OSMANLI, ?KAPİTALİST? DÜZENE NİÇİN GEÇ(E)MEMİŞTİR ?

OSMANLI, ?KAPİTALİST? DÜZENE NİÇİN GEÇ(E)MEMİŞTİR ?

OSMANLI, ?KAPİTALİST? DÜZENE NİÇİN GEÇ(E)MEMİŞTİR ?

 ?Osmanlı?nın niçin kapitalist ekonomik düzene geçemediği? ve ?pre-kapitalist(kapitalizm öncesi ) aşamada kaldığı? gibi can alıcı soruların cevapları yerli ve yabancı teorisyenler tarafından irdelenmeye ve bu durumun sebepleri nesnel bir şekilde analiz edilmeye çalışılmıştır. Bu makalede esas olarak; ? Avrupa?nın niçin XVI. Yüzyıldan itibaren  ?kapitalist? ekonomi düzenine geçtiği? ve ?Osmanlı?da ve genel olarak Doğu toplumlarında niçin Anamalcı(kapitalist) ekonomik yapının  gözlenmediği?, ?Batı toplumlarının ekonomik, bilimsel ve teknolojik alanlarda gelişmesine karşın, Müslüman dünyasının kalkınamayışının kökenleri ?  gibi çok karmaşık ve önemli soruların yanıtları bilimsel ve objektif bir şekilde verilmeye çalışılacaktır.    

Ortaçağ?da tüm Avrupa?ya hakim olan üretim yapısı ?feodal? düzendi. Feodal düzen, ?derebeylik? düzeni olarak da adlandırılabilir. Bu yapıda, etrafı aşılmaz kalın surlarla ve şatolarla çevrili  yerleşim birimlerinde yaşayan ve  serf(toprak kölesi) olarak adlandırılan çiftçiler tarımsal üretim yaparlardı. Bu düzende, ?koruyan/korunan(süzeren/vassal)? ilişkisi vardı. Bu sistem, dışarıya kapalı bir sosyo-ekonomik bir düzendi. Serflerin efendileri konumunda olan, soyluların oluşturduğu ve ?senyör? adı verilen bir sınıf vardı. Ayrıca, şövalyeler adı verilen şilahşörler grubu, köylüleri dış tehdit ve tehlikelere karşı korurdu. Derebeyler özerktiler ve gevşek bağlarla ait oldukları ülkenin hükümdarlarına bağlıydılar. Merkezi devlet yapısı güçlü değildi, yerellik hakimdi. Toprak mülkiyeti tamamen feodal beylere aitti. Toprağı işleyen köylüler olan serfler ise hemen hemen  hiç bir hakka ve hukuka sahip değildiler.

Adeta tüm ortaçağ Avrupa?sıyla özdeşleşen feodalizmin dayandığı ekonomik  yapı oldukça basitti: Soylulara ait topraklarda boğaz tokluğuna çalışan serfler, tarımsal üretimi gerçekleştiriyorlardı. Serfler, hiçbir hakka sahip değillerdi. Serflerin kölelerden tek farkları ?alınıp satılamamalarıydı?.Evlenmek için bile efendilerinden izin almak zorundaydılar. Ana üretici güç topraktı. Tarım gelişmişti. Ticaret gelişemediği için uzmanlaşmış bir ekonomi ve gelişmiş bir işbölümü yoktu. Üretim toprak vasıtasıyla olduğundan, zenginliğin ölçüsü topraktı. İlave olarak, taşınabilir servet olgusu gelişmemişti. Sermaye birikimi çok kısıtlıydı ve ?artı ürün? üretimi yoktu. Gerçekleştirilen üretim, insanların günlük ?minimum? ihtiyaçlarını karşılamaya yönelikti. Her derebeylikte, ancak kendi kendine yeten ve dışarıya kapalı bir ekonomik yapı oluşturulmuştu. Feodal ekonomik yapıda ekonomik rekabet yoktu ve ?piyasa? kavramı gelişmemişti. Feodal ekonomi, ?kendi kendine yeterlik? ilkesi etrafında  oluşmuştu.

Feodal düzenin siyasi yapısı ise şöyleydi: Toplumsal ve sınıfsal katman bir piramidi andırıyordu: En üstte kral(veya imparator), altında ise kendisine bağlı soylular, bu soyluların altında ise daha başka soylular bulunurdu. Bu toplumsal hiyerarşik düzenin en alt ve en geniş  kısmını ise serfler oluşturuyordu.

Avrupa?da, denizcilik teknolojisinin gelişmesine paralel olarak Amerika kıtasının ve ?İpek Yolu? gibi geleneksel ticaret yollarına alternatif yeni ticaret yollarının bulunması(örneğin Ümit Burnu?nun keşfedilmesiyle Doğu?ya  yeni ticaret yolu) ve bulunan yeni kıtadan(Amerika) talan edilen kıymetli madenlerin(altın, gümüş vesaire) ve servetin Avrupa?ya taşınması, burada ilkel kapital(servet) birikimini sağlamıştı. Bu gelişmelere paralel olarak, Avrupa?da ticaret gelişmeye, bir tüccar ve giderek burjuva sınıfı oluşmaya başlamıştı. Fakat, gelişmekte olan bu yapının önündeki en büyük engel derebeylik düzeniydi. Etrafı kalın surlarla, kalelerle ve şatolarla çevrili derebeylik düzenini ele geçirmek ve yıkmak o zamanın silahlarıyla mümkün olmuyordu.

Fakat, XV. Yüzyılın sonlarına doğru ateşli silah teknolojisinde görülen gelişmelere koşut(paralel) olarak surları yıkacak güçte topların geliştirilmesi feodal düzeni sona erdirir. Kendi dışına kapalı sosyo-ekonomik yapılar olan Feodal düzenin parçalanması, Avrupa?da merkezi yapıyı güçlendirmiş, açık pazarlar oluşmaya başlamıştır. Artık ticaret son sürat gelişmeye ve bunun sonucunda, kuvvetli bir ?Burjuva? sınıfı oluşmaya başlar.

Fakat, kapitalist düzenin tamamen oturması için, feodalizmle özdeşleşmiş ve toplum üzerinde çok güçlü bir konumda olan Katolikliğin ve dolayısıyla ?Kilise? kurumunun toplumsal hayattan tasfiye edilmesi gerekiyordu. Bu da ?reform? sürecinde Martin Luther ve Jean Calvin?in oluşturdukları ?Protestanlık(Almanya), Kalvenizm(Fransa) ve Anglikanizm(İngiltere)? mezhepleri vasıtasıyla sağlanır. Avrupa?da dinsel alanda gerçekleştirilen ?Reformasyon? sürecinin ana gayesi, sermaye birikimini meşrulaştıracak ve ortaya çıkmasını kolaylaştıracak bir ?ruhani? ve ?manevi? atmosferin oluşturulmasıydı. Örneğin, Reformasyon süreci sonucunda Jean Calvin?in önderliğinde ( 1509-1564) Fransa?da ortaya çıkan ?Kalvenizm? mezhebinde, (ileride kurulacak olan kapitalist serbest piyasa ekonomisinin en temel taşlarından birisi olacak olan) faiz ?meşru? sayılmış ve İngiltere?de VIII. Henry zamanında(1491-1547) faiz yasağı kaldırılmıştır. Kolayca görüleceği üzere, Avrupa?nın değişik ülkelerinde(Almanya, İngiltere, Fransa) ortaya çıkarılan reformist mezhepler, kapitalist ekonomik yapının ?ruhani altyapısını? oluşturacaktır.

Avrupa?da tüm ortaçağ boyunca egemen olan ?feodal düzen? hakkında bu temel açıklamaları yaptıktan sonra, hemen birinci temel sorumuza geçebiliriz: Avrupa?nın, XVI. Yüzyılda feodal düzenden kapitalist düzene geçmesini sağlayan temel etmenler(sosyolojik, dini, ekonomik) ve bu durumu mümkün kılan dinamikler nelerdi ?

Bu derin ve çarpıcı sorunun yanıtı;  1864-1920 yılları arasında yaşamış ve modern Sosyoloji yapısının kurucularından birisi olan ünlü Alman düşünürü Max Weber, en önemli eserlerinden birisi olan ve bilim dünyasında büyük yankılar  yaratan başyapıtı ?Protestan Etiği: Kapitalizmin Ruhu?nda ele alınır ve şu temel tez etrafında yanıtlanmaya çalışılır: ?Kapitalizmin, XVI. Yüzyılda Avrupa?da ortaya çıkmasına sebep olan şey Protestan ahlakıdır( O, bu kavrama ?asketik protestanlık? adını verir.!!!!!!! Almanya?da XVI. Yüzyılda reformasyon süreci sonunda ortaya çıkan ?Protestanlık? mezhebi adını ?protesto etmek? sözcüklerinden  alıyordu. ?Asketizm? terimi, dinde, ?ruhun kurtuluşu?nu dünya nimetlerinden uzaklaşarak, kendini ?ilahi araçlara adayarak? arayan görüş, ?münzevilik? olarak tanımlanabilir.

Max Weber, ?ampirik(deneylerle ve gözlemlerle elde edilebilen bilgi)? verilerle ve dini(dolayısıyla mezhepleri) ekonomi karşısında bağımsız bir değişken olarak ele alarak geliştirdiği teorisini şu savla destekliyordu: ?Kapitalizmin ruhu Protestanlığın ruhudur; onun davranış kuralları ve pratik ahlakıdır. İktisadi yaşayış, her yer ve dönemde, yalnız dış verilerin bir araya gelmesinden ibaret bir madde dünyası değildir. Öyle olsaydı kapitalizmin başlangıç ve maddi şartlarının ortaya çıktığı yerlerde ?Modern Kapitalizmin? gelişmesi gerekirdi. Ama gelişmedi. Çünkü; kapitalizmin ruhu olan ?Protestan ahlak? eksikti. Kapitalizmin gerekli ve zorunlu şartları vardı. Gerekli şatlar, diğer yer ve zamanlarda görülmüştür, ancak; zorunlu şart, dünya içi(dünyaya dönük) asketizmin belli bir kişilik tipi yarattığı  Batı?da ortaya çıkmıştır.

Max Weber?e göre; kapitalist zihniyet, Protestan ahlakında mevcuttur. Protestan ahlak, başarılı iktisadi faaliyeti ve kazancı, arzu edilebilir dini faaliyet olarak kabul eder. Protestanlar çok çalışıyor ve sermaye biriktiriyorlardı. İnançlarından kaynaklanan nefsin arzularına direnme ilkesi, biriktirdiklerinin ölçüsüz harcamalarına izin vermediği gibi, servetlerinin atıl kalmasına da izin vermiyordu. Sonuçta, yatırım yaptılar, bedensel zevkleri yadırgadılar ve ekonomik düzeni yarattılar. Nitekim, Protestan ahlakı, hem azami karın aranmasını, hem de karın en büyük kısmının yeniden üretime yatırılmasını gerektiren kapitalizmin ilk aşamasıyla tam bir uyum halindedir.

Weber, ?Protestanlığı, kapitalizmin ruhu olarak? değerlendirir. Protestanlık, kapitalizmin istediği zihniyet iklimini sağlamıştı. Bu mezheplere göre; ?çalışıp para kazanmak, sermaye biriktirmek dinsel bir ibadet olarak görülür?. Bu mezhep aracılığıyla sermaye birikimine ve ticarete hiç de iyi gözle bakmayan ve ?öbür dünyaya yönelik yaşama? anlayışını ön plana çıkaran Hıristiyanlık  anlayışı olan Katoliklik, toplumsal hayattan kovulmuş ve   ?Tanrıyla insanın vicdanı arasındaki bir meseleye? indirgenmişti. Artık Avrupa?da büyük oranlarda artı üretim ve giderek sanayi ve teknoloji gelişmeye başlar.

Ünlü Alman düşünür Karl Marx geliştirdiği ?Tarihsel Materyalizm? teorisiyle tüm  toplumsal yaşamı ?Altyapı/ Üstyapı? kavramlarıyla açıklıyor ve ?ekonomik altyapının? tüm toplumsal üstyapı kurumlarını(hukuk, din, sanat, edebiyat) belirlediğini ve biçimlendirdiğini ileri sürüyordu. Ona göre ?düşünce dış maddi gerçekliğin zihnimize yansımasından başka bir şey değildi ve madde fikirden daha önce gelirdi?

İşte Max Weber, Karl Marx tarafından ortaya atılmış bu çok meşhur şemayı tersine çeviriyor, ?altyapı/üstyapı? arasındaki karşılıklı ilişki ve etkileşimi gündeme getirerek ? Maddenin fikri(idea) değil, fikrin maddeyi belirlediği? şeklinde özetlenebilecek temelde ?idealist? düşünceye sırtını dayayan bir yapı kurmaya çalışıyordu.

Fakat tam da burada hemen şunu belirtmeliyiz ki; acizane kanımızca Avrupa?da Protestanlığın ortaya çıkmasını sebebi; Amerika kıtasının keşfedilmesinin ardından buradaki servetlerin Avrupa?ya getirilmesinin ve yeni ticaret yollarının bulunmasının ardından birikmeye başlayan servet ve oluşmaya başlayan tüccar ve burjuva sınıfının, kendi sermaye birikim amaçlarına ?ayak bağı? olarak gördükleri ?Katolikliğin?(çünkü, Katolik mezhebi, ticarete ve servet birikimine çok da olumlu bakmayan ve yaşamda ?öbür dünya? kavramını öne çıkaran bir Hıristiyan mezhebiydi) tasfiye edilerek, kendi sermaye birikimlerini ?destekleyecek? ve ?legalize edecek? bir dinsel yapının ortaya çıkarılması gereksinimiydi. Ortaçağ Katolik Avrupa toplumunda ?kazanç?, tanrısızların peşinde koşacağı olumsuz bir olgu olarak görülürdü. Kazanca yönelik çok olumsuz bu bakış açısı , dünyayı reddeden Hıristiyanlık inancından(baskın olarak Katoliklik) güç alıyordu. Ortaçağda Hıristiyan teologlar kazanma güdüsünü ?turpiduda? yani ?alçaklık ve kötülük? olarak değerlendiriliyordu. Dolayısıyla, gayet mantıksal olarak,  XVI. Yüzyıl Avrupa ?ekonomik altyapısı? ve üretim ilişkileri ?Katolik? Hıristiyanlık mentalitesini tasfiye etmiş ve  ?Protestanlık? mezhebini ortaya çıkarmıştır denebilir.Protestanlık, Hıristiyanlığın ruhani kimliğinin tasfiye edilerek ?dünyevileştirilmesi? ve ?sekülerleşmesi? sürecinde ortaya çıkmıştır.

Gelelim ikinci temel sorumuza: ?Ortaçağda Doğu(İslam) toplumunun lideri konumunda olan Osmanlı toplumunda üretim ve toprak rejimi nasıldı?? sorusunun analizine:  Osmanlı rejimi, ortaçağın ana üretim aracı olan toprağı üç ayrı şekilde ele alıp düzenlemiştir: Öşriyye, Haraciye ve Arz-ı Miri. Osmanlı toprak yapısında toprak mülkiyetinin büyük bir kısmı devlete aitti

?Arz-ı Miri? toprak özelliği ise, bu toprakların mülkiyetinin doğrudan doğruya devlete ait olması, bu topraklardaki köylünün bir çeşit kira bedeli şeklinde ödediği verginin devlet  tarafından bazı makam ve kişilere görevlerinin karşılığı olarak bırakılması; toprağı işleyen köylünün ?bir kiracı? niteliği taşımasıdır. Osmanlı?da hakim toprak rejimi ?Miri?ydi.

Osmanlı İmparatorluğu tarafından bir yer fethedildiğinde o yerin hemen toprak ve nüfus dökümü yapılır, bu veriler ?tahrir defterlerine? işlenirdi. ?Tahrir? sözcüğü, ?kaydetme?, ?kayıt, tescil, deftere geçirme ve kadastro? anlamlarına geliyordu. Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren toprak sahiplerinin, vergi yükümlülerinin sayısı ?tahrir defterlerine? kaydedilirdi.

Devlete ait kayıtlı geliri 100,000 akçeden fazla olan dirliğe ?has?; 100,000 ila 20,000 akçe arasında olan dirliğe ?Zeamet?; 20,000 akçe ile 3,000 akça arasında olanlara ?Tımar? adı verilirdi.?Has? vezir, beylerbeyi, sancakbeyi gibi en üst düzey yöneticilere; ?zeamet? kethüdalara, alay beylerine, kale dizdarlarına, saray kapıcıbaşılarına, Divanı Hümayun katip ve başkatiplerine, defterhane ve hazine katipleri gibi orta düzey devlet görevlilerine verilirdi.

Geliri 3,000 akçeden 20,000 akçeye kadar olan dirliğe ?tımar? denirdi. ?Kılıç hakkı? denen ilk 3,000 akçeden sonra her 3,000 akçe için dirlik sahibi bir cebelü?yi (zırhlı ve atlı asker) beslemekle ve sefer zamanları sefere ve savaşa götürmek zorundaydı.

Bu sistemde devlet görevlilerinin hizmet karşılığı, genellikle ?nakit maaş? olarak değil, belirli bir vergi ödeyicisi topluluğunun vergilerini toplama hakkı şeklinde kendilerine sağlanmaktaydı. Miri toprak geliri kendilerine bırakılan ?asker-memurlar?, bir devlet memuru niteliğiyle, köylüye iyi bakmak ve toprağın verimli işletilmesini gözetmekle yükümlüdürler.

?Osmanlı?nın neden kapitalist aşamaya geçemediği ve kapitalizm öncesi aşamada (pre-kapitalizm)kaldığı ve hangi dinamiklerin bu sürecin önünü kestiği? gibi can alıcı soruların cevaplarını Türkiye?de irdeleyen ve açıklamaya çalışan kişi, büyük oranda Weber?ci düşünce akımının Türkiye?deki temsilcisi sayılan bilim adamımız Sabri F. Ülgener (1911-1983) olmuştur.

Ülgener,  Weber?ci düşünce kalıplarını, bilimsel  mentalite ve metodolojisini kullanarak(?Dinsel ve mezhepsel düşüncenin ekonomik yapıyı etkilediği? temel tezi) Neden Osmanlı?da kapitalist bir ekonomik yapının ve dolayısıyla bir burjuva sınıfının oluşmadığı sorularının yanıtlarını arar.

Ülgener?e göre bu soruların yanıtı, Osmanlı?da inanç kültürüne egemen olan ?Batıni Tasavvuf? anlayışında gizlidir. Osmanlı ekonomik düzleminin ?rasyonelleşememesini? batıni cereyanların yoğurduğu tasavvuf telakkisine bağlayan Ülgener, buna karşılık aynı muhit içinde yer alan bir başka mutasavvıf gurubun, Melamilerin, iktisadi hayatın rasyonalizasyonu yönünde taşıyıcı olduklarını ileri sürmüştü.

<>

<>

Kolayca görülebileceği üzere Weber?ci (Weberyen) Sosyoloji okulunun Türkiye?deki temsilcisi Sabri Ülgener?in, ?Osmanlı?da niçin kapitalist üretim biçimlerinin gelişemediği? sorusuna verdiği cevaplar, Batı merkezli ?ilerilik/gerilik? kalıplarına dayandırılarak yapılmaktaydı. Ülgener, Osmanlı?nın servet(kapital-sermaye) biriktirememe sebebini, ?bir lokma bir hırka? felsefesini temel alan ?batini tasavvuf? anlayışına bağlılıkla izah etmektedir. Tüm dünyayı ?maddi gerçeklikle? izah eden batı mentalitesine göre bu doğru olabilir ama Doğu paradigmasının en büyük üstünlüğü, insanın ?ilahi? ve ?aşkın? boyutlarını da gözeten bir insan modeli yaratma çabasıdır.

Batı, ?ilerleme? ve ?gelişme? modellerinde baz olarak ?ekonomiyi? ve ?kar/zarar? kriterlerini esas almış, ?moral, ahlaki ve insani değerleri? hiç dikkate almamıştır. Dolayısıyla, Batı merkezli ?ilerleme ve gelişme? modelleri esas  alınarak yapılan bir değerlendirme tarihsel anlamda yanlış olacaktır kanaatindeyiz.

Not: ?Osmanlı toplumunun  neden kapitalist aşamaya geç(e)mediği? sorusunun yanıtlarını daha detaylı bir şekilde  irdelemeye çalışacak  diğer   yazılarımızı ileriki zamanlarda yayınlamaya çalışacağız inşallah.



Anahtar Kelimeler: 0