SITKINAN SEVDİM

SITKINAN SEVDİM

SITKINAN SEVDİM

Ben Kadir Gecesi?nde memleketimin Hamamcı Oğlu Hamamı?nda dünyaya geldim. Anam, beni Seyran Tepe?den getirdiği höllüğe kundak edip beledi. Ninni yerine ağıtlar yakıp uyuttu beni. Meydan Camii?nin karşısındaki dükkânında, berberler Şeyhi Ahi Rıfat usta dualı ağzıyla kulağıma ezan okudu, adımı koydu. On günlükken saçlarımı kestikten sonra kuyumcu terazisinde tarttığı saçımın ağırlığınca dedemin aldığı altını Rıfat Usta, para kesesine korken el açıp hayırlı evlat olmam için dua etti bana.?

Anam beni, Tavra Deresi?nden gelen kepenek suyu ile çimdirdi; memleketimin toprağı beşiğim oldu. Buranın toprağında uyuyarak büyüdüm. Bilge büyüklerim, insan olmanın adabı muaşeretini bir makamda, bir büyük karşısında, yeri gelince susmanın, insan koruyup sevmemizi, geleneklerimizi yaşatmamızı öğütlediler. Beyinlerimize öğrenmenin tohumlarını ektiler. Bizi, bu memleketi sevmenin divanesi ettiler.

Memleketimin taşını toprağını, nazlı nazlı akan derelerini, sel olup coşan ırmaklarını sevdim. Diz boyunu aşan karını, dondurucu ayazlarını, Merekümden esen yelini sevdim. Memleketimin parke taşlı caddelerinde, bir dolaşık saç gibi karışık sokaklarında, bıkmadan usanmadan gezmeyi sevdim. Daracık çamurlu sokaklarındaki kerpiçten yapılmış bacalarında, loğ taşı olan ufacık fukara evlerini, ihtişamlı duruşuyla mahalleyi zenginleştiren kanatlı kapılı konakları sevdim. Köşe başlarındaki çifte lüleli pınarlarından su içmeyi; dinlenme taşında oturup pınardan akan suyun sesini dinlemeyi sevdim. Ayranı yudum yudum, suyu gözeden eğilerek içmeyi sevdim. Mevsimlerden sonbaharı, esen fırtınaların sesini, yerlerde sürüklenen hazan yapraklarının rengini, çiseleyen yağmur altında ıslanmayı sevdim. Türkülerin en acıklısını, ağıtlar yakan anaların gözyaşlarına ortak olmayı sevdim. Çarşılarında, pazarlarında, hanlarında, bedestenlerinde; ihmal götürmez bir ustalıkla mal üretip, çırak yetiştiren bir Selçuklu, bir Osmanlı ağırbaşlılığıyla müşterilerine hizmet sunan memleketimin kanaatkâr esnaflarını sevdim. Güz mevsiminin gün batışı akşamlarında, Tanrıyla baş başa kalmak için sessizleşen Paşa çayırı ?ndaki çoban ateşi dumanlarının gökyüzündeki miracını sevdim.

Alaca bürüklü anaların, renk renk iplerle, nakış nakış, desen desen dokudukları, çoraplardaki, kilimlerdeki anlamlı ifadeleri sevdim. Elleri tesbihli, saçları kınalı ninelerin, gökyüzünün sonsuzluğuna el açıp boyun bükerek dua edişlerindeki hallerini sevdim. 1059 senesinde memleketimin kalesine dikilen bayrağımızın günümüze kadar dalgalanmasındaki ahengi sevdim.

Atalarımızın emanet bıraktığı kadim camilerde, yürek dağını içlerinde gizlemeyi bilen bazı gönül müminleriyle saf tutup, namaz kılmanın manevi hazzını sevdim. Mübarek günlerde, minarelerde yanan kandilleri sevdim. Tahtadan yapılmış ezanlıklı mahalle mescitlerindeki peykelere oturup , ezan vaktini bekleyen müminlerle sohbet etmeyi sevdim. Az kazanınca kanaat edip şükretmeyi, ikbal tasniflerinde başlarda olmak yerine, sonlarda olmayı sevdim.

Peygamber Efendimizin tıraşını yapan berberlerin piri ? Selma-ı Farisi? Hazretlerinden beri süre gelen ahilik geleneğinin şehrimizdeki son temsilcisi Ahi Rıfat Usta idi. Onun zamanında bir çocuk dünyaya geldikten üç gün sonra aksakallı dedeler, alaca bürüklü nineler, torunlarını Rıfat Ustanın Meydan Camiinin karşısındaki berber dükkânına getirirdi. Usta abdest tazeledikten sonra çocuğu kucağına alır, yönünü kıbleye döner sağ kulağına ezan okur, sol kulağına kamet getirir, ses tonunu biraz yükselterek çocuğa konulan ismi kulağına söylerdi. Daha sonra kız erkek fark etmeksizin, Rıfat Usta çocuğun saçlarını keser, bu saçlar kuyumcu terazisinde tartıldıktan sonra gramı karşılığında alınan altın ve ya gümüş ustaya verilirdi. Berber Rıfat Usta ?nın 1943 senesinde vefatından sonra maalesef bu gelenekte unutuldu.



Anahtar Kelimeler: 0