BİLİM TARİHİNİN ÇÖPLÜK NİTELİĞİNDE OLAN BİLGİLERİ

BİLİM TARİHİNİN  ÇÖPLÜK  NİTELİĞİNDE OLAN BİLGİLERİ

Önceki  Makalelerimde Bilim Tarihi, İçinde Mücevherlerin de Bulunduğu Muazzam Bir Çöplüktür” şeklinde ifade ettiğim kanaatimin arkasında durarak, o muazzam çöplükte bulunan mücevher niteliğindeki  bilgilerin birkaçından bahsetmiş ve gelecek makalemde çöplük niteliğindeki bilgilerden de bahsedeceğimi söylemiştim.  
Bugünkü makalemde hangi bilgilerin çöplük  niteliğinde olduğundan bahsedeceğim. Fakat,   bu konuda söyleyeceklerimin sadece “ indi görüşüme “ göre değil,  hem İslam açısından  hem de bilimsel açıdan sağlam bir esasa dayalı olmasına  dikkat edeceğimi de peşinen haber vermeliyim.

● İslam,  İlahiyatçılık (Teoloji=Tanrı bilim)  denilen batıl mesleği  yasaklamış olan mükemmel bir dindir.                                                                          
Maide suresinin 3. Ayetinde Allah: “Bugün sizin için  dininizi kemale erdirdim. Nimetimi tamamladım.  Din olarak İslam'ı beğenmenize razı oldum.” Buyurmuştur. 
Aklı başında olan herkes, bu ayeti okuyunca,   Allah’ın,  İslam'a dair diyeceklerinin  tamamını demiş  olduğunu anlar.  Binaen aleyh,  hiç kimsenin İslam'a katacağı ya da İslam'dan çıkaracağı tek kelime kalmamış olduğunu da idrak eder.   Bunu idrak edemeyenlerinse, ya deli, ya da zır cahil olmaları icap eder.
● Allah’ın insanlara ilk emri “”Yaratan Rabbinin adıyla oku” (Alak /1). dur. 
● Allah insanlara  göklerdeki ve yerdeki ayetleri, “Kun fe yekün” diyerek yoktan yarattığını da haber vermiştir (Bakara /117),
● İnsanların,  var olduklarından beri öğrendikleri her bilgiyi “Göklerdeki ve yerdeki ayetlerden” (Kâinattan) okuyarak öğrendikleri de,  inkâr edilemeyecek derecede sağlam bir gerçektir. 
● Binaen aleyh, Kur'andaki Alak Suresinin  1 ayetini ve Bakara suresinin 117. Ayetini okuyan, aklı başındaki herkes,  bu iki ayetten:  Göklerdeki ve yerdeki ayetleri, yaratan Rabbinin adıyla okuyarak bilgi sahibi olunabileceğini idrak eder. İnsanların, bilgi öğrenebilmek için, başka bir seçenekleri de yoktur (Unutulmamalıdır ki Hz. Muhammed'e vahyedilen Kur'an Ayetlerini de,  kâinatın bir kısmı olan, Cebrail tebliğ etmiştir).  
● Hz. Muhammedin vefatından sonra Araplar,  karşılaştıkları müşkülatları aşarak felaha erebilmek için,  İslam'ın  kendilerine sunmuş olduğu bu imkânı algılayamamış oldukları için,   olmadık sapıklıklara başvurmuşlardır. Bu bağlamda peygamberliğini ilan edenler bile olmuştur. Müslümanlar,  onların bu iddiasını reddedecek derecede sağduyu sahibi olduklarını ortaya koymuşlarsa da, İbni Küllab (ö. 854)  gibi bazı kimselerin, batıl dinlerdeki mesleklerden biri olan ilahiyatçılığı İslam'a taşıyarak, karşılaşılan sorunları tevekkül ile kabullenmeyi esas alan bir davranış biçimine ve Kur’an'daki  müteşabih ayetlerin ardına düşerek,  uydurmuş olduğu,  Cennet ve Cehennem konulu fitnelere karşı sempati duymuşlardır.  Onların İbni Küllab'a  sempati duymalarının sebebi , Kur'anı anlayamamış olmalarıdır (Özellikle Ali İmran suresinin 7. Ayetini anlayamamış oldukları kesindir).
● Müslüman Âlimler:
Arapların Cahil çoğunluğunun içinden çıkan ve az buçuk analitik düşünebilen kimseler de, Kur’an ayetlerini anlamaya ceht etmiş ve Ta-Ha suresinin 114. Ayetinin emrine (ve Hz. Muhammedin  ilim öğrenmelerini telkin eden hadislerine) uyarak ilim öğrenmeye ceht etmişlerdir.   
Bilim Tarihinden okuduğumuza göre ilimlerini artırmaya çalışan  az sayıdaki Müslümanlar, Emeviler zamanından (661 - 750) itibaren var olmuşlardır.  Onlar, İslam'ın yayıldığı ülkelerde, eski kavimlerden kalmış olan bilim kitaplarını okuyarak,  mevcut bilgileri öğrenmeye çalışmışlardır. Özellikle Abbasilerin 2. Halifesi Mansur (754-775),  5. Halifesi Harun Reşid (786-809)  ve  7. Halifesi Me’mun (813 - 833) zamanında  bilim kitaplarının tercüme edilmesine büyük paralar harcanmış,  Bizans Kütüphanelerinde bulunan ve Hıristiyanların, “kâfir işidir” diyerek okumadıkları kitapları satın alarak  tercüme ettirilmiş ve bunun için de Beyt el- Hikme (Beytül Hikme = Bilgelik evi)  adında bir akademinin kurulmuş olduğu da bilinmektedir.
Arap-İslam Bilim Tarihinin en büyük otoritelerinden biri olan Fuat Sezgin, Beyt el Hihme'de sadece kitap tercümelerinin yapılmadığını, doğruluğundan şüphe edilen bilgilerin denenerek,  teyit ya da ret edilmiş olduklarını da yazmıştır.   Konumuzla yakın ilgisi olmasından dolayı,  o dönemde  yapılan deneylerin birinden kısaca bahsetmek istiyorum: 
Beyt el- Hikme de tercüme edien kitaplar dan birini  okuyan Halife Me’mun, Eratosthenes (MÖ 276-194) adlı bir antik Yunan âliminin, Dünyanın yuvarlak  olduğunu iddia etmiş olduğunu görünce, Beyt el- Hikme'de çalışmakta olan  Astronomi, Matematik ve Coğrafya   âlimi  Beni Musa El- Harzemi’ye (780-850),   “Şunu bir de siz ölçün. bakalım. Eratosthenesin yazdıkları doğru mu, yanlış mı?” mealinde bir emir vermiş.

El-Harzemi'nin Ölçümleri 
El-Harzemi de, yardımcılarını yanına alarak, son derece geniş ve düzgün görünen, Irak’taki Sincar Ovası’na gitmiş ve şekilde gösterilen A   noktası gibi bir yere yerleşmiş. Gece olunca, kutup yıldızından gelen ışınların doğrultusunu hassasiyetle tespit etmiş ve A noktasındaki çekül doğrultusu ile kutup yıldızından gelen ışınların doğrultusu arasındaki “a”  açısının değerini ölçmüş. Bundan sonra, yardımcılarının  bir  kısmını  kuzeye  doğru,  bir  kısmını da güneye doğru göndermiş ve onlardan, kutup yıldızından gelen ışınlarla bulundukları yerdeki çekül doğrultusu arasındaki açının, "a" açısına göre değişip değişmediğini ölçerek tespit etmelerini istemiş. Eğer açının değeri değişiyorsa, 1 derece değiştiği yerin, A noktasına olan uzaklığını ölçmelerini söylemiş. Kuzeye doğru gidenler açının 1 derece küçüldüğü yer olan B noktası ile A noktası arasındaki mesafeyi ölçmüşler, güneye doğru gidenler de, açının 1 derece büyüdüğü yer olan C noktası ile A noktası arasındaki mesafeyi ölçmüşler. İki grubun ölçtüğü mesafelerin bir birine eşit olduğunu da görmüşler(AB = AC).El - Harzemi'nin kullandığı yöntemin şeması (Bu şema: "Avrupa'nın Üstüne Doğan İslam Güneşi" adlı kitaptan edindiğim bilgiye göre, temsili olarak, tarafımdan çizilmiştir)                                                                                                                                                                                                         1. Maide suresinin 3. Ayetinde Allah'ın: “Bugün sizin için  dininizi kemale erdirdim. Nimetimi tamamladım.  Din olarak İslam'ı beğenmenize razı oldum.”  Buyurmuş;  binaen aleyh,  hiç kimsenin İslam'a katacağı ya da İslam'dan çıkaracağı tek kelime kalmamış olduğunu; 
2. Al-i İmran Suresinin 7. Ayetinde, Kur’an'daki ayetlerin bir kısmının muhkem bir kısmının müteşabih olduğunun haber verilmiş ve müteşabih ayetlerin ardına düşenlerin fitne çıkarmakla itham edilmiş olduğunu;
3. Ankebut suresinin 20. Ayetinde  ahiret aleminin (cennetin ve cehennemin) henüz yaratılmamış, ama kıyametten sonra, dünyaya müteşabih olarak yaratılacağının haber verilmiş olduğunu;
4. İçinde bulunarak yaşamakta olduğumuz kâinatın Allah tarafından “Kun fe yekün” denilerek yoktan YARATTIĞINI haber veren Bakara suresinin 117. Ayetini ve 
5. ”Yaratan Rabbinin adıyla oku” emrini veren Alak suoresinin  1. Ayetini de hatırlayarak düşünelim bakalım:
El Harezmi ve yardımcısı olan Müslüman bilim insanlarının Ankebut suresinin 20. Ayetinin emrine uyarak, yeryüzünde (Mesela: Iraktaki Sencer ovasında) dolaşarak,  göklerdeki ayetlerden olan  Kutup yıldızından gelen ışınlarla, yerdeki ayetlerden olan çekül doğrultusunun arasındaki açının değişip değişmediğini okumak sutretiyle dünyanın düz değil,   küre şeklinde yaratılmış olduğuna dair öğrendikleri bilginin, Bilim tarihinin mücevher değerindeki bilgilerden biri olduğunu kabul edersek; İbn Küllab,  Ebül Hasan el Eş’ ari ve Ebu Hamid el Gazali gibi, kimselerin,  Kur’an'daki müteşabih ayetlerin ardına düşerek ve tabi ki kafalarından uydurarak, Kıyametin ahvali, Cennet hayatının ve Cehennem hayatının ahvali gibi konularda yazdıkları ciltler dolusu kitaplarda bulunan bilgilerin İslam açısından da bilimsel açıdan da çöp kadar bir kıymeti var mıdır? 
Adlarını saydığım bu üç kişi ve onlara biat eden Müslümanlar,   yeryüzünü dolaşarak, göklerdeki ve yerdeki ayetleri okuyan Müslüman bilginleri  mutezil diyerek hor görmüş, dışlamış ve Siyasi yöneticiler tarafından da teşvik edilmiş olduklarından İslam alemi dünyayı boşlamış ve yatıp kalkıp Cennete gitmek ve Cehenneme gitmemek için Allah'a dua etmişlerdir. FAKAT; Kuranda bir de Bakara suresinin 85. Ayeti vardır ve Allah bu ayetin son paragrafında der ki:
Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz !.  Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir. 
Yazımın devamında Gayrimüslimlerin,  yeryüzünü dolaşarak göklerdeki ve yerdeki ayetleri okumayı  Müslüman bilginlerden görüp kültür olarak benimsemiş olduklarını açıklayacağım.