TARİHİN TARİHİ

TARİHİN TARİHİ

TARİHİN TARİHİ

            İçinde bulunduğumuz yerel ve bölgesel sorunlar (çözüm süreci, Suriye vb.) sarmalı tarihin bize miras bıraktığı, tarihi sürecin meyvesi olan bir yapılanmadır diyebiliriz. Tarihi süreçte bu sorunları anlamak ve çözümlemek tarihi bir bilgi birikimine ihtiyaç hissetmektedir. Bu birikimden önce tarihin durduğu yeri, Dünya`da millet ve devletler bazında ifade ettiği anlamı anlamak daha önemlidir. Tarih şuuru oluşturamayan milletlerin tarihin silik hanelerinden sessizce seyrüsefer ettiklerini görmek çok zor olmayacaktır. Tarih ilmini dikkate almayanların tarihin ne kadar ehemmiyeti haiz olduğunu görmek bir başlangıç olabilir. İnsanın sosyal tecrübesinin tümü, yaşanmış, yaşanılan ve yaşanılacak olanların toplamı; geçmiş şimdi ve geleceğin bütününe tarih diyoruz. Zaman ve mekanla kayıtlı olan insan hayatının tümü tarihtir. Bu tanımlarının dışında da tarihin bir çok benzer ve değişik tanımları yapılmıştır. Geçmişte olan olayların aktarılması şeklinde basit bir yapıya irca edenlerin yanı sıra tarihin toplumlar için ifade ettikleri anlamlara göre tanımlar da yapılmıştır. Geçmiş duygusu bizi öylesine çevrelemiştir ki sanattan edebiyata, dilden düşünceye, politikadan ekonomiye, sağlıktan spora, meteorolojiden jeolojiye, reklamcılıktan gıda sektörüne kadar insana doğaya ve evrene ilişkin her şeyi ancak geçmiş bağlamında ele aldığımızda kavrayabilir ve anlamlandırabiliriz. Tarihi umursamadığını iddia eden insanlar bile attıkları her adımda tarihe dayalı varsayımlar geliştirmek zorunda kalırlar.Bu durum tarihin vazgeçilmezliğini ve her alanda dikkate alınması gereken bir yapı olduğunu hatırlatmaktadır. Hikayeci, öğretici ve araştırmacı diye tasnif de edilebilen tarihin bilim olup olmadığı devamlı surette tartışma konusu olmuştur. Fakat tarih bilim olsa da olmasa da insanların siyasi, sosyal ve ekonomik hayatlarını etkileyen bir yapıyı oluşturmuştur."Modern tarih ilminin ortaya çıkışına kadar insanlar tarihi başlıca iki maksatla kullanıyorlardı. Bunlardan birincisi yaşanmakta olan hayatı geçmişle temellendirmek suretiyle ona bir meşruluk kazandırmak, bir mana vermekti.Bu yüzden yakın zamanlara kadar yazılan tarih hanedanların tarihi olmuştur.Bunlar her ülkede haki olan zümrenin bu hakimiyeti nasıl hak ettiğini gösteren olaylarla doludur Aynı şekilde, sosyal hayatın kaidelerine ve özellikle ahlak düzenine kutsal bir dayanak sağlamak da bu maksat içindedir. Buna kısaca ?otoriteyi ayakta tutma gayreti? denilebilir. Bu otorite idareci zümrenin otoritesi olduğu kadar ahlakın, örf ve adetlerin otoritesi de olmaktadır. Nitekim Türk Devlet Geleneği doğrultusunda meşruiyet arayışında olan Türk Devletleri kendilerine bu meşruiyeti tarihi bir anlamda aramışlardır. Osmanlı Devleti`nin ilk yüzyıllarındaki tarih yazıcılığının bu bağlamda meşruiyeti ispat etme amacına yönelik olması önemli bir örnektir.Selçuklu devamı olduğu ve Oğuzlara dayandığının sıkılıkla tarihlerde anlatılması bu bağlamda zikredilebilir. Bu sadece Osmanlı için olmadığı ve diğer Türk Devletleri içinde geçerli olmasının dışında genel olarak Dünya devletleri için de geçerli bir durumdur. Efsaneler ve destanlarla, hikayeler ve şiirlerle desteklenen bu süreç çoğu devletin meşruiyet ihtiyacına yönelik bir tarih anlayışının tezahürüdür. Tarihin ikinci gayesi geçmişe bakarak gelecek hakkında kehanette bulunmak, kaderin neden ibaret olduğunu anlamaktı. Bununla bağlantılı bir şekilde insanların tecrübe kavramı etrafında edindikleri bilgilerin geleceği yorumlama da ve bu doğrultuda karşılaşılan durumlarda davranış belirlemelerinde etkisi olduğunu da söyleyebiliriz. Nitekim Tarih felsefesi, tarih ilmini "ders ve ibret alma usulleri edindirme" olarak ta tanımlar. Tarihte meydan gelen olayların insanın geçmişinde yaşadığı olaylardan yola çıkarak edindiği deneyimlere göre davranması gibi, tüm insanlık bir tarih birikimi etrafında geleceğine yön vermeye çalışır. Nitekim "Sosyal olaylar hakkındaki düşüncemiz genellikle kendi hayatımız boyunca edinmiş olduğumuz tecrübelerimize dayanır.Rastladığımız olayların daha önce rastlamış olduğumuz benzeri olaylar üzerinde düşünerek bunlardan bazı sonuçlar çıkarır;sonara yeni olaylarla eski olaylar arasında gördüğümüz benzerlikler ölçüsünde bu sonuçları yeni duruma uygularız. Tarihin diğer bir önemli özelliği de tarihi bir şuur anlamındadır. Yukarıda belirtilen durumla bağlantılı olarak dünyayı ve hayatı anlamlandırabilme yolunda önemli bir yapıya sahiptir. Her insan bu şuura sahip olduğu üzere gelişme sürecinde önemli bir yerdedir diyebiliriz. Bu şuur aynı zamanda devletin unsurlarını belli bir amaç etrafında toplamak adına milli bir tarih şuuruna doğru da evirilmektedir. Milli devletlerle birlikte bu durum daha belirgin bir şekilde ortay çıkmıştır.Bu anlamda benliğini koruma kaygılarına da konu olmuştur. Tabii ki bu durum modern zamanlarda daha çok ortay çıkacaktır. Avrupa`nın modernleşme sürecine girmesi ile bu sürece hegemonik bir biçimde dayatması eski tarih anlayışının yeni bir tarzda ortaya çıkmıştır. Tanrısal bir düzenin yerine kurulacak bir düzenin altyapısını oluşturmak amacı bu anlayışın temelini oluşturmuştur. Modern dönem tarih anlayışının tam olarak tarihlemesi yapılamasa da aydınlanmanın ve modern tinin ortaya çıkmasının bunda etkili olduğu söylenebilir.Burada değişen şey Tanrısal tarihin yerine insan merkezli bir tarih algısının yerleşmesidir. Descartes?le başlayan bireysel akılcı tutum ve aydınlanma tininin Tanrıyla olan sorunsalı doğal olarak insan merkezli bir tanımlamayı ortaya çıkarmıştı. Bu süreçle at başı giden bir süreçte yeni bir kimlik arayışının da etkili olduğunu görüyoruz.Nitekim doğal alarak insanlar hem kişisel bağlamda hem de toplumsal ya da milli yapılarla ilgili olarak kendilerini köklendirmek, belli bir tarihe bağlamak isterler. Devletler muvazenesinde kendilerinin yerini ispata yönelik bir çaba olarak ta bunu görebiliriz. Bu da antropoloji, filoloji, kültürel ve etnik tarihçilik bağlamında oluşan bilimsel araştırmaya yönelik oluşumlar bu amaca yönelik olarak Avrupa`da çoğalmaya başlamışlardır. Kendi etnik kökenini arayan ve milletleşme sürecinde tarihi köken inşa etme yolunda suni destan ve efsaneler oluşturmuşlardır. Bir kahraman ve milli bir düşman üzerinden inşa edilen bir milliyetçilik amacına yönelik bir tarih anlayışı hakim olmuştur.Nitekim "Milli Tarih cereyanlarının milliyetçilik hareketleri ile birlikte gelişmesinin başlıca sebebi işte budur. Milletler, milli tarihlerinin eseri olarak kendilerinin bağımsız, milli özelliklere sahip varlık bütünleri olduklarını idrak etmektedirler. " Fransız ihtilalinin yaydığı milliyetçilik bu durumu daha ileri boyutlara taşımıştır. Aynı zamanda Avrupa`nın bu gelişim ve yayılma/sömürgecilik sürecinde amaçlarını gerçekleştirmek adına toplumları kurmaya çalıştığı düzene teşne, onu bozmaya yeltenmeyecek veya bunu başaramaması için yeni bir tarih tezini ortaya koymuş; bunu baskıcı ve dayatmacı bir şekilde yaygınlaştırmıştır. Bunu bir siyasal mühendislik olarak da ele alabiliriz.

Anahtar Kelimeler: 0