OSMANLI TOPRAK SİSTEMİ NASILDI?

OSMANLI TOPRAK SİSTEMİ NASILDI?

OSMANLI TOPRAK SİSTEMİ NASILDI?

            İslam dünyasında ?ikta? sistemine ilk defa II. Halife Hz. Ömer?in hilafeti zamanında (634-644) tesadüf edilir. Hz. Ömer?in yönetimi zamanında, İslami fetihler oldukça hız kazanmıştı. Bu fetihlerle İslam devleti hızla genişlerken, savaş ve fetih dolayısıyla sahipsiz kalan yerlerin(toprakların), devlete ait vergilerini ödemek şartı ile, şahıslara terk edilmesinden doğan ve ?ikta? sistemi adı verilen bir toprak sistemi ortaya çıkar.

            Hz. Ömer, Irak yöresinde Sasani hanedanına ve özel şahıslara ait olup, savaş ve istiladan sonra sahipsiz kalan yerleri şahıslara ?ikta? etti. ?İkta? ya da ?eqta? ıstılahları(terimleri), Arapça?da ?dağıtım? anlamına gelir. Bu terim; ? bir kişinin mülkiyetinde olmayıp, devlete ait olan toprakların vergilerinin veya gelirlerinin asker veya sivil erkana hizmet ve maaşlarına karşılık olarak verilmesi? olarak tanımlanabilir.

            ?İkta? sistemi bu zamandan sonra pek çok İslam ülkesinde uygulanır. Bu sistem, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletlerinde de uygulanmıştır. Osmanlı?da ?Miri? yapı adıyla uygulanan bu sistem, Anadolu Selçuklu devletinde uygulanan toprak rejiminin bazı ufak tefek düzeltmeler yapılarak  uygulanmasıyla ortaya çıkar. Bu sistem, temel olarak ?mülk Allah?ındır? temel ilkesine dayanmaktaydı ve toprakların mülkiyeti devlete aitti.

            Osmanlı rejimi, ortaçağın ana üretim aracı olan toprağı üç ayrı şekilde ele alıp düzenlemiştir: Öşriyye, Haraciye ve Arz-ı Miri.

            ?Öşriyye? adı verilen topraklar, fetihten önce yerli Müslümanlara ait olan, yahut sonradan Müslümanların yerleştirildiği topraklardır. Öşriyye?nin özelliği, işleyenin Müslüman olması ve toprağın tam mülkiyetine sahip bulunmasıdır. Bu topraklar, satılabilir, İslam miras hukukuna göre parçalanabilir, istendiği şekilde tasarruf edilebilirdi. ?Öşriyye? topraklarını işleyen halk, vergi olarak mahsülün(ürünün) üzerinden hesaplanan ve ?öşür? olarak adlandırılan bir vergiyi devlete ödemek zorundaydılar. ?Öşür? sözcüğü, ?ondalık? veya ?onda bir? anlamlarına geliyordu.

            Haraciye? adı verilen topraklar ise, bir yerin fethinden sonra yerli gayri müslüm halkın mülkiyetine bırakılandı. Toprakları işleyenler, bu araziler üzerinde her çeşit tasarruf hakkına sahiptiler.? Haracı Mukassema? adıyla öşür ve ?Haracı Muvazzaf? adıyla arazi vergisi ödemek zorundaydılar.

            ?Arz-ı Miri? toprak özelliği ise, bu toprakların mülkiyetinin doğrudan doğruya devlete ait olması, bu topraklardaki köylünün bir çeşit kira bedeli şeklinde ödediği verginin devlet  tarafından bazı makam ve kişilere görevlerinin karşılığı olarak bırakılması; toprağı işleyen köylünün ?bir kiracı? niteliği taşımasıdır. Osmanlı?da hakim toprak rejimi ?Miri?ydi.

            Ortaçağ?da Avrupa?da hakim olan yapı ?feodal? düzendi. Feodal düzen, ?derebeylik? düzeni olarak da adlandırılabilir. Bu yapıda, etrafı aşılmaz kalın surlarla ve şatolarla çevrili  yerleşim birimlerinde yaşayan ve  serf(toprak kölesi) olarak adlandırılan çiftçiler tarımsal üretim yaparlardı.Bu düzende, koruyan/korunan(süzeren/vassal) ilişkisi vardı. Bu sistem, dışarıya kapalı bir sosyo-ekonomik bir düzendi. Serflerin efendileri konumunda olan, soyluların oluşturduğu ve ?senyör? adı verilen bir sınıf vardı. Ayrıca, şövalyeler adı verilen şilahşörler grubu, köylüleri dış tehdit ve tehlikelere karşı korurdu. Derebeyler özerktiler ve gevşek bağlarla o ülkenin hükümdarlarına bağlıydılar. Merkezi devlet yapısı güçlü değildi, yerellik hakimdi. Toprak mülkiyeti tamamen feodal beylere aitti. Toprağı işleyen köylüler olan serfler ise hemen hemen  hiç bir hakka ve hukuka sahip değildiler.

            Adeta tüm ortaçağ Avrupa?sıyla özdeşleşen feodalizmin dayandığı ekonomik  yapı oldukça basitti: Soylulara ait topraklarda boğaz tokluğuna çalışan serfler, tarımsal üretimi gerçekleştiriyorlardı. Serfler, hiçbir hakka sahip değillerdi. Serflerin kölelerden tek farkları ?alınıp satılamamalarıydı?.Evlenmek için bile efendilerinden izin almak zorundaydılar. Ana üretici güç topraktı. Tarım gelişmişti. Ticaret gelişemediği için uzmanlaşmış bir ekonomi ve gelişmiş bir işbölümü yoktu. Üretim toprak vasıtasıyla olduğundan, zenginliğin ölçüsü topraktı. İlave olarak, taşınabilir servet olgusu gelişmemişti. Sermaye birikimi çok kısıtlıydı ve ?artı ürün? üretimi yoktur. Gerçekleştirilen üretim, insanların günlük azami ihtiyaçlarını karşılamaya yönelikti. Her derebeylikte, ancak kendi kendine yeten ve dışarıya kapalı bir ekonomik sistem vardı. Feodal ekonomik yapıda ekonomik rekabet yoktu ve ?piyasa? kavramı gelişmemişti. Feodal ekonomi, ?kendi kendine yeterlik? ilkesi etrafında  oluşmuştu.

            Feodal düzenin siyasi yapısı ise şöyleydi: Toplumsal ve sınıfsal katman bir piramidi andırır: En üstte kral(veya imparator), altında ise kendisine bağlı soylular, bu soyluların altında ise daha başka soylular bulunur. Bu toplumsal hiyerarşik düzenin en altında ise serfler vardır. En geniş sınıfı bu topraksız köylüler(serfler) oluşturur.

            Avrupa denizciliğin gelişmesine paralel olarak Amerika kıtasının ve yeni ticaret yollarının bulunması(örneğin Ümit Burnu?nun keşfedilmesiyle doğuya  yeni ticaret yolu) ve bulunan yeni kıta(Amerika) talan edilen kıymetli madenlerin(altın, gümüş vesaire) ve servetin Avrupa?ya taşınması, burada ilkel kapital(servet) birikimini sağlamıştı. Bu gelişmelere paralel olarak Avrupa?da ticaret gelişmeye , bir tüccar ve giderek burjuva sınıfı oluşmaya başlamıştı. Fakat, gelişmekte olan bu yapının önündeki en büyük engel derebeylik yapısıydı. Etrafı kalın surlarla, kalelerle ve şatolarla çevrili derebeylik düzenini ele geçirmek ve yıkmak o zamanın silahlarıyla mümkün olmuyordu.

            Fakat, XV. Yüzyılın sonlarına doğru ateşli silahların gelişmesine koşut(paralel) olarak surları yıkacak güçte topların geliştirilmesi feodal düzeni sona erdirir. Kendi dışına kapalı sosyo-ekonomik yapılar olan Feodal düzenin parçalanması, Avrupa?da merkezi yapıyı güçlendirmiş, açık pazarlar oluşmaya başlamıştır. Artık ticaret son sürat gelişmeye ve bunun sonucunda, kuvvetli bir ?Burjuva? sınıfı oluşmaya başlar. Fakat, kapitalist düzenin tamamen oturması için, feodalizmle özdeşleşmiş ve toplum üzerinde çok güçlü bir konumda olan Katolikliğin ve dolayısıyla ?Kilise? kurumunun tasfiye edilmesi gerekiyordu. Bu da ?reform? sürecinde Martin Luther ve Jean Calvin?in  oluşturdukları ?Protestanlık, Kalvenizm ve Anglikanizm? mezhepleri vasıtasıyla sağlanır. Ünlü sosyolog Max Weber, ?Protestanlığı, kapitalizmin ruhu olarak? değerlendirir. Protestanlık, kapitalizmin istediği zihniyet iklimini sağlamıştı. Bu mezheplere göre; ?çalışıp para kazanmak, sermaye biriktirmek dinsel bir ibadet olarak görülür?. Bu mezhep sayesinde din(Hıristiyanlık), toplumsal hayattan kovulmuş ve   ?Tanrıyla insanın vicdanı arasındaki bir meseleye? indirgenmiştir. Artık büyük oranlarda artı üretim ve giderek sanayi ve teknoloji gelişmeye başlar.

            Osmanlı İmparatorluğu tarafından bir yer fethedildiğinde o yerin hemen toprak ve nüfus dökümü yapılır, bu veriler ?tahrir defterlerine? işlenirdi. ?Tahrir? sözcüğü, ?kaydetme?, ?kayıt, tescil, deftere geçirme ve kadastro? anlamlarına geliyordu. Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren toprak sahiplerinin, vergi yükümlülerinin sayısı ?tahrir defterlerine? kaydedilirdi.

            Devlete ait kayıtlı geliri 100,000 akçeden fazla olan dirliğe ?has?; 100,000 ila 20,000 akçe arasında olan dirliğe ?Zeamet?; 20,000 akçe ile 3,000 akça arasında olanlara ?Tımar? adı verilirdi.?Has? vezir, beylerbeyi, sancakbeyi gibi en üst düzey yöneticilere; ?zeamet? kethüdalara, alay beylerine, kale dizdarlarına, saray kapıcıbaşılarına, Divanı Hümayun katip ve başkatiplerine, defterhane ve hazine katipleri gibi orta düzey devlet görevlilerine verilirdi.

            Geliri 3,000 akçeden 20,000 akçeye kadar olan dirliğe ?tımar? denirdi. ?Kılıç hakkı? denen ilk 3,000 akçeden sonra her 3,000 akçe için dirlik sahibi bir cebelü?yi (zırhlı ve atlı asker) beslemekle ve sefer zamanları sefere ve savaşa götürmek zorundaydı.

            Bu sistemde devlet görevlilerinin hizmet karşılığı, genellikle ?nakit maaş? olarak değil, belirli bir vergi ödeyicisi topluluğunun vergilerini toplama hakkı şeklinde kendilerine sağlanmaktaydı. Miri toprak geliri kendilerine bırakılan ?asker-memurlar?, bir devlet memuru niteliğiyle, köylüye iyi bakmak ve toprağın verimli işletilmesini gözetmekle yükümlüdürler.( Osmanlı toprak sistemiyle Avrupa Feodal toprak sisteminin karşılaştırması ve Avrupa?nın niçin kapitalist düzene geçtiği, Osmanlı?da büyük sermaye birikiminin niçin ortaya çıkmadığı sorularının detaylı analizleri diğer bir yazıda yapılmaya çalışılacaktır ).

            Anadolu ve Akdeniz üzerinden geçen uluslararası ticaret yollarının coğrafi keşifler sonucunda yön değiştirmesi, Osmanlı Devleti?nin, bu ticaret yollarının kendi topraklarından geçtiği dönemlerde sağladığı kazancı yitirmesine sebep olmuştu. Ayrıca, İran, Hindistan, Venedik, Fransa, İngiltere ve Rusya?dan ithal edilen ticaret mallarına, altın ve gümüş paranın akıp gitmesi ve fazla ham maddelerin dışarı gönderilmesi, Osmanlı ekonomisinin ve hazinesinin  ? gelir-gider dengesinin?  giderek bozulmasına  sebep olmuştu.

            Bütün bu negatif gelişmelere ek olarak, Avrupa?da bilim ve teknoloji alanlarına görülen büyük ilerlemelere paralel olarak savaş teknolojisindeki gelişmeler, Avrupa ordularını Osmanlı orduları karşısında daha ?kuvvetli? hale getirmiş, bu durum ekonomisi ?üretim? yerine ?ganimet gelirlerine? endeksli Osmanlı hazinesinin gelirlerinde ?hatırı sayılır? bir azalmaya sebep olmuştu.

            Osmanlı ekonomisinde yukarı sayılan sebeplerden dolayı meydana gelen olağanüstü gelir azalmalarına çare arayan Osmanlı bürokrasisi ve egemen çevreleri, çareyi ?devlete gelir getiren toprakların, peşin para karşılığında özel şahıslara veya zenginlere kiraya vermek? olarak bulmuştu. Osmanlı toprak sistemi terminolojisinde buna ?iltizam? adı veriliyordu.

            Kanuni Sultan Süleyman?ın veziri Rüstem Paşa zamanından itibaren, ?havas-ı hümayun? denilen hazineye ait hasların ve gerek diğer vezir, beylerbeyi, sancakbeyi ve saray kadınlarına ait ?paşmaklık hasların? ve vakıf yerlerin ?iltizam? suretiyle kiraya verilmesi, bu durumun diğer haslara da sirayet etmesi, buraları kiralayan kişilerin(mültezimlerin) de gelecek yıllardaki çiftçi vaziyetini düşünmeksizin astronomik vergi tahsilatlarıyla köylüyü ezmesi, Anadolu?da yer yer ?çift bozan köylü?(yani çift ve çubuğunu terk etmeye mecbur edilen köylü) sayısını  olağanüstü oranlarda arttırmıştı.

            Osmanlı bürokrasisinin ?günü kurtarmak? için bulduğu bu ?paliyatif? çözüm, iyi bir şekilde ve adilane işleyen Osmanlı toprak sistemini bozmuş,  uzun vadede (XVI.yy?ın sonunda ve XVII.yy?ın başlarında) bilhassa   Anadolu?da sosyal ve ekonomik yapının çökmesine sebep olmuş, büyük toplumsal kargaşalıklar  ve giderek bir ?iç savaş? durumu ortaya çıkmıştı.Anadolu?daki ahalinin mal, can ve namus güvenliği kalmamış, insanlar kendilerini daha güvenlikte hissedebilecekleri büyük kentlere göçmek zorunda kalmışlardı.Ayrıca, çiftçinin toprağı terk etmesiyle, Anadolu?da üretim durmuş, büyük bir kıtlık ortaya çıkmış, insanlar açlığa ve sefalete mahkum olmuşlardı.

            Paradoksal bir şekilde, devletin siyaseten en güçlü olduğu zamanlarda ortaya çıkan bu uygulamayla, reaya(çiftçi halk) vergisini artık kendisinin de hakları bulunduğu sipahiye değil, derebeyi konumundaki ?mültesime? ödeyecek ve kısa bir zaman sonra,  iltizam sisteminin acımasız koşulları karşısında toprağını kaybedip sefalete sürüklenecekti. Tımarlı sipahiler ise bu süreçte giderek tasfiye edilecek, daha önce düzenin tutkalı, orta sınıfı işlevi gören bu kesim, yeni muhalefet ve isyan dalgasının acımasız öncülerine dönüşecekti.

            1550?li Yıllardan itibaren ortaya çıkan bu değişim, tımarlı sipahilerin tasfiye edilmesi sonucunu doğurmuş, memur askerlerin koruyucu denetiminden yoksun kalarak tefecilerin eline düşen ve ağır vergiler altında ezilen köylü yığınlarının tarlaları, hukuk kuralları zorlanarak ellerinden alınmış, geleneksel tarım düzeni bozulmuş, köylü ırgatlaşmış, Anadolu?da devlet düzeni ortadan kaldıracak ve  yüzyıllarca sürecek büyük isyanlar(Celali İsyanları) ve kargaşalar ortaya çıkacaktır.



Anahtar Kelimeler: 0