ULU CAMİ?DE SABAH

ULU CAMİ?DE SABAH

ULU CAMİ?DE SABAH

Bir gece pederimle oturmuş, Kuran ı Kerim`i kucağımda tutmuş idim.

Hane halkı ise yanımızda uyuyorlardı...

Babama dedim ki: - Ne olur şunlardan biri kalkıp da iki rekat namaz kılsa... Babam şöyle dedi: - Canım oğul halkı çekiştireceğine keşki sen de uyuyaydın...

Yaz mevsiminin ilk ayları; Sivas yine  hergün ki gibi bereket dolu güne hazırlanıyor. Kaledeki ahşap kuleli saatin gonk vuruşlarıyla uyanan Süleyman Efendi, besmeleyle elbisesini giyindi. Gürün dokuması kuşağını itina ile beline doladı, tütün tabakasını, çakmak taşını, kav fitilini kuşağının arasına yerleştirdi. Gümüş köstekli saatini yelek cebine, kehribar  tespihini, para kesesini, geniş yün dokuma şalvarının cebine koydu. Sabah ezanlarının okunmasına yarım saat kadar zaman vardı. Yumuşaması için kuyruk yağıyla yağladığı yemenisini, önce sağ sonra sol ayağına olmak üzere giydi. Besmeleyle avlu kapısından çıktı.

Akşamdan yağan yağmurun ıslattığı toprak kokusunu derin nefeslerle içine çekti. Sabah namazını, hergün ki gibi  Şeyh Çoban mescidinde değil, Ulu Camide kılmak niyetiyle  yavaş ama güçlü adımlarla Evliya Sokağına yöneldi. Mahallede hayat yavaş yavaş canlanmaya başlıyordu. Bakır bakraçlarla mahalle çeşmesinden su getiren, kendilerinin yapmış oldukları ot süpürgelerle kapılarının önlerini süpüren yaşlı kadınlar Süleyman Efendi?nin geldiğini görünce saygıyla yolun kenarına çekilerek geçmesini beklediler. Gejgereye koymuş oldukları ekşimiş hamurla dolu bakır leğenleri acele adımlarla yakma keşiği (sırasını) aldıkları mahalle fırınına götüren, boy bürük olmuş genç kız ve gelinlerin rahat gitmeleri için adımlarını biraz daha sıklaştıran Süleyman Efendi, Evliya sokağının bitiminde Gök Medrese?nin bütün görkemiyle karşılaştı. Medresenin üç lüleli pınarından derin ve geniş kürününe akan suyun sesi ile medresede ilim tahsil eden gençlerin salavat getirerek abdest alışlarını huşu ile izledi. Kendiside serin suyla abdestini aldı, ezan vaktinin yaklaştığını gökteki yıldızların durumundan anladı. Adımlarını biraz daha hızlandırdı. Gök Medrese Caddesinin başındaki Baki Bey Konağını geçtikten sonra, Gelgeç?ten yürümeye başladı. Burası; karşılıklı konak ve evlerin çatı sundurmaları ile üzeri kapanmış olan daracık bir yoldu. Yolun orta yerinde havalandırma açıklığı olan bu yol Sığırcıların Konağına kadar devam ediyordu. Gelgeç?in giriş ve çıkışlarına yakın yerlerde, yanan kandillerin aydınlattığı yolun sonunda, Ahı Paşalar?ın bahçesindeki küçük hamama gelen aşina çehrelerle karşılaşan Süleyman Efendi; Ulu Cami avlusuna, Mahkeme Çarşısı tarafındaki büyük kapıdan girdi. Bahçedeki sık ve uzun selviler gür yapraklarıyla yeşile bürünmüşlerdi. Kulaklarını, sırayla dizili lülelerden akan suyun sesi doldurdu. Cemaatin bir kısmı abdest alıyor, bir kısmı da kuyunun çevresindeki tahta peykelere oturmuş sohbet ediyorlardı. Süleyman Efendi?nin verdiği selamı oradakiler saygıyla aldılar. Taş basamaklardan ağır ağır indi. Basamakların bitiminde, camiinin giriş kapısına kadar, zemin beyaz sal taşlarıyla kaplıydı ki bunlar bir veya iki metre kare kadar genişlikte, on santim kalınlığında olan düzgün taşlardı. Sıcak yaz günlerinde, cami görevlileri derin kuyudan çektikleri buz gibi soğuk sularla taşları yıkayarak etrafı serinletirler, cemaatin de duasını alırlardı. Süleyman Efendi, minarede okunan ezan sesiyle taze otların yeşerdiği caminin toprak bacasında, yem serpilmesini bekleyen güvercin ve serçelerin kanat çırpınışlarını görerek, kışın yem bulamayan kuşlara buğday alınmak üzere, Ulu Camii?nin vakıf gelirinden para verilmesi geleneğinin ne kadar güzel bir hareket olduğunu düşündü. Camiyi yaptıran, yapan ve tamiri ile meşgul olanları hürmetle andı. Yanan

kandillerin loş ışığında cemaat Kur?an dinliyordu. Huşu içinde hasırlar üzerine serili olan kilimlere sessizce oturdu. Tavandaki kalın çam ağacından yapılmış yuvarlak kirişlerde yankılanan Kur?an?ı dinlemeye başladı. O gün içinde bir sıkıntı bir endişe ve huzursuzluk vardı ki sebebini bilemiyordu. ?Farkında olmadan bir günah mı işledim? diye düşünmekten kendini alamadı ve tövbe istiğfar etti.

Elli sütunlu kemerler üzerine kurulmuş koca caminin yarısına yakın bölümünü dolduran cemaat, farz namazını kılmak için saf olmuşlardı. Kıyamda, imamın okuduğu uzun ayet sırasında Süleyman Efendi geçmişi düşündü. Ne kadar çok duası kabul olan imanlı, ihlaslı kullar vardı. Bu kulların dürüst, hileden uzak ve çalışkan yaşayışlarından, onların duaları hürmetine, ordularımızın muzaffer, kazançların bereketli, memleketimizin afet ve felaketlerden korunduğunu düşündü. ?Artık, duasıkabul olan kulların kalmadığını, bundan sonra, gelecekteki nesillerimizin hali ne olacak Ya rabbi, onların sen yardımcısı ol Allah?ım? diye içinden geçirdi.

Namazın selamı verildi, tesbihler çekildi, dualar edildikten sonra cemaat yavaş yavaş camii?den ayrılmaya başladı. Süleyman Efendi?de dalgın ve düşünceli, camiiden çıkarak merdivenlere doğru yürüdü. Üçüncü basamaktaydı ki birinin hafifçe koluna dokunarak ?namazda düşündüğün kişilerden, senin safında en az yedi kişi vardı, üzülme, müsterih ol? dedi. Süleyman Efendi hiç tanımadığı bu sesle irkildi ve sesin geldiği yana döndüyse de kimseyi göremedi. Gönlü tarif edilemez bir sevinçle doldu. Vecd içinde tekrar camiiye girdi. Şükür Namazı?na niyet ederken, Hızır Direği olarak bilinen yerde namaza durduğu tesadüfüne de akıl ve sır erdiremeyerek, Yüce Allah?a hamd-ü sena ile huşu içinde yöneldi.



Anahtar Kelimeler: 0