GDO?LU EĞİTİM MAHSULLERİ

GDO?LU EĞİTİM MAHSULLERİ

GDO?LU EĞİTİM MAHSULLERİ

Bir önceki yazımızda 28 Şubat Post modern darbesinin eğitim üzerinde yaptığı yıkıma belli ölçüde değinmiştik. Fakat eğitim sisteminde getirdiği değişikliklerin etkisi geçiştirilecek kadar ehemmiyetsiz değildir. Eğitimin bireyin ve dolayısıyla toplumun yaşam şekline derinden bir etki yaptığı herkesin malumudur.  Bu sebeple bu değişiklikler, diğer alanlarda olduğu gibi sessiz bir dönüşüme yol açmıştır.

İki binli yıllara doğru atılan milenyum çığlıkları ile birlikte estirilen küresel rüzgarlar ile birlikte iletişimde ve teknolojideki hızın çemberinde bir dönüşüme kapı aralanırken, bu darbe süreci ile sistematik olarak yapılanlar şu anda belli oranda karşı karşıya olduğumuz insan tipini ortaya çıkarmıştır.

Başka bir darbe olan 12 Eylül darbesiyle ulvi davaların duyarlı iklimlerinden koparılan insanlar,  dünyevileşme hususunda belli bir mesafe kat etmişken, bu darbe ile tüm dünyevi olana gitmesini engelleyen tüm bağlarından kurtulmak için aradığı kuvveti damarlarındaki  asil kanda değil, darbenin getirdiği zorunluluk(!)larda bulmuştur.  Bu zorunluluklar ve kaygılar onu dünyevi olana sarılma telaşına sürüklemiştir. Bu telaş içinde eğitim sisteminin "sıyrıl da gel tüm duyarlılıklarından ve değerlerinden" ya da "psikolojik laboratuarlarımızda zihinsel rot-balans ayarlarından geçmeden isteklerine ulaşamayacaksın" nevinden tehditler ve buna uygun eğitim sistemiyle insanlar dönüşüme sürüklenmiştir.

Cumhuriyetin kuruluşunda tek tip insanlardan oluşan bir toplum oluşturma düşüncesinin farklı bir tarzı uygulamaya konmuştur. Bu sürecin belki en önemli farkı, birbirinden farklı olmasına rağmen aynı amaca müteallik bireyler yetiştirme çabasıdır.  O döneme kadar halk arasında Sanat Okulları olarak bilinen Meslek Liseleri mezunları da dâhil olmak üzere her türlü liselerden mezunların Üniversiteye yerleştiği bir sistem varken, bu durum yeni düzenleme ile değişmiştir. Anadolu Liseleri bu bağlamda çoğaltılmış, böylece öğrenci profili okullar üzerinden iki grupta yeniden teşekkül etmiştir.

Bir tarafta başarmak adına ayrılmış olup, dünyevi birçok hırsın kucağına atılanlar, diğer tarafta ise amiyane tabirle atıl görülenler bu iki profili oluşturmaktadırlar. Daha ilköğretimde ön plana çıkarılan öğrencilere dayalı olarak kurgulanmış bir eğitim tarzı hâkim olmaya başlamıştır. İlköğretimin ikinci aşamasında seviye sınıflar ile tamamıyla ayrıştırılan bu öğrenciler, yapılan sınavla keskin çizgilerle ayrışmaya tabi tutulmuştur.

İlkokulda başlayan bu ayrışma ilgilenmeyen veya yanlış ilgilenen velilerin de yardımıyla milletçe hastalığımız haline gelen tembelliğe alışmış, amaçsız bireyler olarak öğretilmiş çaresizliğin kollarına atılmışlardır. Dediğim gibi darbeler ve sonrasında oluşturulan sistemler ile bu durum bilinçli olarak oluşturulmuştur diyebiliriz. Yeni eğitim anlayışı ile birlikte kalmanın kaldırılması ile bu gidişat hızlandırılmıştır. Çok az bir derecede okuma-yazma ile Ortaöğretimden mezun bireyler ortaya çıkmıştır. Okullarda tembelliği kronik hale getirilen bu bireyler okul süresince de okul sonrasında da gündelik bir tarzda anı yaşamaya sürüklenmektedir. Hayatın gerçeklerinden kaçmış ve kaçırılmış bu bireyler, hayatın ta kendisi ile karşılaşınca sudan çıkmış balığa dönmüşlerdir. Yazar Alev ALATLI`nın belirttiği gibi "Dünyayı bilmeyen, Dünyanın maskarası olur". Devamlı bir kaçış içerisinde olan bu bireyler, okuldan, evden, işten ve her türlü sorumluluklardan kaçar hale gelmişlerdir. Bir kaçış sendromu zihinleri esir almıştır.

Diğer tarafta tercihli okullar denen sınavla öğrenci alan okullarda okuyanlara baktığımızda onların da iç açıcı bir durumda olmadıklarını görüyoruz.  Okul serüveninin başında beliren ilgi ve yetenekleri onları ön plana çıkarmış; eğitime ve yarınlara dair tüm hesapların konusu haline getirmiştir. Bununla birlikte aile, çevre, sistem, okul paydaşları bir olup bu bireyleri her yönden donatmaya başlamışlardır. Başarıları ve olumlu hareketleri abartılmış, hataları bu başarılarının gölgesine kurban edilmiştir. Hatalarının farkına vardırılmayan bu bireyler kişisel gelişim ideolojisinin oluşturduğu "başarı putu" na tapınan insanlar haline getirilmişlerdir. Benliği, kibri şişirilmiş bu bireyler kendilerine gösterilen hedefe doğru önlerine çıkan her engeli, rakibi hakkıymış gibi ezip geçmekten geri durmamışlardır. Amaca ulaşmak için her yol mubahtır anlayışı edindirilmiş bu bireyler yarın başarı olarak gösterilen hedeflere varmak için engel olarak görüldükleri takdirde, kendilerini hırslandıran Ebeveynlerini harcanacak ya da ezilecekler listesine koyacaklardır.

Bir süre sonra her şeyi hakkı olarak görmeye çalışan bu bireylerin bu hale gelmesinde adı geçen darbe sonrası oluşturulan eğitim sisteminin test mantığı üzerine kurulu olmasının büyük payı vardır. Test çözmekten hayatı anlamaya, öğretime odaklanmaktan eğitime fırsat bulamayan bu bireyler, malum hikâyede anlatılan "adam olmayan valiler"e döneceklerdir. Bunun örneklerini gittiğimiz kurumlarda her an müşahede edebiliriz.  Batıdan devşirdiğimiz bireycilik akımına uygun yetiştirilen bu bireyler heveslerini tatmin amacıyla bugün olmadık işlere girişmektedirler.

Hulasa, bu iki tipte toplumsal bir sorumluluğu sırtlamaktan uzak, kestirmeden her türlü kazanımı elde etme telaşında yorgun ve bitkin, heveslerinin peşinde savrulup duran, durumlarının vahametinin farkında olamayacak kadar kendiyle barışık, gelişme ve geliştirme den heveslerini tatmin etme yollarını aramayı anlayan, üretkenliği havsalasından bile geçirmeyen bireyler olarak her türlü aidiyeti ve sorumluluğu teğet geçmektedirler. Bu kadar genç nüfusa sahip olmasına rağmen gerekli gelişmeyi gösteremememizin temel sebebi bu olsa gerektir.

Bu bağlamda, eğitimde ki bu garabetin düzeltilmesi adına yapboz oyunu haricinde neler yapıldığı da irdelenmesi gereken önemli bir husus olarak karşımızda durmaktadır...



Anahtar Kelimeler: 0