Bir Hadis ve Bir Sürpriz

Bir Hadis ve Bir Sürpriz

BİLİM TARİHİNDE MÜCEVHER NİTELİĞİNDE OLDUĞU HALDE  LÜZUMSUZMUŞ GİBİ GÖRÜLEBİLEN BİLGİLER DE VARDIR

● Orta öğretimde ve hatta yüksek öğretim sıralarında öğrendiğim bilgilerden bazılarının, çöp niteliğinde olduğuna, karar vermiştim. Fakat yaşadığım bazı olaylar, çöp yerine koyduğum bilgilerden bazılarının,  yeri ve zamanı gelince,  son derece değerli bilgiler olduğunu idrak etmeme sebep olmuştur. Bunun la beraber daha sonraki yıllarda, Kur’an’ın bilimlerle ilgili ayetlerini okurken, Al-i İmran suresinin 7. Ayetini de, (analitik düşünerek) okuyunca, bu ayetin irşadıyla, muhkem ayetlere dayalı olan bilgilerin mücevher niteliğinde olduğunu, buna karşılık müteşabih ayetlere dayalı olan  bilgilerin hiç bir değeri olmadığını da idrak etmiş ve  "Bilim Tarihinin,  İçinde Mücevherlerin de Bulunduğu Muazzam Bir Çöplük" olduğunu da   o zaman yazmıştım.
Bu günkü makalemde, son derece lüzumsuzmuş gibi göründüğü halde yeri ve zamanı gelince mücevher değerinde oldukları anlaşılan bilgilerden örnekler vermek istiyorum:
●  Botanikte öğrenciyken hocalarımız bize,  “yaprak terlemesi” (transpirasyon)  adı verilen bir bilgiyi de öğretmişlerdi. Sınavlara hazırlanırken, transpirasyon denilen bilgiyi  öğrenmiş olsak  ne yazar, öğrenmemiş olsak ne yazar diye düşünmüştüm. 
Mezun olduktan sonra 1965 yılının son baharında  askere gitmiştim. En yakın arkadaşım olan Nihat Özkâhya,   Erzurum'daki,  Atatürk Üniversitesinin Ziraat Fakültesinde, ben de İstanbul'da okuduğum için 4 - 5 yıldır ayrıydık;  ama şimdi ikimiz de İstanbul - Tuzladaki Piyade Yedek subay okulundaydık .  Yedek subay okulundan sonra,  Kıta hizmetimizi yapacağımız birlikleri belirlemek üzere kura çekmeye başlamıştık. Nihat  sporcu bir gençti, Yüzme sporunu da yapabilmek için  kıta  hizmetini deniz kenarındaki  askeri birliklerden birinde yapmayı çok istiyordu. Fakat kurada, Mardin’in Kızıltepe ilçesini çekmişti. Nihat’tan sonra ben de Kızıltepe'yi çekince çok sevinmiştik.
1966 yılının Nisan ayında Mardin'in Kızıltepe ilçesindeydik..    
Kızıltepe, Yukarı Mezopotamya Ovasının orta yerinde 10.000 nüfuslu bir ilçeydi. Kurada Kızıltepe’yi çekmiş olan 21 asteğmendik. İki hafta kadar Kızıltepe’deki alay karargâhında misafir edilmiştik. Alayın taburlarından biri (2. Tabur) ilçenin 800 metre kadar dışında ve Mardin’e giden yolun üzerindeydi. Alay karargâhında misafir edildiğimiz sürece, komutanlarımız bize,  2. Tabur’daki bazı görevleri yaptırıyorlardı. Bizler, verilen görevleri yaparken, komutanlarımız da bizi tanımaya çalışıyor ve hangimizin alayımızın hangi Taburlarında görevlendirilebileceğimizi planlıyorlarmış.
Kızıltepe’deki ilk haftamızda (Nisanın ilk haftasında) komutanlarımız bize garnizonun  ağaçlandırma sahasındaki  kurumuş fidanları söktürmüşlerdi. Fidanların her biri en az 2,5 metre boyunda ve gayet güçlüydüler ama hepsi kurumuştu.  Bizden altı ay kıdemli olan yedek subaylardan, Teğmen Nafiz Duru, orman mühendisiydi. Bu fidanların neden kuruduğunu sorduğumda, bana: “Bunları geçen ilkbaharda dikmişler. Ben, Sonbaharda geldiğimde hepsi kurumuştu. Gelecek baharda belki köklerinden sürgün verirler diye beklettik,  ama nafile. O nedenle söktürüyoruz” demişti, 
Komutanlarımız Nihat'ın ve benim 2. Taburda görevlendirilmemize karar vermişlerdi. Nihat 6. Bölük Komutan vekili ben de 7.Bölük komutan vekili olarak, görev yapmaya başlamıştık.

● Antik Mezopotamya Uygarlığı ile Karşı Karşıyaydım

Nisan ayında Mezopotamya ovası cennet gibiydi. Fakat Mayıs ayının sonuna doğru ortalık sıcaktan kavrulmaya başlamış ve adeta Cehenneme dönmüştü.  O günlerde Garnizonumuzdan pek uzakta olmayan Kızıltepe Höyüğünün Mardin’e bakan kuzeydoğu yamaçlarında, yerel kıyafetleriyle ( beyaz entarili, kefiyeli, agelli ) insanların sabah ve akşam saatlerinde eğilerek doğrularak bir şeyler yaptıklarını görüyordum. Aynı olayı birkaç gün izledikten sonra adamların orada nelerle uğraştıklarını öğrenmek üzere,  akşam üstü yanlarına gitmiştim. Yaklaşınca epeyce geniş bir alanda kerpiçlerin dizili olduğunu görmüştüm. Yanlarına varıp,  selamlaştıktan sonra ne yaptıklarını merak ettiğimi söyleyince, bana “bağ yetiştirdiklerini” söylemişlerdi. Fakat ortalıkta kerpiçlerden başka bir şey görünmüyordu. Adamlar plastik bidonlarla getirdikleri suyu  maşrapaya boşaltıyor, onu da kerpiçlerden oluşturulmuş, odacıkların içine döküyorlardı.  Dikkat edince odacıkların içinde asma fidelerinin bulunduğunu görmüştüm.
 Adamlarla ayaküstü sohbet ederken, Süryani olduklarını, şarap yapmak için üzüm yetiştirmeye çalıştıklarını söylemişlerdi. 
Anlattıklarına göre, kış boyunca yağan yağmurlar toprağın derinlerine kadar işlediği için,   demir boruları çakabildikleri kadar derinlemesine toprağa çakıyorlarmış. Sonra boruyu çıkarıp,  açılan deliğe asma çubuklarını sokuyor, etrafını da pekiştiriyorlarmış. Baharda çubukların ucundaki tomurcuklardan yapraklar çıktıktan sonra, yağmurların ardı kesilince “eyyamül bahur” (sıcak günler) başlamadan önce, fidelerin doğusuna, batısına ve güneyine birer kerpiç koyduktan sonra, bir kerpici de bu üç kerpicin üstüne koyarak  asma fidelerini  kuzey tarafı açık olan odacıkların içinde kalmalarını sağlıyorlarmış.  Sonra,  odacıkların içine  akşam - sabah birer maşrapa su döküyorlarmış.  Bir maşrapa suyun bu fidelerin köklerine ulaşmasının mümkün olmadığını söylediğimde,  “Onu bilmeyiz. Biz bunu böyle gördük böyle yaparız” demişlerdi. 
Onlar bunu  öyle görmüş, öyle  de yapıyorlardı ve bunu neden öyle yaptıklarını da bilmiyorlardı ama, düşününce,  yaptıkları işin  bilimsel bakımdan son derece makul olduğunu anlamıştım. Çünkü:  kerpiçlerin kuşattığı odacığın içindeki fidelere bir maşrapa su dökerek odacığın içini ıslatıyorlar ve yaprakların nemli bir atmosfer içinde kalmalarını sağlıyorlardı.   Odacığın  içine güneş düşmediği için,  rutubet de kolay kolay kaybolmuyordu.   Böylece yaprakların “transpirasyon” (terleme) hızını düşürüp,  asma çubuklarının yer altındaki nemi daha iktisatlı bir şekilde kullanmasını sağlıyorlardı. 
Süryanilerin uyguladığı bu metodu görünce, Antik Mezopotamya uygarlığı ile yüz yüze olduğumu hissetmiştim.  Tabur garnizonundaki ağaçlandırma sahasına dikilmiş olan uzun boylu fidanların yaprakları,  sulama çanağının çok yukarısında kaldığı için “eyyamül bahur” döneminde yapraklar, sulama çanağının üzerindeki nemli havanın dışında kalmış ve o yüzden kurumuş olabilirlerdi. Ağaçlandırma sahasına çok kısa boylu fidanları dikmeliydik. Böylece fidanların yaprakları sulama çanağına dökülen suyun nemlendirdiği atmosferin içinde kalır ve yaşama şansı yükselebilirdi.
Garnizonda,  derinliği 6 metre kadar olan, dar bir kuyu vardı. Daha geniş bir kuyu kazdırıp daha bol su çıkartarak ağaçların tamamını sulamak mümkün olabilirdi. 
Düşündüklerimi Tabur komutanıma  anlatmış onun da onayını aldıktan sonra gerekli hazırlıkları tamamlayıp ertesi yıl Fırat nehrinin  kıyısındaki Birecik Orman Fidanlığından getirdiğimiz, 25 Cm boylu fidanları ağaçlandırma sahasının tamamına diktirmiş ve Tabur Komutanımızın Tugaydan temin ettiği yüzlerce   boş tenekeleri  ve bize verdiği   yetkiyi kullanarak,  Nihat ile beraber, mesaiden önce sabah vaktinde ve mesaiden sonra akşam vaktinde   Taburdaki  erlerin tamamına,  Ağaçları bolca sulatarak,   sulama çanağının gün boyu nemli kalmasını sağlamıştık.  
Böylece “transpirasyon” denilen ve ilk bakışta lüzumsuzmuş gibi görülebilen bir bilimsel bilginin,  yerine göre ne kadar önem kazandığını da görmüştüm.●  Bir Hadis ve Bir Sürpriz 
1994 yılında, Edebiyat Fakültesindeki Biyoloji Tarihi dersini anlatmak üzere, Biyoloji Tarihçisi Charles Singer’in  kitabını okuyorken,  M.Ö. 885-860 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm sürmüş olan Asurnasirpal’den kalmış bir saray harabesinin, rölyeflerle süslü duvarlarından birinde, hurma ağaçlarına suni tozlaştırma  yapan cinlerle ilgili bir rölyefin bulunduğunu görmüştüm: 
Charles Singer,  suni tozlaştırma yöntemini Babillerin, Mısırlıların ve Yunanların da bildiklerini, hatta Theophrastus (MÖ 371 – M.Ö. 287) adındaki İskenderiyeli bir Yunan bilgin tarafından yazılmış botanik kitabında  sadece hurmaların değil kenevir, incir söğüt kavak  gibi bitkilerin de erkekli dişili olduklarını keşfetmiş  olduğunu yazmıştır. 
Konu ile ilgisi bakımından, Rafi İbnu Hadic tarafından rivayet edilen bir hadisi de görüşlerinize sunmak istiyorum:
“Resulullah (sav.) Medine’ye geldiğinde Medineliler hurma telkih ediyorlardı. “Ne yapıyorsunuz?” diye onlara sordu. Medineliler, “Bu, eskiden beri yapmakta olduğumuz bir şey!” deyip (açıkladılar). Aleyhissalatu vesselam da “Eğer bunu yapmasanız belki de sizin için daha iyi olur!” buyurdular. Bunun üzerine Medineliler o işi bıraktılar. Hurma ağaçları o yıl (çağla) döktü (ve meyve tutmadı). Durum Aleyhissalatu vesselam’a haber verilince şöyle buyurdular: “Bilin ki, ben bir beşerim. Size dininizle ilgili bir emirde bulunursam onu derhal alın. Eğer kendi reyime dayanan bir şey emredersem, bilin ki ben bir insanım!” 
İskenderiyeli Theophrastus’un Medineli Araplardan 800 küsur yıl önce sadece hurmaların değil başka bitki türlerinin de çiçek tozlaşmasının meydana geldiğini keşfetmiş olmasına rağmen,  Medineli  Arapların,  hurma telkih etme işini niçin yaptıklarını bilmemeleri,  onların bu işi başka kavimlerden görerek sebebini bilmeden taklit ettiklerini gösterdiği gibi, Asurnasirpal’den  sonra 1400 yıl geçmiş, olmasına rağmen, Arapların bunu niçin yaptıklarını hiç merak etmemiş ve düşünmemiş olduklarını da ortaya koymaktadır.  Buna karşılık,  kervancılık yaptığı için,   hurma ağaçlarının telkih edildiğinden haberi olmayan Hz. Muhammedin, Medinelilere “Ne yapıyorsunuz?” diye sormuş olmasından,  telkih işini ilk defa görmüş olduğu  ve diğer Araplardan farklı olarak, onun sorgulayan ve dolayısıyla analitik düşünebilen bir şahsiyet olduğuna delalet etmektedir.  Bu hadisi okuyunca Kızıltepe'deki bağ yetiştiren Süryanileri hatırlamıştım.  Onlar da tıpkı   Medineli Araplar gibi yaptıkları işi neden yaptıklarını bilmiyorlardı.

*
Kızıltepe'deki ağaçlarımızı dikmemizin üzerinden 30 yıl geçmişti. Şanlı Urfa'da  Harran Üniversitesi açılmıştı; ama,  öğretim üyesi bulunamıyordu. Harran Üniversitesine ders vermeye gitmiştim.  Şanlı Urfa'dayken, Mardin'e de gitmiş,  Kızıltepe'deki ağaçlarımı görmüştüm. O zamanki Alay Komutanı,  Alb. Ergin Arga Bey ile ağaçlarımın önünde  fotoğraf çektirmiştik.

● Lüzumsuzmuş Gibi Görülen Değerli Bilgilere Diğer Bir Örnek

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi’nin kurucu Dekanı Prof. Dr. Yusuf Vardar Bey de Bitki Fizyoloğu idi. Öğrencilik yıllarımda İstanbul’a gelmiş, bir seminer vermişti. Seminerde Amerika’daki Fen Fakültelerinde (Faculty of Sciences) bitki fizyologlarından birçoğunun “Ağaçlar yapraklarını neden döker?” sorusuna cevap aradıklarını  anlatmıştı.  Bana göre, Anlı şanlı Prof. Dr. Yusuf Vardar Bey, İzmir’den kalkıp İstanbul’a gelmiş, anlatacak başka konu yokmuş gibi, Amerikalı bitki fizyologlarının kafa yordukları  saçma sapan işleri anlatmıştı. Oysa ben,  Yusuf Bey’den  bitkilerin daha verimli olabilmesi için yapılan fizyolojik araştırmalardan bahsetmesini beklerdim... Amerikalılar “Ununu elemiş eleğini asmıştı.”  Onlar,  ağaçlar yaprağını neden döker?” sorusuna cevap aramak gibi son derece fantastik  işlerle uğraşıp gönül eğlendirebilirlerdi. Açlıktan ölen milyonlarca insanın bulunduğu şu dünyada,  ağaçların yaprağını neden döktüğünü bilsek ne olurdu, bilmesek ne olurdu?
Kısacası, sonunda Amerikalılar ağaçların yapraklarını neden döktüğünü keşfetmişlerdi. Aradan bir zaman geçmiş Vietnam'da iç savaş çıkmıştı.  Amerikalılar güney Vietnam'ı destekliyor, Çinliler de Kuzey Vietnam'ı destekliyorlardı.  
Amerikan ordusuna mensup olan büyükçe bir askeri birlik ormanlık bir bölgeden geçerek başka bir mıntıkaya intikal edecekmiş,  ama geçecekleri ormanlık bölgede Kuzey Vietnamlıların pusu kurmuş olması ihtimali varmış.  Bunun üzerine Amerikalılar kimya fabrikalarında  ağaçların yaprak dökmesine sebep olan maddelerden  tonlarca üretip,  suda eriterek,  yangın söndürme  uçaklarıyla  ormanlık bölgeye yağmur yağdırır gibi püskürtmüşler. Ağaçlar yaprağını dökünce,   Kuzey Vietnam ordusunun kurduğu pusu ortaya çıkmış...
İşin siyaset tarafı beni ilgilendirmiyor; ama lüzumsuz gibi görünen bir bilginin yeri ve zamanı gelince ne kadar önemli bir bilgiye dönüştüğünü de bütün dünya milletlerinin  böylece görmüş olduğunu söylemek istiyorum. 
İşin bir başka tarafı da, yaprakların neden döküldüğünü araştıran bilim insanlarının keşfettikleri maddelerden bazılarının  buğday gibi şerit yapraklı bitkilere tesir etmediğini görmüş olmalarıdır.  Bu gün bütün dünyada buğday tarlalarında  geniş yapraklı yabancı ot mücadelesinde kullanılan ot öldürücü maddeler (herbisidler) bu şekilde keşfedilmişti.
 Yıllar sonra , merak etmiş,  tanıdığım konu komşuya,  ağaçların yapraklarını neden döktüğünü sorarak, küçük bir bir anket yapmıştım. Aldığım cevaplar aşağıdadır: 
- Mevsim icabı dökerler.
- Sarardığı için dökerler.
- Çalışmadığım yerden sordun.
- Dökerse döker, sana mı danışacak?
- Bu tür sorularla uğraşmak boş işlerdendir. Dinimiz lüzumsuz işlerle
uğraşmayı men etmiştir. Buna dair bir hadis vardır (Bu cevabı veren de Feneryolu Camisinin imamıydı) 
- Havalar soğuduğu için dökerler.
- Susuz kaldıkları için dökerler.
- Bırak Allah’ını seversen, işin mi yok?
- Kışın donacağı için dökerler.
- Biriken zararlı maddelerden kurtulmak için dökerler (Bu cevabı
veren de bir ziraat mühendisiydi).
- Kazık bir soru.
- Hiç düşünmemiştim.
- Saçma bir soru.

İmam efendinin verdiği cevap çok enteresandı . “Dinimiz lüzumsuz işlerle uğraşmayı men etmiştir” diyen hadise saygımız vardır da, hangi işin lüzumlu, hangisinin lüzumsuz olduğuna kim  karar verecekti?  Asıl mesele buydu. 
İlkokuldayken öğretmenimiz, İstanbul’un fethi sırasında, Fatih’in topları surları döverken, Ayasofya Kilisesi’nde toplanan papazların, “Bir iğnenin ucunda üç peri oturabilir mi, oturamaz mı?” gibi bir problemi çözmekle meşgul olduklarını anlatmıştı. Herhalde Peygamber Efendimizin sözünü ettiği lüzumsuz işler de,  bu çeşit işler olmalıydı. Papazlar lüzumsuz işlerle uğraşırlardı da  “dinbazlar” onlardan geri kalır mıydı? Onlar için de Şair Eşref, şöyle demişti:

Seni tekfir eder mutlak desen dünya yuvarlaktır
Döner dünya, o dönmez çünkü sabittir inadında
Sorsalar hâce-i dânâ Selanik nerdedir bilmez
Bilir amma ki kaç tüy varsa Cibril’in kanadında
Gelecek seferki makalemde gerçekten lüzumsuz olan bilgilerden de bahsedeceğim

Saygılar.



Anahtar Kelimeler: Hadis Sürpriz