BU İŞTE BİR SİVAS VAR

BU İŞTE BİR SİVAS VAR

1980’ler.
Pamukpınar Öğretmen Lisesi.
Yıldızeli.
Biz o zaman sahiden çocuğuz.

Dört yanı hasret çiti ile çevrili, ağaçların ortasında, çamların, elmaların ve tarlaların ağır bastığı yerleşke.

Cumhuriyet tütüyor.

Sivas’ın Tokat’a en kestirme yolu üzerinde, 1940’lı yıllarda, ülkemiz adına çağın umudu mahiyetinde inşa edilmiş eğitim-öğretim yuvalarından biri.
Yani bir köy enstitüsü.

Tavuklarımız var, pancar tarlalarımız var, ineklerimiz var, dolayısıyla her gün etimiz, yumurtamız ve sütümüzün tedarikinkendi üretimimizle destekleniyor.

Yani anlayacağınız, bir güzel ortam.

Yüreğimiz evimizin sıcağını umsa da, devletin sıcağında pırıl pırılız, tokuz ve önemliyiz. 
Hatta, ülke geleceğin dört gözle beklediği gençleriz.

Bize öyle bakıyor devlet, onun umuduyla giydirip kuşandırıyor, onun sorumluluğu dahilinde okutuyor, yazdırıyor. Öyle ki, gözlerimiz güneşe ulalı sonsuzluk gölü, gönüllerimiz gökyüzü derinliğindeymiş gibi.

Geceler katran ağırlığında çöker, sabahın körü uyku boğazlamaya gelmiş ejderha, soğuklar şeytan soluğu misali yoğun, çocukluğumuz titreyen serçe kuşununki misali gövdemizden buğulanıyor.

Siyaset diye dile dolanmış cahil cühela dövüşlerinin dumanı yeni dağılmış olmakla birlikte, kimini ürkek etmiş, kimilerini öfkeli ve kimilerini de öç alma sayrılığına musallat etmiş atmosferin emareleri ranzaların arasında hışır hışır esiyor.

Okula ara vermek zorunda olanların birazı dönmüşler ama yüzleri gülmüyor. Onların akılları ve yürekleri civarında Atilla Ilhan’ın dediğinden daha belirgin korkunun krallığı.

Biz toyuz.
Ve umudun hası iliştirilmiş aklımızın bir kenarına. O ki, bizi öpüp öpüp özlemeye yollayanların umudundan göze görkem büyük parça. Çatal iğnesi çatal yollar, zemini memleket.

Hasret ıslağı halimizi şamar şaklamalarından esirgemeye yorulduğunuz kadar derslere yorulduğunuzu hatırlayanımız fazla değildir.

Nöbeti biliriz.
Ayrıca, ekmeğin azlığına dair ön yargımızı, bir avuç fındığı, çelik bardakta çok sıcak çay, berber zamanını, mektubun elimize uzatıldığı anları. Bir de battaniyenin altında ağladığımızı.

Diğeri Kuvayi Milliye. 
Maksut Karadeniz öğretmenimli bir sürecin ruh rengi. Kuvayi Milliye Ruhu da denebilir.

Düzenli olmayan ancak işgale döş dayayan milis kuvvetlere Kuvayi Milliye, kuvvetlerin bağımsız devlete kadarki çabasının yoğunluğu ve içtenliğine de “kuvayi milliye ruhu” dendiği bilgisi pırıl pırıl duruyor aklımda.

Yerel olarak örgütlenmiş, öncelikle kendi mıntıkasını işgalden korumaya ve kurtarmaya çalışan çoğu silahlı bu insanlara zamanla Kuvvacı dendi.

Nasıl da gururla, nasıl da ciddiyetle anlatırdı öğretmenimiz. Üstelik üniversite sınavında çıkmış soruları baz alır, konunun gereken özetini de o çerçevede yapardı.

Sivas ve Sivas Kongresi’nin önemini ifade ederken adete konu ettiği topraklarda oluşunun tadına bandırırdı sözcükleri.

Amasya, Erzurum kongresi, hatta Balıkesir toplantı kararları ile rotası çizilen direniş eylemlerinin başarıya ulaşması için, komuta merkezine duyulan ihtiyaç büyük oranda Sivas’ta giderilmiştir. Çünkü, vatanın dörtbir yanındaki milli nitelikli dernekler ve gruplar burada Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiş, bu fiili durum zamanla Millet Meclisinden yönetilen düzenli ordunun kurulmasını ve bununla işgaller karşısındaki milletin nihai hedefine ulaşmasını sağlamıştır. Sivas Kongresi Temsil Heyeti’nin de milletin nezdinde meşruluk kazandığı kongre. E tabi, bir başka şey de, kongreleri engellemek isteyenlerin yenildiği ilk yerlerden biri Sivas. Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı yer dersek konu başlığına kavuşmuş olur.

Ufak cüsseliydi Maksut öğretmenimiz fakat iri gerçeklere dikkatimizi çekmiş.
Gariban görünür fakat büyük ciddiyetle işlerdi dersi.
Sigara sarısı parmaklarında olduğu kadar bıyıklarında da hakim renkti.
Katılarak güldüğünü görmedik.
Ayakkabıları ve takım elbisesi hiç değişmedi desem abartmış olmam.
Beyefendiliği, görevine saygısı ve temelde bize benzerliği ta uzaktan gözüküyordu öğretmenimizin.

Ne zaman Sivas’ı tarihiyle aklımdan geçirsem Maksut öğretmenim de gelir gözümün önüne.

İnsan hep çocukluğunda yaşar gibi bir tespit var. Bilemiyorum tabi de, insan arada bir çocukluğuna kaçar desem daha mı doğru olur bilemiyorum.

Kargaların gece çıkardıkları ses soluk sıcağında uğultuya dönerken uyandığım oluyor halen. Şu yaşıma geldim, rüyalarımdaki yetiştiremediğim sınavlardan, geç kaldığım etütlerden ve tatili gelmeyen gurbetten yorulur dururum.

O valizleri, o bohçaları, o ayrılığı ve o heyecanı nasıl taşırdık halen aklım almıyor. Nizamiye sözcüğünü ikinci defa askerde duydum. Nicedir bilmem, henüz hiçbir yazımda geçmedi. Oysa ne kadar derin izi var bende.

İnsanın vatanım diyebilmesi kadar özgürlüğe yakın eden gerçek çok az.

Pamukpınar’dan mezun bir arkadaşımla sohbet ederken konu seçimlere geldi. Sözleşmiş gibi aynı şeyleri söyledik; aslolan devlettir. Seçimlerin yapılıyor olmasının yegane garantisi, bizlerin toplam iradesinin yönetsel gücü elbette Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Bunun ifade ettiği değerler toplamını bilenlerin hassasiyeti sadece duygusallıkla açıklanamayacak kadar önem arz etmekte.

Orda işte manda ve himaye kabul edilemez, orda işte ya istiklal ya ölüm, orda işte kuvvacı serden geçtiler, orda Sakarya Meydan Muharebesi’nin aslanları, orda işte işgalcilerin zulmüyle kanlı bıçaklı olan mazlumlar, orda işte İzmir’e uçar gibi koşan kınalı kuzular, orda işte cephaneyi oğulu kızı gibi koruyan analar, orda işte bir umut uğruna açlığı sineye çeken gelinler, orda işte eşlerini ve çocuklarını gelmezliğe yollayan yürekler, orda işte tarihin en şanlı şehitleri, orda işte postalları ayaklarına deri olmuş ordu başları, orda işte taşlara yalın ayak basan umut gözlüler, orda işte Antepli Şahin, orda işte Sütçü İmam, orda işte bir avuç un ile düşünü kollayanlar, orda işte Mehmet Akif’in dedikleri, orda işte Mustafa Kemal, orda işte hüzün ve öfke ırmakları, orda işte Kazım Karabekir, orda işte enkazı beşeri sırtlan sürülerinin suratına yükleyip yolcu edenler, orda işte idraki garbın afakını yakanlar.

Orda işte türkülerin yaralara sürüldüğü mahşer.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu süreci destansı ve matematiği olan bir iştir.
Ne güzel ki bu işte bir Sivas var.  

Konu buraya nasıl geldi bilmiyorum.

İyi ki gelmiş.

Abbas Turan
12 Mayıs 2023
Ankara

Not: 26 Mayıs 2023, Cuma günü saat 18.00’da, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde Bu İşte Bir Sivas var adlı etkinliğimiz var.
Özellikle Ankara’da olan canları bekleriz.



Anahtar Kelimeler: SİVAS