SİVAS’LI AHMET’ in KÖPRÜ HİKÂYESİ (2)

SİVAS’LI AHMET’ in KÖPRÜ HİKÂYESİ (2)

(GEÇEN HAFTADAN DEVAM)

İnşaatında çalıştığım bina, yedi katlı bir apartman olacak. Önceki gün buraya bir sendikacı geldi. “hepiniz bizim sendikaya yazılın” dedi. “yazılın ki güçlü olalım, sömürülmekten kurtulalım” dedi. Ona sordum: 
-Kayıtlı olduğum sendikadan çıkıp senin sendikaya girersem kazancım ne olacak? Sizin ne farkınız var?
-Bir kere biz devrimci sendikayız, dedi. Bizi destekleyen güçler fazladır, örneğin üniversiteler ve de tüm öğrenciler bizi destekler. Biz işçinin hakkını kimsede bırakmayız, işvereni susta durdururuz. Sonra, devrimci işçilere, eylemci işçilere, sendika ayrıca maaş verir.
-Devrimci olunca ne oluyor, neyi deviriyorsunuz?
-Bir kere işçiye biz, maaşla birlikte bilinç veriyoruz. Şimdi sen şu kan ter içinde çalışarak yaptığın, yedi katlı apartmanın en küçük dairesinde oturabilir misin? Oturamazsın! Şu Aksaray Geçidinin yer altı dükkânlarından birini istersen alabilir misin? Alamazsın! Tersanedeki işçiler yaptıkları büyük gemilerde seyahat edebilirler mi? Edemezler bizim devrimci sendikamız işçilere işte bu hakları kazandıracak. 
-Bey, işçinin her yaptığı kendine mi olacak, o zaman kim ne yaptırır bize? Şu Boğaz Köprüsünü, şu asfalt yolları, şu hastaneleri hep işçiler yapıyor…
Benim gibi işçilerin köprü neyine! Doğu da memleketin bin sorunu var, onlar 7 milyara köprü yaptırıyorlar. İşte biz buna engel olacağız. Köprünün yapımına engel olacağız yani, yaparlarsa devireceğiz, yedirmeyeceğiz onlara yedi milyarı!...
-Yedi milyar değil bey, 500 milyon!
-500 milyon mu? Ben diyeyim yedi milyar, sen de yetmiş milyar ve de bu parayı borç veren yabancı ülkeler, çocuklarımızdan, torunlarımızdan alacaklar bunu. Sen hiç düşünme hemşerim, yoldaşım, köprünün masrafına karışmak istemiyorsan, al şu kâğıdı yarın bizim sendikaya gel, beni bul!
Adama bir şey diyemedim. Demek ki yapılmasını gönülden istediğim, bunca arzuladığım köprü benim yararıma değil, zararıma imiş. İstemekten vazgeçsem mi?
Günlerden beri köprüyü möprüyü unutmuştum. Unutmuş değildim de ümidimi arzumu yitirmiştim. Köprü deyince aklıma bir kara düşünce geliyordu, bir de aydınlık. Fakat ne aydınlık kara düşünceyi aydınlatıyordu. Ne de kara düşünce aydınlığı gideriyordu.
Bir gün, otobüsle geçerken Ortaköy Camiinin minaresinden de yüksek bir kule çarptı gözüme. Sonra her geçişimde baktım ve her gün uzayıp gittiğini gördüm. Haftalar, aylar geçti. Derken, Beylerbeyi’ndeki ayaklar da büyüdü.
Hey babam hey! Minare üstüne minare! Gökleri delecek kadar yükseliyor, ben o kulenin en tepesine çıksam, elimde bir bayrak… Urumelihisarına sallasam, İstanbul’a şöyle bir tepeden baksam! Bir gün çıkarım o kuleye…
Ben Hisarüstü’nde otururum. Sabahları erken kalkar Eminönü’ne giden otobüse binerim. Niçin erken kalkarım? Otobüsün sol tarafında bir yer bulmak için. Yol boyunca her boşluktan, binaların arasından, vadilerin içinden köprüyü görmeliyim. Köprünün ayakları öyle muazzam ki, her boşluğu o dolduruyor, her aradan o görünüyor ve ben hiçbir gün köprüye bakmadan, yolumun üzerinde göründüğü her yerde başımı ona çevirmeden geçmiyorum. Zincirlikuyu’yu geçtikten sonra geçitlerin oraya gelince epeyce heyecanlanıyorum. Çünkü köprü geçitlerin oradan pek güzel görünüyor ve oraya gelince anlıyorsunuz ki, bütün yollar köprüye gider.
Çalıştığım inşaatta genç bir mühendis var. Bir gün “Bütün yollar Romanya’ya gider” gibi bir laf etti. Ben de diyorum ki, “bütün yollar köprüye gider” inanmayan İstanbul’un iki yakasından uzaklaşıp şehir dışına çıksın. İsterse Gayrettepe’den, Mecidiyeköyü’nden, isterse Haliç’ten geçip taa Trakya’ ya kadar gitsin. İsterse Üsküdar’dan Beylerbeyi’ne taa Anadolu’ya gitsin, görecektir ki, bütün yollar köprüye gider. Eee, bu kadar yolu birleştiren bir köprüye köprü derim ben! Vapur yolları da hep köprüden geçer. Karadeniz’den Marmara’ya, Marmara’ dan Karadeniz’e geçip duran vapurlar, mutlaka köprünün altından geçecekler ve nöbetçiler köprüden bakıp hepsini iyice görecekler. Dahası var: İstanbul’ a gelen uçaklar da evvela köprüyü görecek ve kanatları köprüye takılmasın diye daha bir yüksekten uçacaklar. 
Dün memleketin bir “sorun” meselesiyle karşı karşıya kaldım. Evet, ya! Memleket meselelerini ben de düşünürüm, ben de görürüm… Ve de anlarım. Belki az anlarım. “Karınca kararınca” derler ya, öyle anlarım: Kumkapı’da idim. Deniz kıyısında gezmek ve orada bir arkadaşla buluşmak için gitmiştim Kumkapı’ya. Baktım, Sarayburnu’na doğru uzayıp giden bir kamyon kuyruğu var. Kiminde şöför uyukluyor, kiminde şöför muavini yemek yiyor. Hepside dolu. Sandıklar, makineler, inşaat malzemesi ve nice eşya ile dolu. Bekleşiyorlar orada. “neden bekleşirler?” diye sordum arkadaşıma.
-Bilmiyor musun? Dedi. Araba vapuruna girmek için bekliyorlar. Burası yaz kış hep böyledir, sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar beklerler.
-Hımm! Nereden gelip nereye gidecekler?
-İstanbul’dan bütün Trakya’dan, Avrupa’dan geliyorlar, Anadolu’ya geçecekler.
-Hımm! Ya Anadolu’dan bu yana geçmek isteyenler?
-Onlar da karşıda bekliyor tabii. Bir de Kabataş’la Üsküdar arasında işleyen vapurları bekleyenler var…
Sarayburnu’na doğru epeyce yürümüştük. 
Birden durdum. Arkadaşımın kolunu çekip:
-Gel dedim, geri dönüyoruz, bu kamyonları sayacağız!
Yüzüme alaylı alaylı baktı:
Sana ne yahu, malın değil ki sayasın!
-Hımm! Büyük bir mesele bu, memleket meselesi!
Ve geri döndük. En sondaki kamyonun yanına geldim. “bir” diye başladığım anda, geriye iki kamyon daha yanaştı. Ben de “üç” diye başladım. Yürüdükçe saydım, saydıkça yürüdüm. Elli.. yüz.. iki yüz..üç yüz.. derken bir de baktım ki yalnız kalmışım, arkadaşım beni bırakıp dönmüş. Dönsün! Bu meseleye benim gibi eğilmek gerek. Bu kamyonları kimse benim gibi tek tek saymamıştır. Kimse Kumkapı’dan Eminönü’ne kadar kamyon saymak için yürümemiştir. Otomobille geçenler saymak isteseler doğru dürüst sayamazlar. Devam ettim yürümeye ve de saymaya. Sarayburnu’ na yaklaştığım zaman bir de otobüs sırası başladı.
Sözün kısası, ben Eminönü’ ne kadar yürüdüm ve hepsini saydım: 480 kamyon, 65 otobüs! Ne eder? Tam 545. Bir o kadar da karşıda bekler mi? Bekler bir o kadar da Kabataş ve Üsküdar’da bekleşen otomobiller var mıdır? Vardır. Öyleyse şu sorun dedikleri meseleye: Köprü yapıldıktan sonra bunların hiçbiri beklemeyecek, köprünün üzerinden geçip gidecekler. Hem de buradan değil, Haliç’ten, Gayrettepe’ deki asma yoldan ve de sayısız geçitlerden gelip gidecekler. Demek ki, köprü bir memleket meselesidir ve de bütün yollar köprüye gider, Romanya’ ya değil!

(DEVAMI HAFTAYA)



Anahtar Kelimeler: SİVAS’ AHMET’ KÖPRÜ HİKÂYESİ ()