İNSANLIK MODA OLSA YA

İNSANLIK MODA OLSA YA

Hayvanlığı moda ettik.
İnsanlık öldü diye diye hem de.
Hayvanlarla bir alıp veremediğim yok. Bilakis çok severim onları.  O kadar çok gerekçem var ki bunun için. Bir kaçını yazıp konuya devam edeyim istiyorum.

Dünya, canlıların ortak yaşam alanı. Biz insanlar her ne kadar genele güçlü gözüksek de dünyadaki hemen her şeye bağlı ve bağımlı sosyal varlık olduğumuz gerçeğiyle varız.

Otundan çöpüne, bakterisinden tilkisine kadar zincirleme etkilenim içinde olan hayatın hanesi olan bu gezegende, varlığı ve sürdürülebilirliği bu farkındalığa bağlı.  

Hayvanlara gelirsek.
Adı üstünde, hayvan. Yani insan değil. Herbirinin gezegenimizin yaşaması açısından, ayrıntılarıyla bilmesek de erkileyici bir değeri var. Kısaca buna doğal dengenin korunumu açısından bakanlar çok özel saptamalarda bulunuyor. Psikolojik güzellik, sanatsal görünüm ve canlılığın devamı açısından beslenim penceresinden bakanlar vazgeçilmezlikten söz ediyor. Bir de, empati ile yaklaşıp, vicdan, merhamet dahil, ev, yavru, yuva ve bize olan dilsizliklerinden kendilerine çıkarım yapanlar var.

Tüm bunların etkileşimi sonucunda, biz insanların fiili hayatta, yani yürye koşa bizzat yaşadığımız hayatta hayvanlardan bağımsız olamayacağımız kesin.

Dolayısıyla, aklı olan ve farkındalığı yüksek çoğunluk açısından söylüyorum, hayvanları yok saymak mümkün değil. Yok etmek hele hiç mi hiç.

Peki, sorun ne? 
Sorun da demeyelim, bu yazının konusu ne?

Şair ustam Ece Ayhan “ ne olurdu yani, bir sene de insanlık moda olsa” dizelerini çığlık olarak algıladım hep. Size abartılı gelebilir fakat beklentinin bir kayıptan söz ettiğini düşününce beni daha iyi anlayacağınızı düşündüm.

İnsan çiğ süt emmiş, her haltı her an için yer, şu dünyada insandan vahşi canlı yok gibi ifadeleri neredeyse iman edilmiş gerçeğin tasviri saymaktan kaynaklı çürüme gözden kaçsın istemiyorum.  Hayvanları gördükçe insanlara olan nefretinin arttığını, insana asıl sadakatin hayvanlarla yaşandığını, hayvanların ruhu düzene soktuğunu ifade ede ede kendi türünü güvenilmez, hunhar ve lanetli ilan eden bizlerin “eşref-i mahlukat” karizmasının çizilmediğini iddia etmek bile abesle iştigal şimdi.

Yakın zamana kadar edebiyatta,  yani şiirde, romanda bile olsa, erdemli, merhametli, gönlü sevgi dolu, halden anlayan, fedakar, tamahkar olmayan, sabırlı, karıncayı dahi incitmeyen, sadakati musallaya kadar süren insanı vardı hayatın. Dünyaya ve beşerliğin çileli yolculuğuna çok yakışan, erdemi ve umudu bütün canlılar adına yücelten insanı ve insanlığı bu kadar ayağa şeyler üzerinde hiç kafa yordunuz mu bilmiyorum. Hayvanlar ile ilgili beni hiç rahatsız etmeyen tespitler gerçek olsa da insan ile ilgili öne sürülenler insan adına hayatı rayından çıkaran, tabirim yerinde ise “küskünlük, bayağılık ve itibar katilliği” ile daha da beterliğe giden marazi bir sanıdır.  

Buna, insanı öyle farzedip, hayatın başka türlüsü mümkün olan edebiyatını umutsuzluk, güvensizlik ve anlamsızlık kısır döngüsüne çöplük etmek hatası de denebilir.

Son yıllarda, kiminle bir dert veya sorun konuşsam, söz dönüp dolaşıp arada bir insanın kalitesiz ve güvenilmez canlı oluşuna, nankörlüğüne, ondan uzak durulmasına kadar geldiği oluyor. Oluyor olmasına da, bizim dışımızdaki her insanı çirkinliklerin üreticisi saymak edebiyatında görmezden gelmekle ayrıca büyümüş mantık hatası var. O da şu, bütün insanlar ötekini kötülediğine göre biz dahil kötü olmayanımız yok. ilaç için dahi olsa iyinin olmadığını düşünen insan, geleceğin medeniyetinin hangi tür canlının eylemleri üzerine inşaa edileceği bilgisini de kendi adına net olarak ortaya koymalı değil mi?

Var olan durumun güç yetmezlik boyutunda olduğunu düşünmemekle birlikte, hızla yayılan kültürel derinliğini de beraberinde getiren salgın niteliği taşıdığından eminim. Psikolojik hastalıklar, yalnızlık çaresizliği, teknolojik itekleyiciler, kapitalizmin tür ve cinsiyeti aynılaştırma çabası, ilaç kullanımının yarattığı bozulmalar, beslenmeye olan küresel manipülatif müdahaleler gibi onlarca daha sayılması olası sebeplerden ötürü insanın duygu durumu bozukluğu, doğru bilgi bulma zorluğu, yüzyüze paylaşım engelleri, bencilliği ve tüketimi kışkırtan moda sektörleri gibi büyük belirleyiciler insanı düşsüz ve güçsüz kılıyor. Dolayısıyla, makas insanın aleyhine bir açıda açılıp durmakta.

İnsanın toparlanıp kendine gelmesini engellemek adına, dünya ölçeğinde “yirmialtıncı kare” müdahaleleri (yani mühendislik olanlar) çatır çatır işletiliyor.  İnsanların doğal ortamlarla etkileşimli iletişimini, ve dolayısıyla hayvanlar ile dostluğunu “derde çare” logosuyla aşırı yüceltip, onlarla münasebeti tutku veya takıntı boyutuna yükseltmek de bu sürecin doğurgusu. Yoksa, biz hayvanlardan hiç ayrı kalmadık ki, fakat onların yeri ayrı insanın yeri ayrıydı.

Değişiyor olabiliriz, buna amenna. Hayatın başladığı andan itibaren, evrenin ve biz canlıların kaderinin değişmek olduğuna şüphe yok. Buradaki asıl mesele, değişmenin normala olan uzaklığı ve bunun tecrübe saydığımız bilgisidir. Bu bilgi mirasına marazi (hastalık içeren/patolojik) sebeplerden ötürü yüz çevirmek kargaşanın hakim olduğu düzende sesini, duygusunu, becerisini ve düş gücünü yitirmiş zavallı olacağımız anlamına gelir.

Bizim kedi falan komşudan çok daha iyi, bizim köpek on tane evlada değer, bizim kuş on şiire bedel gibi biraz da üzülerek dinlediğim cümleler o kadar yinelenir oldu ki, artık kimse şaşırmıyor.

Konu da bu zaten.
Gelinen zamanda, insan kendi varlık sebebi olan anlam ve eylemlerini bütünsel olarak kuşku, endişe, güvensizlik, kirlilik, pislik, nankörlük, vahşilik, merhametsizlik ve sevgisizlik ifadeleriyle niteliyor.  

Bir gerçek var ki o da şu; insan kendini değerli saydığında değer esaslı yargıları olur. Artı değer üretebilmesi ve hayatı sevgi temelli paylaşabilme cesaretini destekleyen de üretebildiği değere sahip çıkabilme haklılığıdır.

Olmaz öyle iş; hem temiz bir dünyada, rahat bir evde, sağlıklı koşullarda, hizmetinin dört dörtlük görüldüğü hayatı yaşamak için meşakkatleri göğüsleyeceksin, hem de insanı en adi yaratık sayacaksın.

Hangi veri ile ifade edilir; bunca, kurumlar, bunca alt yapı örüntüsü, bunca sosyo-kültürel birikim oluşturacaksın, bunların biricik eşgüdümletici üreteni olan insanı ve ona dair iyileştirilebilir genetiği hor göreceksin.

Bilim ve dünyanın irfan ehli canları insanın veya insanlığın devam eden hataları konusundaki tespitlerini yeterince açık ifadelerle ortaya koymuşlar, düzeltilmesi adına yapılacakları da kültürel farklılıklar içerseler bile büyük oran formüle etmişlerdir. Bütün iş yine insandadır.

İnsanı eleştirmek ile onu dünyaya fazla görmek arasındaki farkı görmeyenler insana duydukları muhabbeti ruhlarında ura çevirmek üzereler.

İnsan yoksa, olanlardan bize ne ya.

İnsanı düzeltmeden dünya düzelmez diyoruz ya, ha işte bu işin başı insanı değeriyle birlikte ciddiye almaktır.

Çok sevdiğim bir ailenin alanında kendine değer katmış çocuğu özgeçmişide “iki köpek annesi” olduğunu yazmış.

Hemen anladım kardeşimin ne demek istediğini.

Fakat benim anlayamadığım, ekmeği üretemeyen, suyu taşıyamayan, ilmi çözüme ulaştıramayan, insana muhtaçlığını artırdığımız canlıları bizimle kıyaslamaktaki ağdalı ısrarın niye olduğudur.

“Bir gün insanlığın moda olacağına” inandığımız şu yüzyılda, gittikçe bencilleştirip maddeye kul, güçlüye köle ettiğimiz insanı kurtarmak dururken halimize eş eyleyip şehirlerin şaşkını yaptığımız hayvanlarla kıyaslamak, hatta bununla hayvanların içler acısı halini yüceltiyor sanmak onlara da haksızlık değil mi?

Haydi bizi geçtik.

Abbas Turan
Ankara, 01.04.2024



Anahtar Kelimeler: İNSANLIK