HIRİSTİYANLAR, KÂİNATTAN BİLGİ KEŞFETMEYİ ORTAÇAĞDAKİ MÜSLÜMAN BİLGİNLERDEN ÖĞRENMİŞLERDİR; FAKAT...

HIRİSTİYANLAR, KÂİNATTAN BİLGİ KEŞFETMEYİ ORTAÇAĞDAKİ MÜSLÜMAN BİLGİNLERDEN ÖĞRENMİŞLERDİR; FAKAT...

Antik çağda,  Arap Yarımadasında, yaşayan Araplardan, geriye, Kâbe'den başka bir şey kalmış değildir. Kâbe'nin de, yerli Araplar tarafından değil, Mezopotamyalı Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından inşa edildiği ve bir kaç kez onarıldığı için zamanımıza kadar gelebildiği bilinmektedir. Buna karşılık Antik çağda Mezopotamya'da ve Akdeniz Havzasında oldukça parlak bir uygarlığın yaşanmış olduğuna işaret eden muhteşem kalıntılar vardır.
İngiliz Bilim Tarihçisi Charles Singer, Antik çağda yaşanmış olan bilimsel gelişmeleri anlattıktan sonra,  Hıristiyanlığın ilanından 200 yıl sonra, bilimsel araştırmaların (kâinatı okumanın) terk edilmesinden dolayı ilerlemenin tersyüz olduğunu  yazmış fakat: “iddia edildiğinin aksine, Hıristiyanlığın buna sebep olmadığını da  vurgulamak üzere “Bilimsel araştırmaların yapılmasını Hıristiyanlık  yasaklanmış olsaydı, tıp bilgini Galenus (129 – 216) yetişemezdi, diyerek iddiasını pekiştirmiştir. 
Singer’e göre, Antik Çağdaki bilimsel ilerlemenin Hıristiyanlıktan sonra tersyüz olmasına, Sezar’ın dışındaki son dönem Roma imparatorları sebep olmuşlardır. Bunu yazarken de, Romalıların teoriden çok pratik bilgiye önem verdiklerini ve devletin, son derece genişleyen topraklarını savunabilmesi için, büyük bir askeri güce sahip olması gerektiğini ve İmparatorların: “Bilgi lazımsa Galenus’u bilmek yeter” şeklindeki bir yaklaşımla, Hıristiyanlara bilimsel araştırma yapmalarının  yasaklandığını ileri sürmüştür. 
Her ne kadar Charles Singer,  bir Hıristiyan olarak, Kiliseye toz kondurmak istememişse de, ilerleyen zamanda bilimsel araştırma yapan Hıristiyan bilim adamlarının Kiliseler tarafından kurulan engizisyon mahkemelerinde olmadık cezalara çarptırıldıklarını da bilmeyen yoktur. 
Doğrusu: Bilimsel araştırmaların yapılmasını, İster Roma imparatorları, İsterse Kilise babaları engellemiş olsun, fark etmez. Ortaçağda Hıristiyanların cehalet ve sefalet içinde kalmalarının  sebebi, bilimsel araştırmalar yapmayı terk etmiş olmalarıdır. Hıristiyan bilginlerin bilimsel araştırma yapmaları yasaklanınca diğer bilim dallarıyla meşgul olan bilim insanları gibi, botanikçiler de mecburen, Antik çağdan kalan bilim kitaplarını okuyarak bilim öğrenmek zorunda kalmışlardır. Lakin 1000 yıl devam eden Ortaçağ boyunca yıpranan kitapların kopyalarının yazılması icap etmiştir. Kopyalarını  yazarken yaptıkları hatalardan dolayı,   kitaplardaki bilgilerin de giderek bozulmuş ve dolayısıyla insanlar, kitaplardan bilgi yerine saçmalık öğrenmeye başlamışlardır. Hıristiyan âleminin yaşadığı karanlık Ortaçağın özeti budur.
Antik çağdaki botanikçilerin yazmış olduklara,  kâinattan okuyarak öğrendikleri yazmış olmalarına karşılık Ortaçağdaki botanikçilerin kitaplardan okuyarak öğrendikleri botanik bilgisinin farkını da  aşağıdaki çilek bitkisinin resimlerine bakarak anlamak mümkündür. Soldaki resim antikçağ botanikçilerinin çilek bitkisine bakarak çizdikleri çilek bitkisinin resmidir.  Sağdaki resim ise Ortaçağdaki botanikçilerin, antikçağdan kalan kitaptan  1000 yıl boyunca kim bilir kaçıncı kez yazılmış kopyalarından birinde bulunan aynı çilek bitkisinin resmidir.. Ortaçağ insanlarının kitaplardan okuyarak öğrendikleri çilek bitkisinin ne hale dönüştürülmüş olduğunu da görüşünüze sunmak istiyorum. 


 

Önceki makalelerimde bilimsel bilgilerin, kitaplardan okunarak değil, kâinattan okunarak öğrenildiğini yazmıştım. Charles Singer’in Biyoloji Tarihi adlı kitabından aktardığım bu resim, bilgilerin kâinattan okunarak öğrenilmesiyle, kitaplardan okunarak öğrenilmesinin farkını da açıkça ortaya koymaktadır. 
Arap - İslam Bilim Tarihinin en bütük otoritelerinden sayılan Fuat Sezgin, İslam Bilginlerinin keşfettiği bilgilerin, batı dünyasına  Anadolu üzerinden, İtalya'nın Sicilya adası üzerinden ve İspanyadan taşınmış olduğunu ayrıntılı bir şekilde yazmıştır. Bununla beraber, Hıristiyanların (Kiliseden çekindikleri için olmalı) Müslüman bilginlerin keşfettiği yeni bilgileri, kendi atalarından kalmış gibi (intihal ederek) yazdıklarından da bahsetmiş ve buna örnek olarak da İbni Sina'nın bir kitabını, Aristo’nun adıyla yayınlamış olduklarını da göstermiştir. (bkz. Sefer Turan ‘2018’ :Fuat Sezgin Bilim Tarihi Sohbetleri S.95). 
Nitekim Charles Singer, 9. Yüzyıldan itibaren entellektuel liderliğin Araplara geçtiğini ve  bilim dili olarak,  Arapçanın kullanılmaya başlandığını ve çok sayıda öğrenci yetiştirildiğini; belirtikten sonra, Galenus'tan (1000 yıl sonra) gelen Roger Bacon (1214 - 1294) ve Alberto Magnus (1193 – 1280) adlı keşişlerin, Müslümanlardan bilim öğrenmeyi tavsiye ettiklerini de yazmıştır. Fakat Charles Singer yazmamış olsa da, Roger Bacon’un hapse atıldığından, Albertus Magnus'un da, İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd gibi Müslüman bilginlerin öğretilerini benimsemiş olmalarından dolayı, Paris Üniversitesi'nin saldırılarına maruz kaldığından da haberimiz vardır (Fuat Sezgin İslam'da Bilim ve Teknik Cilt I. Sayfa 171. TÜBA yayınları). 
Charles Singer’e göre Hıristiyanlar,  Arapların bilimleri Antik Yunan filozoflarından öğrenmiş olduklarını anlayınca, 1000 yıllık uykularından uyanmışlardır.  Hal bu ki Müslüman bilginler antik Yunanlıların  bildiklerinden çok daha fazlasını keşfetmişlerdir. 
Tarihçilerin yaygın olan kanaatlerine göre, 1. Haçlı seferinin sonunda Kudüs'ü efe geçiren haçlıların,  orada kurdukları Hıristiyan Latin devleti vesilesiyle, 1099 – 1187 yılları arasındaki 88 yıl boyunca, Müslüman bilginlerin kâinatı okuyarak yeni bilgileri keşfettiklerini öğrenmişlerdir. Fakat  Haçlı seferinden 250 yıl önce Halife Me’mun döneminde (813 – 833) kurulan Beyt el - Hikme'de Müslüman bilginlerin yanı sıra, Antik çağ uygarlıklarından kalmış bilim kitaplarını tercüme etmeleri için, Arapçayla beraber Yunancayı veya Latinceyi de bilen Süryanilere de görev verilmiş olduğu da unutulmamalıdır. Müslüman Bilim Tarihçileri,  Halife Ca’fer el - Mütevekkil'in, Müslüman Arapların cahil kalabalığına taviz vererek, Beyt el - Hikme'de çalışan Müslüman bilginleri oradan kovup, yerlerine İlahiyatçıları doldurduğu zaman, Müslüman bilginlerin Horasan ve Harzem taraflarına gitmiş olduklarını yazmışlarsa da,  Beyt el-Hikme'de çalışan ve Müslüman bilginlerin yeryüzünü dolaşarak göklerdeki ve yerdeki ayetleri okumak suretiyle yeni bilgileri keşfettiklerine bire bir şahit olan Süryanilerin akıbetini yazan her hangi bir bilim tarihçisine rastlamadım. Bana kalırsa, Hıristiyan âlemi, Müslüman bilginlerin “yeryüzünü dolaşarak göklerdeki ve yerdeki ayetleri okumak suretiyle kâinattan yeni bilgileri keşfettiklerini, Haçlı seferlerinden yaklaşık 250 yıl önce, Beyt el –Hikme'den kovulan Süryanilerden de öğrenmiş olabilirler.  Kısacası 1. Haçlı seferinin sonunda Kudüs'ü ele geçiren ve orada kaldıkları 88 yıl boyunca, Müslüman bilginlerin göklerdeki ve yerdeki ayetleri okuyarak  bilgi keşfettiklerini anladıktan sonra, kendileri de kâinattan okuyarak bilgi keşfetmek istemişlerse de, kilisenin karşı çıkması nedeniyle 400 yıl kadar devam eden mücadele sonucunda Rönesansın ilan edilmesiyle,  önce sanatsal alanda, daha sonra da bilimsel alanda araştırma yapmaya yeniden başlayabilmişlerdir. 
Bu arada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus daha vardır: Kudüs'te kurulan  Hıristiyan Latin Krallığı döneminde 88 yıl boyunca Araplarla yakın ilişki içinde bulunmuş olan Hıristiyanlar Müslüman Bilim adamlarının göklerdeki ve yerdeki ayetleri okuyarak bilgi keşfetmiş olduklarına şahit olmakla kalmamış, aynı zamanda, Müslüman Arapların cahil çoğunluğunun üzerinde büyük nüfuz sahibi olan İmam Gazalinin, İbni Sina ve Farabi de dahil olmak üzere meşşaiyyun (gezginler) âlimlerinin kâfir olduklarını ilan ettiğini de öğrenmiş ve bu nedenle, İmam Gazali'ye biat eden Müslümanların cehalet içinde kaldıklarına da yakinen şahit olmuşlardır.  Edward Sachau’nun (1845 – 1930), “Eş’ari ve Gazali gelmeselerdi, Araplar belki Galile’leri, Kepler’leri ve Newton’ları yetiştiren bir toplum olacaktı” demiş olması da bunun delilidir. Her ne kadar  Abdülhak Adnan Adıvar da, Edward Sachau’nun böyle söylediğini yazmışsa da (Eş’ari yanlılarının tepkisinden çekinmiş olmalı ki) bu iddianın ciddiye alınmamasını da yazısına eklemiştir. (Bkz. “Tarih Boyunca İlim ve Din” 2. Baskı 1969: s. 121). 
Bu suretle Hıristiyanlar, bilimlerde ilerlemek için göklerdeki ve yerdeki ayetleri (objeleri sistemleri ve fenomenleri) okumayı kültür olarak benimsemişlerdir. Bununla beraber, Edward Sachau gibi dürüst bilim adamları hariç, Hıristiyan oryantalistlerin çoğu,  Müslümanların cahil kesiminin İmam Gazali'ye hayran olduklarını tespit etmiş oldukları için, Müslümanların cehalet içinde kalmaya devam etmelerini temin etmek maksadıyla , İmam Gazali'yi öven kitaplar yazmaya başlamışlardır.  Bunun ap- açık bir tuzak olduğundan hiç şüphem yoktur. Çünkü Müslümanların aydın sayılan kesimi bile “Gazali Hazretlerini Hıristiyanlar bile övüyor” zehabına kapılarak kurulan tuzağa düştüklerine de şahit olmaktayım. 
Değerli okurlarım, yazdıklarımın hepsini Tarih Kitaplarından okuyarak öğrenmeniz mümkündür; fakat, Hıristiyanların İmam Gazali'yi öven yazılar yazarak, Kurdukları tuzağa Müslümanları düşürdüklerini,  tarih Kitaplarında bulmanız mümkün değildir. Çünkü tuzak olayı halen yaşanmaktadır. Aşağıdaki paragraflarda da, bu tuzağın nasıl işlediğini açıklayacağım:
2011 yılında, “900. Vefat Yılında İmam Gazzali Sempozyumu” adı altında Milletlerarası Tartışmalı Sempozyum” düzenlenmiştir. Bu sempozyumda Diyanet İşleri eski Başkanlarından Prof. Dr. Mehmet Görmez de bir konuşma yapmış ve bu konuşmasında:
“Grek medeniyetini Aristo’nun, modern Batı medeniyetini Descartes veya Kant’ın temsil ettiği nasıl söylenir ve öyle ifade edilirse, İslâm medeniyetini de temsil eden âlimlerin başında İmâm Gazzâlî’nin geldiği rahatlıkla ifade edilebilir. Bir müsteşrikin medh-u senâsına ihtiyaç yok ama, Montgomery Watt’ın, İmâm Gazzâlî ile ilgili kullandığı şöyle bir ifade vardır: O, Gazzâlî için “Hem Müslümanlar, hem de Avrupalı bilim adamları tarafından Hz. Muhammed’den (s.a.v.) sonra en büyük Müslüman” tâbirini kullanır. Böyle bir medh-u senâyı hak edecek en önemli hususlardan biri, hiç şüphesiz, İmâm Gazzâlî’nin, kendisinden önceki dört asrı yorumlayarak sistemleştirmiş ve onun hülâsasını kendisinden sonraki nesillere aktarmış; ayrıca kendisinden sonra gelen herkesi her bakımdan etkilemiş büyük bir âlim olmasıdır.” Demiş olduğunu göstermek isterim. (bkz: Mehmet Görmez (T.C. Diyanet İşleri Başkanı):(2012): İstanbul M.Ü. İlâhiyat fakültesi vakfı yayımları Nu: 271 s. 36)
Hıristiyanların kurduğu tuzaklara Müslümanları nasıl düşürüldüğüne dair bir örnek daha vermek istiyorum: 
Yale Üniversitesi’nin İslam Araştırmaları Bölümü’nde görevli Frank Griffel adında bir ’profesörü, Halkımızın % kaçı tanır? Onu bilemeyiz ama, Frank Griffel’in yazdığı Gazali'yi öven “Al-Ghazâlî’s Philosophical Theology” adlı kitabı, İbrahim Halil Güçer ve Muhammed Fatih Kılıç adındaki Müslüman vatandaşlarımız “Gazalinin Felsefi Kelamı” adıyla tercüme eder, Hilmi Yavuz adındaki diğer bir Müslüman vatandaşımız da o kitabı okuyup, Gazaliyi öven lafları, Zaman gazatesindeki köşesinde, "Gazzali: Özerklik ve Ahlak" Başlıklı makalesine aktarırsa, Frank Griffel’in adını bile duymamış olan halkımızın, Hıristiyanların Kurduğu tuzağa, düşmesi sağlanmış olur. 
Nitekim, berberde sıramı beklerken, sehpadaki gazeteleri okumaya başlamıştım. Zaman gazetesinin 19 Nisan 2015 tarihli nüshasında Hilmi Yavuz’un, "Gazzali: Özerklik ve Ahlak" başlıklı bir yazısını okudum. Arşivimde bulunsun diye, Zaman Gazetesinden bir tane de ben almak istemiştim; ama bulamamıştım, Çünkü tükenmişti. Zaman Gazetesinin tirajını bilmiyorum; ama tirajının çok üstünde okuru olduğundan hiç kuşkum yoktur. Çünkü berberde sıra bekleyen sadece ben değildim. O gün o yazıyı kim bilir daha kaç kişi okumuştur. Eve dönünce önce Hilmi Yavuzun makalesini internetten indirip bilgisayarıma yükledim. Sonra o yazının kaynağını inceledim. “Gazalinin Felsefi kelamı” adlı kitabın,  Frank Griffel adında Amerikalı bir profesörün yazdığı “Al-Ghazâlî's Philosophical Theology” adlı kitabın, İbrahim Halil Güçer ile Muhammed Fatih Kılıç tarafından İngilizceden tercüme edilmiş olduğunu öğrendim. Hilmi Yavuz da o kitaptan okuyarak edindiği bilgileri Zaman Gazertesindeki köşesinde  okuyucularına aktarmıştı. Hilmi Yavuz adı bana yabancı değildi; ama, tanımıyordum. Onu da araştırdığımda sıradan bir vatandaş olmadığını, vasatın çok üstünde (aydın) bir zat olduğunu da öğrendim. 
Şimdi şöyle bir düşünelim bakalım: Amerika’nın Yale Üniversitesinde görevli Prof. Dr. Frank Griffel’in İngilizce yazdığı Gazali hakkındaki övgü dolu kitabı Amerikalılardan kaç kişi okur? Prof. Griffel delimi ki, emek vererek ve bir çok masraf ederek Hırıstiyan bir ülkede Gazaliyi öven bir kitap telif etsin !    Ama,  kâinatı okursanız meselenin boyutunu o zaman idrak edersiniz. Gelin şimdi kâinatı birlikte okuyalım: 
Uzun yıllar boyunca İngiltere'nin sömürgesi olan Müslüman ülkelerde İngilizce konuşan insanların sayısını merak edip incelersek toplamda 1 milyara yakın Müslümanın İngilizce konuşabildiği sonucuna varırız. Frank Griffel’in  yazdığı kitabın İngilizce konuşan Müslüman ülkelerin ahalisi tarafından okunacağı gibi, İngilizcenin konuşulmadığı Müslüman ülkelerde de, Halil Güçer ve Muhammed Fatih Kılıç gibi birilerinin, o kitabı tercüme etmeleri ve Hilmi Yavuz gibi kimselerin de o kitaptan alıntılar yaparak, günlük gazetelerde yayınlanmasını sağlamaları sonucunda,  İmam Gazali'yi öven o kitaptaki bilgileri okumayan kimse kalmaz. 
Hilmi Yavuz makalesini: “Ne mutlu bize ki, din-i mübînimizin tarihinde böyle müstesna ve örnek kimlikler var” cümlesiyle bitirmiştir. 
Sayın Hilmi Yavuz'un Gazaliyi Şahsen tanımış olmadığından eminim. Yemin ederim ki ben de tanımıyorum. Ama Gazalinin yazdığı yazıları analitik düşünerek okuyunca zavallı adamcağızın psikolojik bunalımlar içinde kalmış cahil bir ilahiyatçı olduğunu anladığımı da önceki makalemde yazmıştım.
Saygılar.