

-- Doğduğunuz topraklar olan Sivas?tan ayrısınız. İstanbul?da yaşıyorsunuz. Ama her ortamda Sivas?ı da dillendirmekten geri durmuyorsunuz. Eserlerinizde de Sivas deyimleri ve kelimeleri çokça görülmekte. Sivas sizin yüreğinizin neresinde duruyor?

Aslında ben bir sanatçının bir kente bir yöreye takılıp kalmasını onaylayan ve bunu bir meziyet olarak gören biri değilim. Bu bir müzisyeni, bir ressamı, bir yazarı tekdüzeleştirip yerel sanatçıya dönüştürür. Nasıl ki Kemal Sunal dendiğinde bir filmini ya da bin filmini görmemiz fark etmiyorsa ona benzer.

Bu tuzağa düşmedim ben. Sivas?ı takıntıya dönüştürmüş, orası olmazsa yazabileceği başka hiçbir şeyi olmayan bir zavallı durumuna düşmeyi asla istemem. Hedefim evrenseli yakalamaktı. Bunu yalnızca Sivas?ı anlatarak bile gerçekleştirdiğimi görüyorum. Yani Sivas?ı evrensele taşıdığım söyleniyor. Doğduğum toprağın dili, Sivas?ın, Şeyhçoban?ın, Kaleardı?nın dili Mustafa Balel?in potasında yoğrulduktan sonra yalınlığıyla, doğallığıyla, sıcaklığıyla sarıp sarmalıyor insanları. Bunu ben söylemiyorum, eleştirmenlerin dediklerini aktarıyorum. Evrenseli yakalamayı başardığınızda yerelmiş, bölgeselmiş diye bir şey kalmıyor artık. Ayrıca Sivas?ı ve İstanbul?u anlatırken bir yandan da çok değişik yöreleri anlatabildiğimi kanıtladım.

Sivas?ın yüreğimin neresinde durduğunu göstermek için ?Yüreğimin Yarısı: Sivas? diye bir kitap hazırlamayı düşünmüştüm ama yaşadığım tatsız bir olay beni bu kentten soğuttu ve vazgeçtim. Hatta Sivas?ı anlatan tüm dosyaları bile dondurmuştum da yeni yeni ele almaya başladım.

--Bugünlerde kitaplarınızın yurt dışına açılma çalışmaları da yoğun sanıyorum.

Evet, öyle. Başta İran olmak üzere Romanya, Bosna Hersek, Brezilya gibi ülkelerde kitaplarımın yayımlanması söz konusu. Peş peşe çıkacak bir dolu kitap var. Özellikle Romanya ve İran?da çalışmalar hızla ilerliyor. Çocuk öykülerimden bir kısmının Tahran?ın en önemli gazetesi olan Kayhan?da İranlı illüstratörler tarafından resimlenerek yayımlanmasıyla başlayan ilişkiler hızla gelişti. ?Etiyopya Kralının Gözleri?, ?Gözyaşı Satıcısı? adlı öykü kitapları,  ?Konsolosun Kostümleri? adında ilkgençlik romanı, ?Havlamayı Unutan Köpek? adlı 10?12 yaş grubu çocuklar için öyküler? Ardından başkaları?

İlginç bir rastlantı, sanki özel bir seçim söz konusuymuş gibi,  bu kitapların tümünde de Sivas anlatılıyor? Oysa seçimi yapan ben değilim, farklı bir ülke, farklı bir rejim, farklı anlayışları var, seçim tamamen onlara ait. Bu arada İranlı okurların ilgisini Türk edebiyatı üzerine çekmek için önce ?Günümüz Türk Edebiyatından Seçme Öyküler ?adıyla bir öykü antolojisi hazırladım.  Eli kulağında? İran için bir antoloji hazırlamanın zorluğunu işte bu antolojiyi hazırlarken fark ettim. Akla hayale gelmeyen nedenlerle birçok arkadaşımın öyküsü maalesef geri çevrildi.

Kitaplarımın Farsçaya çevrilmesinin benim gözümde önemli bir yeri var. Elime aldığımda tek bir harfini bile anlamıyorum. Kitap bana, ben kitaba bakıp duruyoruz. İşte o zaman çeviri olduğunu fark ediyorum. Fransızca, İngilizce, hatta zar zor anladığım Portekizce ve Romenceye yapılan çeviriler aynı heyecanı vermiyor bana. Gizemli bir yanları yok onların, anlayabiliyorum nasıl olsa.

Kasım başlarında, önemli bir sağlık sorunu yaşamazsam,  ?Gözyaşı Satıcısı?nın tanıtım etkinlikleri için Bükreş?e gideceğim. Entelektüel düzeyi inanılmaz derecede yüksek olan Romanya?da akademisyenler bizdekiler gibi bin yıl, iki bin yıl öncesine saplanıp kalan kişiler değil. Geçmiş kültürlerini öğrendikten sonra dilek ağacına çakılı çelik raptiyeler gibi o noktada çakılıp kalmıyor, karınca gibi çalışıyorlar maşallah! Okurları da bilinçli. Okuduğunu anlayan, söyleyecek sözü olan kimseler. Bir kitap çıktığında bizde olduğu gibi güme gitmiyor. Akıl almaz derecede ilgi görüyor, çok önemli imzalar kapsamlı tanıtımlar yapıyorlar.

--Yanılmıyorsam geçen yıl hakkınızda bir tez hazırlandı.

Evet. Konya Selçuk Üniversitesi?nden Ferhat Mustafa Fıstıkçıoğlu adında genç bir öğretmen Prof. Dr. Mustafa Özcan?ın danışmanlığında MUSTAFA BALEL-HAYATI-ESERLERİ ve SANATI adıyla iki yüz sayfayı aşkın kapsamlı bir tez hazırladı. Eline sağlık, çok da güzel olmuş. Balıkesir ve Van üniversitelerinde de çalışmalar sürüyor ama şimdilik biten yalnızca bu.

 Mustafa Bey yazın mutfağınızda okurları gelecek günlerde neler bekliyor?

Basılmak üzere olanlar, ilkgençlik çağı ve 9?12 yaş grubu için kaleme aldığım öyküler daha çok: ?Salyangoz Törenleri? (Sivas öyküleri), ?Cücü?, ?Fikoko Koçi?, ?Kedili Bahçe Öyküleri?, ?Şalgam Kentin Çocukları?. ?Bizim Sinemamız Var? (yeni baskı) ve ?Bir Kırık Dal? adlı iki de ilkgençlik romanı. Yetişkinler için hazır olan tek yapıt bir öykü kitabı: ?Andon Ustanın Çırağı?. Tezgâhta da iki roman (konusu Sivas-İzmir ekseninde geçen ?Gün Vurgunu? ve konusu Sivas-Le Mont Saint-Michel ekseninde geçen ?Madam Jorjet?in Kedileri?) ile ?İpek Ağacının Gölgesinde Masum Bir Cinayet? adlı bir öykü dosyası var.

Hayatta olduğum, elim tuttuğu,  beynim çalıştığı sürece yazmayı düşündüğüm bir dolu şey var ama tezgâhta diye sıraladıklarımı yetiştirebileceğimin bile garantisi yokken onlardan söz etmem anlamsız olur.



Anahtar Kelimeler: 0