Bir Sağ’a Bir Sol’a Savrulan Türk Milliyetçiliği:

Bir Sağ’a Bir Sol’a Savrulan Türk Milliyetçiliği:

Yayınlanan CB kararnamesiyle seçim süreci fiilen başlatılmış oldu. Olurdu, olmazdı yorumları anlamını yitirdi böylece. Her seçim dönemi yaşanan taşkın, bol reklamlı ve coşkun bir atmosferinden azade bir politik çalışmanın yürütüleceğini görebiliyoruz. Ülkemizi derin bir yasa boğan depremin yıkıcı etkisi vatan sathında yürekleri dağladı. Tek tesellimiz müşterek felaketlerin ıstırabı da müşterek olduğudur. Yitip giden canların geri gelmesi ilahi kanunlara aykırı olduğu gerçeğinden hareketle, geride kalan insanlarımızın yaralarının sarılması ve kayıplarının hepsi mümkün olmasa da önemli bir kısmının telefi edilebileceğine olan inancımızı muhafaza ediyor olmamızdır. Bu vesile ile depremin ilk gününden itibaren sergilenen dayanışma, ortak acının yasının tutulması için gösterilen çaba ve sergilenen olumlu tutum ve davranışlar takdire şayandır

AKP-MHP-CHP-İP v.s seçmen kütlesinin ana mihverini oluşturan ağırlıklı partiler son yirmi yılın rövanşını bir birlerinden alabilmek uğruna rekabet edecekler.  Her partinin üzerinde günlerce hatta haftalarca yazılar, olumlu veya olumsuz yazabilmek mümkündür. Ancak içerisinden geldiğim milliyetçi partileri tercih ediyorum.

Milliyetçiliğin doğuşu, başlangıcı, tutunma, kök salma, yayılma ve iktidar dönemleri ve deneyimleri olduğunu izleme, şahitlik etme evrelerimiz oldu. Her bireyin milletini sevmesi, onun uğruna çalışma, hak ve hukukunu koruma duyusunu yoğun bicimde yaşadık. Sivas genelinde yetmişli yıllardan sonra aktif olarak legal veya illegal faaliyetlerde bulunan birçok kişi, abı, kardeş, ülküdaş, ocaklı, partili tanıdık, tanıştık, tartıştık, küstük, küsüştük, kimi zaman uzak, kimi zaman yakın durduğumuz kişiler, partiler oldu. Bu vetire içinde oldukça zor vakitler oldu. Seksen ihtilalı ile başlayan süreç ülkücü-milliyetçi kişi ve grupların farklı düşünme ve davranışlarına yol açtığı günlere kapı araladı.

Ankara genel merkez o günleri elinin çok zayıf olduğu bir devri yaşıyordu. Tim-Bay üzerinden, daha sonra bizim ocak dergisi altında faaliyetlerini, adeta adımlarını çocuğun emekleme dönemlerinde ki gibi ağır ve dikkatli bicimde atıyordu. Muharrem Şemsek cezaevinde girmeyen ocaklı genel başkan milliyetçi kesimi toparlamak istiyordu. Türk Milliyetçiliği almış olduğu okkalı darbe ile derinden sarsılmıştı. Pek çok ülkücü ve özellikle partililer siyaset döneminin tükendiğini, Türkeş ile beraber yol yürümenin mümkün olamayacağı görüşünü dile getiriyorlardı. Şurası bir gerçektir ki, ülkücü mücadele genç kuşakların verdiği bir mücadeleydi ve sert ve katı mücadele taraftarlarıydı. Bu mücadele şekli parti organlarında gizli bir tedirginlik ve endişeye yol açtığını gözlemlemek mümkündü. Yani şiddette bulaştığı veya cezaevlerinde yatıp çıkan kişilere ihtiyatlı yaklaşım sergiliyorlardı, kamu hayatında oluşan yönetici kesimleri ise bazı yöneticiler hariç ihtiyatı elden bırakmadılar hep mesafeyi kurudular.

MC’LER devri:

MHP seksen öncesi iktidar deneyimini koalisyonlar ile başladı. Milliyetçi Cephe, Sol cenaha karşı siyasi bloğu oluşturdu. Demirel’in Adalet Partisi ile koalisyon ortaklığında milliyetçi partili ve ülkücü gençlik alış verişinde karlı çıktı. MHP ve Türkeş anlayışı ülkücülere oldukça cömert davrandı ve 50-60 bin genç Eğitim enstitüsüne girdiler. Mücadelenin en doruk noktasını bu okullar ve ülkücü gençlik yaşadı. O yıllarda politik olarak al gülüm- ver gülüm anlayışı tenkide tabi tutulmamıştı. Seksen darbesi bu oluşumun köküne kibrit suyu çaktı ve Türkeş’in tabiri ile Nuh Tufanı yaşandı, politik yapılar ve örgütler devlet bütün acımazsız gücü ile ezildi. Ülkücü camia payına düşeni fazlasıyla aldı.

Her darbe alan, devletin ceberut gücü ile karşılaşılan örgütler dağılmaya meyyaldirler, birde içlerinde devlet uzatmalıları, hafif ayak tabir edilen unsurların hareketi bölmek, parçalamak veya rayından çıkartmak için ortaya attıkları fitne, fesat ve ajitasyonlar, hareketin yorgun savaşçıları üzerinde yarattığı menfi psikoloji ile tetiklenen yalnızlık duygusu birleşince ortaya çıkan enerjinin dışa vurumu hayli sarsıcı olmuştur. Eğer ihtilal biraz daha askeri yapılar eliyle devam ettirilmiş olsaydı haller perişandı.

Bu hal ve şartlar altında ortaya çıkan, çıkartılan çözüm yolları mecburen ANAP’ı işaret ediyordu ve ocaklı-partili birçok ülküdaşımız, başkanlar ve il yöneticileri dâhil ekseriyeti kısa vadede geri dönmek üzere ANAP saflarında politikaya soyundular. Gidenler MHP’nin seksen öncesi il başkan ve yöneticileriydi ve taban bu gidişi desteklerdi. MP-MCP’de kalan arkadaşların itirazları ses getirmekten uzaktı.

Şartlar ülkücü-milliyetçi unsurları Sağ’a doğru savuruyordu ve Türkeş dâhil olmak üzere yapacağı fazla bir şey yoktu. Tabana rağmen siyaset üretmek hayli zorluyordu o günün MCP karar vericilerini, zaten Türkeş yasaklıydı, emanet genel başkanları partililer ve ülkücüler kabul etmekte zorlanıyordu. Bu hazımsızlık A.Kerim Doğru’yu kısa südre tasfiye etti. Komitacılıkla parti yönetme tarzı ittihat terakki devrine mahsus olduğu halde, iflah olmaz hastalık MHP bünyesinde kök salmayı bilmişti bu tutunma günümüze kadar sirayet etti dersek hata etmemiş oluruz. Yine o günlere mahsus bir sağ’da birlik projesi yerel seçimlerde, Erbakan hoca ile yoldaşlığa yöneltti, yerelde yapılan seçim ittifakı doksanların başında siyasal İslamcıları iş başına taşıdı. Yine sağ, yine sağ’a savrulma, insan veya siyasi yapılar bir defa savrulmaya yelken açmasınlar, politik rüzgâr nefes aldırmadan esmesini bilir. Ve öyle oldu. Milliyetçi cenah doksanlı yıllarda başlayan savrulma nihayette ermedi.

Yıl iki bin olduğunda koalisyon sağ’dan değil, bir sağ’dan bir sol’dan ittifakına evirildi. Üç’lü iktidar büyük iddia ve fedakârlıklalar kuruldu. Kanlı bıçaklı olan politik hasımlar aynı masada buluştular, yine devletin bakası uğruna fedakârlık milliyetçilere düşmüştü. Zoraki gerçekleşen birliktelik kısa ömürlü oldu. Kötü yönetilen bir koalisyon, milliyetçilere pahalıya mal oldu. Ecevit ve Sezer arasında fırlatılan kitap, siyasi kriz oluşmasına neden oldu, ardından ekonomik kriz patlak verdi ve finanssal krizle derinleşince Bahçeli olaya el koyarak, seçimlerin yenilenmesini istedi. Yapılan 2002 iki seçimleri MHP’nin yenilgisiyle sonuçlandı.

2002 senesi Erbakan hoca’yı mücadelede yetersiz bularak tenkit eden grup tarafından kuruldu. Türk halkının yaşadığı krizlerden canı fena yanmıştı. Milliyetçi camianın MHP’ye karşı oluşan politik güvensizliği eklenince hurra diyerek Erdoğan ve ekibine buyur dedi, iktidar anahtarını verdi. Bu anahtar öyle bir anahtardır ki, masallarda  “açık susam açıl” diyerek anlatılan gizemli bir güce sahipti. 

Ve Milliyetçi, İslamcı rekabeti yerini zaman zaman acımazsız eleştiri ve tenkide bırakıyordu. Ta ki Fetö kalkışmasına kadar merhametsiz bir muhalefet anlayışını MHP ve Bahçeli fasılasız sürdürdü. Ta ki o menfur askeri, sivil kalkışma olana kadar. Çok süre geçmeden MHP” vatanın bekası” uğruna diyerek resmi ortaklık imzası olmadan şartsız ve sonsuz desteklerini kamuoyuna açıkladı. Milliyetçi taban ne olup bitiğini anlamak istese de mum dibine ışık vermez muhasebesince, gerekçe tek kavram ile sınırlı kaldı. Beka kavramı 
MHP, Haziran seçimlerini beklentilerin üzerinde bir başarı ile gücünü artırmasını bildi. AKP seçimlerde iktidar olmak için yeterli çoğunluğu sağlayamayınca MHP’sine koalisyon teklifiyle kapısını çaldı. Koalisyona sıcak bakmayan MHP teklifi tartışmaya gerek dahi görmeden ret edince AKP seçimlerin yenilenmesi için sandığa gitti. Yapılan seçimler MHP için ciddi bir kayıp ile sonuçlandı. Yenilgi parti içerisinde var olan muhalefet cephesini hayli umutlandırdı. Politik ortam hararetlendi. Olağanüstü kongre talepleri genel merkezciler nezdinde kabul görmeyince, parti içi muhalefet çözümü delege nezdinde bulmak istese bu mümkün olmadı, mahkeme safhası ve hukuka uygunluk ve haksızlık iddiaları MHP’nin yeni parti içinde temizlik ve istifalar peş peşe sıralandı.

Sonuç MHP siyasal tarihinde ikinci bölünmeyi yaşadı.93’lü yıllarda Yazıcıoğlu’nun başını çektiği muhalefet ayrılmış, uzun seneler her iki taraf mensupları birbirlerini haklı, haksız suçlamaya maruz kalmışlardı.

Parti içi muhalefetin bastırması, devletlû geleneğinden gelen ekiplerin güçlenmesine sebep olduğunu düşünüyorum. MHP’nin var olduğu günden itibaren bu ekiplerin varlığı sır değil. Bu ekipler ideolojik kültürden ziyade katı devletçilik anlayışına sahiptirler ve MHP’nin sınırları belirlenmiş bir milliyetçilik yapmasından yanadırlar. Oysa Türkeş’te ideolojik yan daha ağır basmaktaydı, rahmetli ülkücülere evlatları nazarında bakıyordu. Her tarafa, her soruna yetişemese de yaşanan sorunların çözülmesini yeğlediği bilinmekteydi.

Velhasıl kelam milliyetçi siyaset fraksiyonları, türevleriyle birlikte ideolojik bir savrulmanın cazibesine kaptırmış gidiyorlar. BBP kuruluşundan hemen sonra savrulmaya başlamıştı, rahmetlinin vefatından sonra bu savrulma, uçuruma yuvarlanmaya dönüştü ve tabanın büyük ekseriyetini kaybetti artık iki yüz kişi ile sınırlı salon toplantılarını ancak yapabiliyor, hal böyle iken iç bünyesinden Milli Yol gibi bir parti doğurdu. Yine Özdağ hocanın başını çektiği Zafer Partisi bende varım diyor ve ayrı bir yapı oluşturmak istiyor. Ancak çok sabırsız davrandığını gözlemlemek mümkün yeni kurulan parti olmasına karşın politik pastadan pay istiyorlar.

Türk milliyetçileri eskilerde fraksiyon bilmezlerdi, teori ve pratikte, aynı düşünce ve metotları kabul eder ve uygularlardı. Şimdilerde bu gelenek hayli değişkenlik gösteriyor. Hal böyle olunca taban bir o yana, bir bu yana, savrulmaktan kurtulamıyor. Öyle çok insan tanıdım ve bildim ki, dün hayır dediğine bugün evet diyorlar. Dün MHP için iç politik mücadeleyi düşmanca yapmaktan çekinmeyenler, farklı düşünen insanlar için ağza alınmadık kelime bırakmadılar. BBP’SİNE ömrü boyunca sıcak bakmayan, binasına girmeyen hatta selam vermeyen kişiler bir bakıyorum, BBP saflarında görev alabiliyorlar. MHP’nin adeta ‘militanlığını’ yapanlar bugün İP’TE mevzi almış, MHP’yi merhametsizce tenkit edebiliyorlar. “Leibniz, “Mazi istikbale gebedir” diyor. Halk deyimi ise ‘yaşa da gör ‘der.Bakalım daha nelere şahitlik edeceğiz. 

Kalın Sağlıcakla,
 



Anahtar Kelimeler: Savrulan Milliyetçiliği: