"ÖPÜYÜM CİŞŞ, ÖPÜYÜM TEYZE"

"ÖPÜYÜM CİŞŞ, ÖPÜYÜM TEYZE"

oğuyzzz 001

RAMAZANIN son gecesi? Mübarek günlerde tutulan oruçların manevi hazzı ile yumuşayan yüreklere avuç avuç sevgi tohumlarının atıldığı son ihya gecesi bu gece? Minarelerde kutsal ayın son kandilleri yanıyor. Mis gibi temizlik kokan evlerdeki telaşlı uğraş ramazana veda etmenin üzüntüsünü bastırıyor. Analarımız her nesilin yeni bir halka ilave ederek gelecek nesillere emanet ettiği gelenek zincirinin devamı için bayram yemeğinin hazırlığını yapıyor. İmece usulü yaprak sarmaları komşularla birlikte sarılıyor, ??aşırma?? dediğimiz kocaman bakır kazanlarda bayram çorbası kaynıyor, sinilere baklava döşeniyor. Et yemeğinin nefis kokusu tüm kokuları bastırıyor, kocaman kazanda pişirilen sütlü ??Polat?? dediğimiz kalaylı bakır kaplara taksim ediliyor.

Bu gece ramazanın son gecesi? Diller sevgiyle konuşuyor, yumuşlar gönül kırmadan buyruluyor. Minarelerde yanan kandillerin mumları tükendi, şehir karanlık bir yaşmağa büründü ama evlerdeki gaz lambalarının fitilleri hala kısılmadı. Sivas bu gece bayramın ilk sabahına hazırlanıyor.

Bayram sabahı güneş doğmadan ev halkı ayaktadır. Erkekler sabah ve bayram namazlarını kılmak için camiye gittikten sonra evlerde yeniden düzenleme başlar, makattaki halı yastıkların üzerlerine, sandıktan çıkartılan kenarları dantelli beyaz örtüler yayılır, tabana renkli desenlerle, motiflerle dokunmuş kilimler serilir, ev temizliği ile kılı kırk yaran analarımız, ablalarımız her şeyin yerli yerinde olması için gerekli özeni gösterirdi. Evlerin dış kapısından iç kapısına kadar sal taşları yeniden yıkanır, kapı önünde yanıp kor olan mangal içeri alınır, kocaman bakır cezve ateşe sürülürken odanın havasını tebdil etmek için ara ara mavi alevlerin çıktığı ateşe limon kabuğu, karanfil, elma kabuğu veya bir parça şeker atılırken, babaanne lamba şişelerinin bir tarafını elinin ayası ile kapatıp öteki tarafından hohlayarak nemlenen şişeleri bir bez parçası ile gıcır gıcır silerdi. Bayramlık elbiseleri giyip ufacık torbalarını hazırlayan çocuklar, cemaat camilerden çıkarken el öpme gezmesi için büyük bir coşkuyla sokaklara dökülür, oluşturdukları sekiz on kişilik gruplarla kapı kapı dolaşmaya başlarlardı. Kapılar yumruklarla dövülürken, çocuklar hep bir ağızdan ??Öpüyüm ciiş, öpüyüm teyze?? diye bağırırlar, kapı açıldığında bir kargaşa, bir heyecan, bir telaş başlar, eli öpülen teyze bir yandan ??El öpeniniz çok olsun yavrularım?? derken bir taraftan da ceplerine birkaç akide şekeri, bir avuç kırık leblebi, üzüm, fındık gibi yemişlerden koyardı. Öğle saatlerine kadar kapı kapı dolaşıp el öpme karşılığında torbaları, cepleri yemişlerle dopdolu eve dönen çocuklar evdeki büyüklerinin ellerini öper, hayır dualarını alır, ağızları iple büzülü para keselerinden, kadınların yazma uçlarındaki çıkınlardan çıkarılıp verilen paralar, kuruşlar çocukların sevinçlerine sevinç katardı. Oruçtan çıkıldığı için midelerin bozulmaması için çok az yemek yenildikten sonra babalarımız, analarımız mahalledeki hastaları, düşkünleri, yaşlıları, yas evlerini ziyaret ederlerdi. Yas evlerinde şeker ikram edilmez, yemek yedirilmez, yalnızca acı kahve sunulurdu.

Bayramın ikinci günü büyüklerimizin oluşturduğu gruplar, tüm komşuları ziyaret eder, bayramlaşırlardı. Hemen hemen her evin sabahleyin kurulan sofrası kalkmaz, ziyaretçiler bayram yemeklerinden tatmaları için sofraya buyur edilirlerdi. O zamanlar günümüzdeki gibi çok çeşitli şeker türleri olmadığı için Sivaslı şekercilerin imalatı akide şekeri, lokum, mevlit şekerleri tercih edilirdi. Maddi durumları iyi olan aileler İstanbul?dan getirilen renkli kâğıtlara sarılı, içinde manilerin yazılı olduğu çikolatalardan ikram ederlerdi. Ziyaretçilerden genç olanlar, büyüklerin bulunduğu ortamda kahve içmenin saygısızlık olduğunu bildikleri için, sadece şeker almakla yetinirlerdi. Yakın akraba bayramlaşmaları ailece olurdu. Taze gelinler, bayramın ikinci günü müsait bir saatte kayınvalide tarafından baba evine götürülüp bayramlaştırılırdı.

O zamanlar Hoca İmam Camisi ile karşısındaki Taşhan?ın duvarlarını yalayarak nahoş bir görünümde akan Mundarırmak?ın arasında kalan boşluk engebeli bir araziydi. Hoca İmam Camisi?nin ön taraflarında bulunan geniş alanın bir bölümündeki bostanlarda lahana, pancar, soğan yetiştirilirdi. Bu alanın bir bölümünde bayram günleri cambazlar diktikleri iki direk arasına tel gerer, hünerlerini sergiler, izleyenlerin heyecandan yüreklerini ağızlarına getirirlerdi. Kaleboynulu Hubuyar Emmi ve diğer şehirlerden gelen satıcı ve göstericilerin kurdukları çadırlar, salıncaklar günün her saatinde kalabalık ve coşkulu olurdu.

Bayramın ikinci ve üçüncü günleri erkek çocuklar çat pat parası kazanmak için gözlerine kestirdikleri bir köşe başını tutar, içlerinden biri bayram harçlıklarının on kuruşuyla aldıkları bir kutu çat pattan bir tanesini düzgün bir taşın üzerine koyup karşıdan gelen bir amcayı gözüyle takibe başlardı. Amca yanından geçerken, elindeki taşla çatapata vurup patlatınca diğerleri amcaya doğru koşar, koşarken de ??Emmi çat pat parası! Emmi çat pat parası!?? diye bağırırlar; mübarek günlerde çocuk sevindirme bilincinde olan büyüklerimiz, para kesesinden veya yarım daire şeklinde meşin cüzdanından çıkardığı kırk parayı, yüz parayı verirlerdi. Evine gidinceye kadar birkaç yerde daha çat pat parası isteği ile karşılaşacaklarını bildikleri için büyüklerimiz cüzdanlarında keselerinde çokça bozuk para bulundururlardı.

Öğle saatlerine kadar, cepleri kazandıkları çat pat paraları ile dolan çocuklar Bıçakçılar, Arabacılar Çarşısı?nın arka taraflarına kurulan eğlence mekânlarına koşarlar, bayram yerindeki atlıkarıncaya, dönme dolaba, salıncağa binerlerdi. Merak ve heyecanla siyah bir perdenin altından panorama kutusundaki değişen resimleri izlerken, panoramacının kolu her çevirişinde, ??Bu gelen mini mini Van Kedileri, Bu gelen Denizkızı, Bu gelen Dünya güzeli Keriman??? sözleri çevredeki kalabalığı iyice sabırsızlandırırdı. Çocuk mutluluktan uçar, ayaklarından gıcır gıcır yemenileri, sırtında taze urubası, elinde yaladığı elma şekeri ile cebindeki parayı harcayacak yer arar; kâh talih kuşuna kâğıt çektiri, manisini heceleyerek okur; kâh bayram yerindeki çadırlarda teşhir edilen yarısı insan yarısı balık mahlûkatı garipseyerek izler, yılan yutan amcalara korkuyla bakar, ağızlarından alev çıkaran göstericileri seyrederken yangın çıkaracak korkusuna kapılır, büyüklerin nişan atma çadırlarındaki atışlarına merakla bakardı. Nane şekercisinin maniler söyleyerek sattığı nane şekeri fişeklerinden alırken naneci ismini sorardı ve makamla mani söylemeye başlardı;

Nanemi sata sata, geldim bu başa

Vay Ahmet Efendi sen binler yaşa

Ustam deli ben serseri,

Satamazsam yüz tane, sonumuz tımarhane?

Bayram yerindeki coşkulu eğlencelerinin mutluluk girdabına yakalanmışçasına dönüp dolaşırken, salıncak direklerinde yanan kandillerin, fenerlerin titrek ışıkları ile kendine gelen çocuk geç kalma telaşı ile evinin yolunu tutardı. Gönlü bir türlü tadına doyamadığı eğlencelerde coşkularda kalmış; mahzun ve isteksiz akşamın alaca karanlığı çökmüş sokaklarına yürürken, bayram yerindeki salıncak iplerinin ağaca sürtünmesinden çıkan dertli inleyişin sesi kulaklarında çınlıyor, minarelerde yanan bayram gününün son kandilleri, Sivas?ın karanlıklaşan sokaklarını tedirgin ışıklarla aydınlatıyordu.

Buluttan yeni düşmüş bir yağmur damlası kadar saf ve temiz çocuk yorgun ve üzgündü. Birkaç günlük bayramın coşkulu mutluluğuna alışmış, bayram sonrası monoton ve sıkıntılı günleri yeniden yaşayacağının üzüntüsü ile yatağına girerdi. Minarelerde mumları tükenen kandiller, biten bir ramazanın, biten bir bayramın haberini verircesine birer birer sönerken mahalleyi karanlıklara terk ediyordu.



Anahtar Kelimeler: 0