DENİZ GEZMİŞ; YILDIZELİ'NDE BİR ÇOCUK

DENİZ GEZMİŞ; YILDIZELİ

Çok duyarsınız, insan çocukluğunun coğrafyasını unutmaz.

Çalkantılı ve hüzün veren günlerin delikanlısı Deniz Gezmiş için de bu böyledir.

O’nu asanlar bu gerçeğin farkındaysalar daha fazla acısın diye ilmiği çocukluğunun boğazına geçirmiş olabilirler. Ya da ipe yürüyen Deniz’in gözlerinin önünden son geçen görüntü çocukluğu mudur ki?

Eğer öyle ise, kar soluyan Çal Dağı, ayazdan can ılığına akan Çamlı Bel, öfkeden gülüşe enginleşen Yıldız Dağı, Kemankeş Hamamı, Anadolu’nun aort damarıleyin uzayan E24, Kadı Burhaneddin’in ayak izleri, Mustafa Kemal’in Tokat üstü uzayan yol tedirginliği de karışmıştır celladını iplemeyen parkalı çocuğun kan oturan gözlerine.

Nerden biliyorsun diyenler için de açıklayıcı olsun diye yazıyorum.

Yanılmıyorsam, Ankara dokuzuncu söyleşimde Kemal Çevik (Prof.Dr.) lütfedip benden ve şiirimden söz ederken mahçup oldum, araya girip “saygıdeğer hocam, siz Deniz Gezmiş ile çocukluk arkadaşıydınız  değil mi” sorusunu yönelttim. Bir kaç saniye, solunu hınca hınç doldurmuş izleyicilere göz gezdirip, “Öyle, Deniz ölmesin diye çok çabaladım” dedikten sonra hatırladıklarını kısa kısa ifade etti. Yurt Gazetesi söyleşi ile ilgili yaptığı haberde bir iki cümle ile buna da yer vermiş olsa da benim içime sinmemiş, bu arkadaşlık konusunu Kemal Çevik hocamla konuşmak istemiştim. Ciddi ve bürokratik sayılabilecek bir dil ile, sonraya bırakmak gereğini anlattı bana.

Başka bir karşılaşmamızda da, Abbas Hoca, anılarımı yazsam müsfette halinde yazsam siz temize çekmek işinde bana yardımcı olur musunuz, Deniz’i de yazacağım deyince, heyecanla “tabi ki abi” deyiverdim.

Üç yılı geçik bekledik, konu ile ilgili ses seda çıkmayınca, hocamın araya giren rahatsızlıklarını da dikkate alıp, bu işin olmayacağına kanaat getirmiştim.

Geçenlerde bir duydum ki, Kemal Çevik anılarını, 1950’li Yıllardan Başlayan Kimi Kısa Anılar başlığı altında bir kitapta toplamış. Heyecanla aradım ve buldum. Birkaç bölümü okuduktan hemen sonra, yüreğim sızılı sızılı kendisini aradım, bu ne güzel dil, bu ne şık anlatım tarzı, bunlar ne kadar önemli notlar gibi cümleler ile kendi adıma teşekkür ettim.

Edindiğim izlenim şuydu; dahası vardı O’nun hayatınında tezahür etmiş ve yarınlara kalması gerekenlerin.

Yine de, buna şükürdü.

Gelelim çocukluğu Sivaslı, düşü mavi dalgalı Deniz abiye.

Cizlavent (Deniz Gezmiş’in ayakkabısı) başlığı ile başlayan ilk yazının ilk cümlesi de. “Cizlavent; o ayakkabıydı. Aynen bıraktığım gibi, hiç değişmemiş.”

Cizlavent ayakkabının doğum öyküsünün de anlatıldığı Bekir Coşkun’un Sözcü Gazetesi’nde 22 Kasım 2014’te yayımlanmış köşe yazısında alıntıların sonuna şu not eklenmiş. “Maden ocağını basan suda boğulan oğlu için, oğlum yüzmeyi bilmezdi diyen annenin ve babanın ayakkabılarıydı. 
Paramparça cizlavent.

İşte memurların çocuğu Deniz Gezmiş bazen cizlavent bazen makosen ayakkabı giyerdi. Mukaddes hanımın (Deniz Gezmiş’in annesi) benim de aralarında olduğum diğer öğrencileri, kamyon lastiklerinin eritilmesi ile elde edilen lastiklerinden imal edilmiş Niksar-Kale lastik ayakkabıları giyerdik. Zira Niksar-Kale cizlaventten daha ucuzdu.”

O zaman, yani 1950’li yıllarda, Yıldızeli’ndeki Ermeni komşularıyla olan anılarının üzerinden de şöyle bir geçen Kemal Çevik, Türkçe ezan ile ilgili değirmenci Mesrop Kasbar (Morsö dayı)’ın, Demokrat Parti’nin o zamanki ocak başkanı babası Hamdi beye, “Hamdi bu ne biçim ezan, şunu Mendres’e söyle değiştirsin. Çoluk çocuk uyuyamıyoruz” dediğini, Hamdi beyin de bu şikayeti Celal Bayar’ın Yıldızeli tren istasyonuna geldiğinde O’na söylemek istediğini, bunun için trene binince Cumhurbaşkanı treninin onu da alıp Sivas’a gittiğini, nihayetinde “Ermeni emmimin babama havale temennisine Celal Bayar’ın çok şaşırdığını, tebessümle karşılandığını ve sonucu bekleyin” dediğini yazıyor.

Olayın ertesinde, 16 Haziran 1950’de Türkçe ezan uygulaması Celal Bayar’ın imzasıyla kaldırılıyor.

Daha çok ve ilginç anılar var tabi de, ben yine birbirine örülürken ince bir zeka, dupduru içtenlikle ayrıntıyı kaybetmemiş bir hafızaya tanıklığımı da ifade etmek isterim doğrusu.

Gelelim yine Deniz Gezmiş’e.

Aşık Veysel dedem ile ilgili çok önemli iki anıyı birbiri içinde aktarmış olan yazar, Deniz Gezmiş’in annesi Mukaddes öğretmenin, Cumhuriyet İlkokulu’na çağırdığı Aşık Veysel’e destek amaçlı her öğrenciden iki buçuk lira (eskinin ortası delikli parası) istediğini, o zaman için çok büyük para olması sebebiyle, bu parayı yazarın kendisi, Deniz ve birkaç ilçe ileri gelenlerinin çocuklarının ancak getirebildiğini, sonunda daha önceden tanıdıkları olan Aşık Veysel’i kendi hanlarına götürdüğünü, toplanan paraların, ne yazık ki kendisine refakat ettiği pozu vermiş olan kişi tarafından çalındığını, sonra da Deniz Gezmiş ile birlikte durumu zamanın belediye başkanına haber verdiklerini, imece usulü ile para toplanmasına vesile olduklarını, “Kapı kitli, cüzdan cepte, para yok” dizeleriyle başlayan ünlü şiiri bu olay üzerine Yıldızeli’nde yazmış olacağı ihtimalini yazıyor.

Deniz Gezmiş’in babası Cemil Bey’in Yıldızeli civarında keman çalan ilk ilköğretim müfettişi olarak bilinmiş, bu gerçek kemanı hiç görmemiş öğrenciler için şaşkınlık yaratsa da, ev sahipleri olan yazarın ailesinden hiç kimse kiracılarından kaynaklı keman sesi duymamışlar.

Okullarında bit kontrolü uygulamasında Mukaddes öğretmen bir eliyle sıraya geçen öğrencilerin başına bakıyor, bit görürse yanlarında hazır bekletilen berbere saçları kazıttırıyor, diğer eliyle de peşinden DDT tozunu döküyormuş.

Bu işten yorulunca, arkadaşlarının başına DDT tozu dökme işini bazen Deniz Gezmiş’e bazen de arkadaşı Kemal Çevik’e yıkıyormuş. Her ikisini çok iyi tanıdığı için, bitli olmayacaklarından emin olan Mukaddes öğretmen, Kemal Çevik’in annesinin arada bir Deniz’in saçlarını da oğlu ile aynı calikte yıkadığını biliyormuş.

Kitabı okurken yine düşündüm; bu kadar farklı kültürlerin etki alanında kalmış bir ortamın, çiçeği burnunda Cumhuriyet’in henüz oturmamış kanun ve uygulamalarını içselleştirirken, gözlemlenen sakinlik ve kardeşlik hangi büyük (!) amaç uğruna darmadağın edilmiş, hangi zenginliğe ulaşmak adına tarihin hüzünle seyrettiğimiz karanlığına bırakılmıştır.

Deniz Gezmiş’in çocukluğuna dair, çoğu da yazılmamış bizim oralı anıları dinledikçe, darağacında can veren oğlunun acısıyla neredeyse lal olan Mukaddes öğretmenim ve eşi Cemil Bey’in hayata duydukları saygının öfkeye dönüşüş öyküsünü yaratıyorum kendi kendime.
Tarifsiz acı.
Ölçüsüz çoğalma.

“Kışkırttılar ve kıydılar arkadaşıma” diyor Kemal Çevik. Deniz harika bir candı demeye getirdiği o kadar çok cümlesi var ki O’nun.

“Deniz’in mezarının anamın mezarına yakın oluşu da bir başka hüzün yaratıyor” gibi ifadelerin peşinden boğazına düğümlendiğini hissettiğim, duyguya kesmiş sözcükleri, bir eski zamanda buz tutmuş deniz ya da eridi eriyecek aysberg gibi algıladığımı söylesem abartmış olur muyum bilmiyorum.

Seksen yaşına az kalmış Sivaslı bir çocuğun bu güne kadar zihninde dolanan ve arada bir dilinden hayata dağılan türküyü de Deniz’e ve kendilerine güzeli süsleyen Mukaddes öğretmenden öğrenmiş olması da acının başka tütümü olmuş.
Öyle olur hep.

“Arşaktan inirem yüküm eriktir,
Eriğin dalları delik deşiktir,
Bir emmim kızı var,
Taze feriktir.”

Abbas Turan
Ankara, 10.03.2023



Anahtar Kelimeler: DENİZ GEZMİŞ; YILDIZELİ' ÇOCUK