HOR GÖRÜ MÜ? HOŞ GÖRÜ MÜ?

HOR GÖRÜ MÜ? HOŞ GÖRÜ MÜ?

HOR GÖRÜ MÜ? HOŞ GÖRÜ MÜ?

Hor görü birisini dışlamak, ötelemek, aşağılamak ve ötekileştirmektir. İnsanları farklı statü ve gruplara ayırarak bazılarını kendisinden saha aşağıda görmektir hor görü. Hor görünün temel felsefesi insanın kendisini seçkin, farklı, diğer insanlardan daha üstün görmesidir. Horgörü ile halka ve topluma yaklaşanlar elitist ve burjuva zihniyetine sahip insanlardır. Aslında topluma özellikle de Anadolu insanına karşı bu tavrı takınan seçkinci burjuva müsveddeleri tarihten günümüze her zaman kaybetmişlerdir ve kaybetmeye de mahkûmdurlar.  Hoşgörü ise dili, dini, ırkı  ve kültürü ne olursa olsun herkesi bağrına basmaktır, tüm toplumu kucaklamaktır. Toplumun tüm kesimlerini göstermelik olarak değil gerçek manada samimiyetle kucaklamaktır. İnsanlara parasına , malına ve makamına göre değil sadece ve sadece insan oldukları için sevmek ve değer vermektir. İnsanları söz de değil özde kucaklamaktır.   Hoşgörü, insan hak ve özgürlükleriyle yakından ilişkili bir kavramdır. Dışardan hiçbir müdahaleye maruz kalmadan hak ve özgürlükleri serbestçe yaşama imkânı bulmak hoşgörüyle olabilmektedir. Bu yönüyle de hoşgörü, çevremizde var olan fikir ve düşüncelere tahammül etmek, onların varlığını kabul etmektir. Nitekim Bakara sûresi 256. âyette de Yüce Allah: ?Dinde zorlama yoktur.? buyurmaktadır. Dolayısıyla da din ve inanç konusunda hoşgörü, başkalarını zorla kendimiz gibi yapmaya, kendimiz gibi düşünmeye ve inanmaya zorlamamaktır. Çünkü hoşgörü, kabul etmesek bile, farklı fikir ve düşüncelere saygı duymayı gerektirmektedir. Kabul ettiğimiz doğruları başaklarına zorla dayatmaya çalışmak; mutlak doğrular benimdir, herkes benim gibi düşünmek, davranmak ve yaşamak zorundadır, şeklinde bir yargıda bulunmak,  hoşgörünün içeriğiyle de bağdaşmamaktadır. Nitekim Anadolu hoşgörüsünde, ?ben ve öteki? yoktur. ?Biz? vardır.  Birlikte,  barış ve huzur içinde yaşama ve dayanışma vardır. Karşısındakine vasıflarına bakmaksızın sırf Allah?ın bir mahlûkatı olduğu için değer verme ve varlığını kabul etme vardır. Ötekini reddetme yoktur.

Hoca Ahmed Yesevî, Mevlâna Celâleddin Rûmî, Yûnus Emre ve Hacı Bektaş Veli gibi büyük zatların öncülüğünde ve kişiliğinde İslâm?ın hoşgörüsüyle aydınlanmıştır. Nasıl ki  su olmayınca toprak çoraklaşır, çölleşir ve  yaşanmaz hale gelirse; suyla buluşunca  da toprak, yeşerir gülistan olursa, Anadolu da  hoşgörü iklimiyle bir başka kimliğe bürünmüştür; dili, dini, ırkı  ve kültürü ne olursa olsun herkesi bağrına basmış; İnsan, yaratandan ötürü hoş görülmüş, insanın fıtratına ve ontolojik yapısına saygı bir değer halini almıştır.

Anadolu?da hoşgörü ikliminin kök salmasında  Mevlâna (ö.1277)?nın önemli bir yeri  vardır. Mevlâna  insana bakışında,  Ahmed Yesevî?de olduğu gibi sevgi ve hoşgörüyü esas almıştır. İslâm?ın ahlâkî değerlerinden biri olan ?kendin için istediğini kardeşin için de istemedikçe hakiki bir  mü?min olamasın? ilkesine uygun olarak  da insana ve insanlığa faydalı olmanın yollarını aramıştır.  Nitekim o, bu anlayışını Mesnevisinde: ?Ne mutlu o kişiye ki, kendi ayıbını görür. Kim birinin ayıbını görürse, o ayıbı satın alır, o ayıbı kendinde bulur?  ifadeleriyle dile getirmiştir.

Mevlâna, yaşadığı dönemde dili, ırkı ve kültürü ne olursa olsun herkese kapılarını ve gönlünü açmıştır. Hangi dinden ve milletten olursa olsun, herkesin ontolojik olarak bir ve eşit olduğunu, insan onuruna saygının bir gereği olarak insana değer verilmesi gerektiğine inanmış ve şu sözlerle de insanlığa seslenmiştir:

?Gel ! Gel ! Yine Gel ! Ne olursan ol ! Yine Gel

Kâfir, Putperest, Mecusi olursan da gel

Bizim Dergâhımız Umutsuzluk Dergâhı değildir.

Yüz kere Tövbeni bozmuş olsan da gel !?

 Mevlâna, kin ve nefreti huzur ortamını ortadan kaldıran kötü meziyetler olarak görmüştür.   Onun yaşamında kin ve nefretin yerini sevgi ve hoşgörü almıştır. Mevlâna, insanın olduğu hal üzere kalmayıp sürekli kendisini yenilemesi ve geliştirmesi taraftarıdır.  Mevlâna?ya göre insan akarsu gibi olmalıdır. Nasıl ki akarsu,  akıntısından dolayı kirlenmekten ve donmaktan kurtuluyorsa, insanda kendisini sürekli geliştirmeli ve olgunlaştırmaya çalışmalıdır. Kendisinin ve başaklarının hata yapabileceğini kabul etmelidir. Mevlâna?ya göre ?Özgür er, başkasının kendini incitmesinden incinmeyen kişidir. Yiğit, incinmeyi hak edeni, incitmeyen kimsedir. Anadolu?nun hoşgörü kültürüne katkıda bulunan önemli simalardan biride Yûnus Emre?dir. Yûnus (ö.1320)?da İslâm?dan ilham alarak, Al-i İmran sûresi 155.âyette Yüce Allah?ın Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)e hitaben: ?Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar etrafından dağılıp giderlerdi.? buyruğuna uygun hareket etmiş; katı yürekliliği değil, sevgi ve hoşgörüyü insani ilişkilerde öne çıkarmıştır.  Nitekim O, ?Gelün tanışuk idelüm işün kolayın tutalum / Sevelüm sevilelüm dünya kimseye kalmaz.? sözleriyle insana saygı duymuş ve kin ve nefretin hâkim olduğu, savaş ve kargaşanın hüküm sürdüğü bir dünyayı değil; sevgi ve hoşgörü ikliminin yaşandığı bir dünyayı arzulamıştır. Yine insanı sevmeyi ve hoş görmeyi ?Yaratılanı hoşgür/ Yaratılandan ötürü? sözleriyle çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur.

Ne acı ki tarihimizde ve kültürümüzde hoşgörünün bu kadar güzel örnekleri varken, insanlar artık birbirine gerektiği gibi tahammül edememektedir. Bir arada yaşama kültürü, barış, sevgi, saygı, hoşgörü kavramları gerek yerel gerek ulusal gerekse uluslar arası metinlerde, kitaplarda, belgelerde sürekli tekrarlanmasına rağmen Televizyonlarda bu kavramlarla asla bağdaşmayacak onlarca, yüzlerce görüntüleri içimiz acıyarak, ruhumuz daralarak izlemek zorunda kalmaktayız.



Anahtar Kelimeler: 0