İNSAN DOĞASI

İNSAN DOĞASI

İNSAN DOĞASI

İnsanı insan yapan şeye insanın doğası denir ve insanın bir doğası olup olmadığı meselesi tartışmalıdır. Bazıları böyle bir doğayı var kabul ederken bazıları da reddeder.  

Sartre insan için değişken bir doğa kabul eder. O, insanın değişken doğasının varoluştan sonra geldiğini söyler. Yani insan özsüz olarak dünyadadır ve sonradan seçimleriyle kendisinden ne yaparsa o olur. Seçimlerindeyse tümüyle özgürdür. İnsan seçmeye; dolayısıyla da özgürlüğe mecbur bir canlıdır. İnsanın bir özü varsa o da özgürlüktür.

Bu insan görüşü çoklarına cazip gelmiştir.

Bununla birlikte Sartre, insan için yadsıdığı özü insan yapısı şeyler için kabul eder. Buna göre, bir yüzük, yüzük haline gelmeden önce, yüzük ustasının kafasındaki bir tasarımdır. Yani yüzüğün, yüzük olmadan önce ne olacağı bellidir. Oysa insanın ne olacağı belirsizdir. Bu belirsizlikse özgürlüğün kendisidir.

Yüzük, sanatlı bir varlıktır, yani onda bir tasarım vardır, ve yüzüğe baktıktan sonra bir çiçeğe bakan biri, bunda da tasarım var, demez mi? Zira ortada rasgele bir suret yoktur, beğeniye konu olacak bir güzellik vardır. Ama itirazcılar der ki, birinin yüzük yaptığını gördüm ama hiç gerçek çiçek yapan birini görmedim. Böyle bir şeyi görmeye gerek var mı? Sanatlı bir varlık olan yüzüğün bir sanatçısı olması gerektiğini biliyorsam, sanatlı bir varlık olan çiçeğin de bir sanatçısı olması gerektiğini bilmem mi?

Öte yandan, insanın bir özünün olmadığını söyleyenlere marxistler de örnek gösterilebilirler. Onlara göre, insanın özü toplumsal bir kurulumdur. Yani iyi toplumsal şartlarda insan iyi, kötü toplumsal şartlarda ise kötü olur.

Bunun yanında, insanın bir doğası olduğunu kabul edenlerden, insanın kötü bir doğası olduğunu söyleyenler olduğu gibi, iyi bir doğası olduğunu söyleyenler de vardır.

Birincilere Hobbes örnek verilebilir. Hobbes?e göre, bencil ve güç peşinde koşan bir varlık olarak insan kötüdür, öyle ki, insan insanın kurdudur. İnsan ancak tüm yetkilere sahip bir despotun idaresi altında kötülükler sergilemekten vazgeçecektir.

İkincilere ise anarşistler örnek verilebilir. Onlara göreyse insan iyidir, ama sonradan kötü toplumsal kurumların etkisiyle kötü bir hal almıştır, ekonomik altyapı iyileştirilirse insan da iyi olan özüne geri dönecektir.

Sokrates?e göre de insan iyidir, ve iyinin bilgisine sahipse, iyi işler yapacaktır. Kötü işleri de onları iyi sanarak yapıyordur. Yani kötülük, bir tür bilgisizliktir.

Bu açıklamalara bakınca, insanın bir özü var mı, varsa iyi mi yoksa kötü mü, gibi sorularla insanın kafası biraz karışıyor.

İslam?a bakarsak, aslında insanın çifte bir doğası vardır ve görünürdeki karışıklıktan bu çifte doğa sorumludur.

İnsan iyi ve kötüdür, ondaki çifte doğanın anlamı da budur.

İnsandaki kötülük arzusu nefisten gelir, iyilik arzusu ise (ruh veya) vicdandan... İnsan bu iki arzunun çeşitli derecelerdeki etkisiyle, çeşit çeşit kişiliklerde çıkar karşımıza. Bazen şeytan olarak, bazen melek olarak, bazen de melek ve şeytanın bir karışımı olarak? Ama, peygamberler istisna, nefis herkesin işine bir parça karışır, böylece, kimilerinde çok az da olsa, davranışın rengi biraz bulanıktır.

İnsana kötülüksever bir nefis neden verilmiştir? Çünkü, insandan, imtihan gereği, kötülüklerden sakınması da istenecekti. Kötülüğe meyil olmadan bu istek ne kadar anlamlı olurdu?

Şimdi; Sartre?ye bir ölçüde hak vererek, insan kendisinden ne yaparsa odur, diyeceğiz. Şöyle ki, iyiliği veya kötülüğü seçmek insanın elindedir, böylece insan kötü olmayı seçtiğinde kendisinden kötü bir eser oluşturur ve iyi olmayı seçtiğindeyse, iyi bir eser? Ama kötü toplumsal şartlardaysa insan, kendisinden her durumda kötü bir eser yapmayacak mıdır?

İyiliğin ve kötülüğün ve kişi bunlardan hangisine sarılırsa metafizik bir ödüle, hangisine sarılırsa da, metafizik bir cezaya çarptırılırın bilgisi kötü bir yerde mevcutsa, oradan bile iyiler çıkabilecektir. Ama böyle bir ortamda kötüler sayıca çok olacaktır. Yani çokluk, kişi bulunduğu ortamın rengini alır. Öyleyse, burada da, marxistlere hak vermiş oluyoruz. Ama tümüyle değil elbette. Zira, eğer onların dediği tümüyle doğru olsaydı, sistemler insanlara istedikleri şekli verebilirlerdi ve buralarda hiç çatlak sesler çıkmazdı, ama çıkıyor, demek ki insan tümüyle toplumsal koşulların ürünü değil.

Carl Schmitt, her politik düşüncenin, insanın doğası karşısında bir tavır aldığını ve insanı doğası gereği iyi veya kötü gördüğünü söyler. Eğitim ve ekonomiyle ilgili açıklamalar, bu sorundan bir kaçışı anlatır. Yani, politik fikir üretimine, insan doğasına ilişkin görüşlerden başlamalıdır. İki farklı ata aynı şekilde davranılmaz, ve atının karakterini çözdüğünde ona buna uygun davranırsın. İdareciler de idaresindekilerin karakterini çözüp onlara buna uygun davranmazlarsa sorun yaşarlar. Altındakilerin niteliğinin bulunmadığını düşünen ve onlara buna uygun davranan örneğin marxist bir idareci ters köşe olacaktır.

Meseleye tasavvuf açısından bakarsak; iki doğalı insanın, kötülüksever yanı en başta hakimdir ona. O yüzden onun işleri bozuktur. İşlerinin düzelmesinin yolu, nefsini terbiye etmekten geçer. Bu terbiye işi bir mürşidin gözetiminde yapılır genellikle. Terbiye olunca, işleri düzelir kişinin. Böyle biri başkalarıyla değil kendiyle savaşmıştır. Başkalarını hakimiyet altına almaya çalışmamış, kendini hakimiyet altına almıştır. Yani kendiyle büyük cihat yapmış ve kazanmıştır.

Bunun gibi, ihtiraslarını yenen bir insan takdiri hak eder, ama biz Batılılaştığımız için böylesini değil, zirveye çıkmış insanları takdir ediyoruz.

Bugünün insanı yetinmenin yerine açgözlülüğü, sevginin yerine nefreti, dostluğun yerine düşmanlığı, dayanışmanın yerine rekabeti geçirmiştir. Ya da daha dorusu, bu ona yaptırılmıştır. Ama bunu yapmaya da bilirdi. Fakirlikte eşitliği, zengin olma hayaline tercih edebilirdi. Ama bunu yapmadı. Zengin olma hayali uğruna, desteğini kapitalizme vermiştir. Kapitalizmse herkesi olduğu gibi onu da harcamaya hazırdır.

Kapitalizm tezadı olan komünizme galip gelmiştir, çünkü insanı bencil, güç isteklisi, rekabetçi olarak bilmiştir ve onun için bu özelliklerini sonuna kadar yaşayabileceği bir ortam oluşturmuştur.

Kapitalizm insanın nefsine hitap ederken, komünizm vicdanına hitap eder. Nefis insana daha yakındır. Vicdani bir eğitim olmadan, vicdan insana nefisten daha yakın olamaz. Komünistler nefsini terbiye etmiş insanlara uygun bir sistem öngörürler, ama ne nefis terbiyesinden haberleri vardır, ne de dine değer verirler. Nefis terbiyesi dinin işidir. Ama komünistler dinsizdirler. Dinin, emekçi sınıfı pasifize ettiğine inanırlar. Onlara göre din bu amaçla efendiler tarafından uydurulmuş bir yalandır. Bunların asıl yapmak istedikleri, emekçiye sonsuz yaşamdan umudunu kestirerek emekçiyi komünist projeyi gerçekleştirmek için sınırlı dünya hayatına sarıltmaktır. Yani komünistlerin ateizmi gerçeği tasdik olmayıp, bir siyasettir, bir stratejidir.

Kötü insanların da iyi insanların da varolması, insanın iyiliğe de kötülüğe de yetenekli olduğunu gösterir. Ama nefis ve vicdanın varlığı nedeniyle iyinin içinde kötü ve kötünün içinde de iyi vardır. Yani insan yalın değildir. Buna göre, insanla ilgili en uygun açıklama İslam?ınkidir. İnsanı salt iyi kabul ettiğinde de, salt kötü kabul ettiğinde de, insanın özsüz olduğunu kabul ettiğinde de ortaya aşılmaz güçlükler çıkar. İslam için bu güçlükler söz konusu değildir. İslam?ın insan doğası hakkındaki görüşü isabetlidir ve Müslümanlar, insana karşı tavır alırken bu görüşten yararlandıkları ölçüde başarılı olacaklardır.



Anahtar Kelimeler: 0