"BİLİM TARİHİNİN ÇÖPLÜK NİTELİĞİNDE OLAN BİLGİLERİ"

Değerli okurlarım,
● İmam Gazalinin son derece derin bir şizofrenik vak’ a olduğunu söylemek,  benim gibi bir bitki fizyologunun yetkisi dışındadır.  Bunu söylememin etik dışı bir davranış olduğunun farkındayım; fakat, bir ruh ve sinir mütehassısının ,  patlıcanla domatesin farklı bitkiler olduklarını söyleyebilmesi için, illa da  Botanik doktorası yapmış olmasının gerekmediği gibi,  meşruiyetinden şüphelendiği maaşını almaktan imtina edip, aynı maaşı alması için kendi  yerine kardeşinin atanmasını sağlayan İmam Gazalinin, bu davranışının da normal olmadığını söyleyebilmek için, illa da  ruh ve sinir hastalıkları konusunda doktora yapmış olmak gerekmediğinin de farkındayım.: 
● Bir daha dönmemek üzere Bağdattan ayrılırken,  çoluk çocuğunun nafakası için ayırdığı serveti,  meşruluğundan kuşkulandığı maaşından artırdıklarından ibaret  değil midir?  Kazandığı haram servetin bir kısmını çoluk çocuğunun nafakası olarak ayırmış olması,  İmam Gazali gibi bir Hüccetül İslama yakışır mıydı? 
● İmam Gazali El Munkızu Min-ed – Dalal adlı kitabında, gençliğinde  Cürcan’dan Tus’a giderken katıldığı kervanın haramiler tarafından soyulduğunu ve bu arada,  ders notlarına da el koyduğunu yazmıştır.  Böylesine acı bir  tecrübeye de sahip olan Gazali, bir daha dönmemek üzere Şam’a giderken,  kendisine servetinden ne kadar para ayırmış ve bunun ne kadarını yanına almış olabilirdi? 
● El Munkızu Mine’d – Dalal'dan anlaşıldığına göre,   Şam'daki iki yılını,  Emevi Camiinin minaresinde (Roma Kulesinde olmalı)  uzlet hayatını  yaşayarak geçirmiş ve sonra Kudüs’e gitmiştir. Eş’ari Yanlısı Tarihçiler İmam Gazalinin Kudüs’te kaç yıl kaldığını yazmaktan imtina etseler de, TDV İslam Ansiklopedisinde: “Klasik kaynaklarda Gazâlî’nin İḥyâ yı inzivâ döneminde (1095-1105) kaleme aldığı kaydedilmektedir. Gazzâlî de tarih belirtmeden eseri bu dönemde yazdığı kitaplar arasında zikreder (el-Müstaṣfâ, I, 3-4). Maurice Bouyges kitabın hicri. 488-495 (1095-1101) yılları arasında telif edildiği kanaatindedir (Essai, s. 42)” Denilmiştir.
Bu bilgilerden başka  Burhanettin Ulutan,  “İhyau ulumi’d-Din” adlı kitabın özeti ve Farsça tercümesi olan  “Kimya-yı Saadet” adlı kitabında İmam Gazalinin,  Lübnan Dağlarında yabani otlatla beslenen papazları övdüğünü yazmıştır [Burhanettin Ulutan (1990): İslamda Çöküntü ve Kurtuluşun anahtarı].  Bu bilgiler  Haçlıların Kudüste Hıristiyan Latin Devletini kurdukları  zamanlarda (1099) İmam Gazalinin de Kudüste bulunduğuna delalet etmektedir. 
Yunancayı da bilen Gazalinin,  Lübnan Dağlarındaki Hırıstiyan keşişeriyle görüşmüş ve onlardan Kilise babalarının dogmalarını dinlemiş olduğunu anlamak da mümkündür. 
Okurlarımın arasından: “Yahu sen ne demeye çalışıyorsun? İmam Gazali dediğin sıradan bir kimse değil, Hüccetül İslam  lakabıyla maruf,  muazzam bir âlimdir!” diyenler çıkabilir. Fakat ne çare ki,  bir takım kimselerin Gazaliyi övme hakkına sahip oldukları gibi, benim de  Gazalinin söyledikleriyle hem Kur’an ayetlerinin söylediklerini, hem de bilimsel gerçekleri karşılaştırma hakkım vardır. 
Aşağıdaki paragrafta İmam Gazalinin “Dürre-tül Fâhire fî-keşf-i ulûm-il-âhıre”a adlı kitabının, Kastamonu Askerî Rüşdiyye, ya’nî ortamekteb Arabî mu’allimi Ömer beğ tarafından “Kıyamet ve ahiret” adıyla Türkçeye çevirilmiş olan  bir kitaptan aktardığım cümleleri paylaşmak istiyorum.  Fakat her şeyden önce  Al-i imran suresinin 7. Ayetinin hatırlanması da gerekiyor ki,  İmam Gazalinin yazdıklarının din açısından her hangi bir değeri olup olmadığına karar verilebilsin. Okuyalım: 
“Sana Kitab’ı indiren  O’dur Kur’an’ın bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir[84].  Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.
T.C. Diyanet işleri Başkanlığında görevli olan müfessirlerin müteşabih ayetler hakkındaki açıklamaları da şöyledir {84]: “Müteşabih âyetler, manasını ve hakikatini sadece Allah’ın bildiği âyetlerdir. Bunların insan zihni tarafından tümüyle kavranmasına imkân yoktur. Allah’ın sıfatları, kıyametin ahvali, cennet, cehennem gibi hususlarla ilgili âyetler ile, sûrelerin başında yer alan “hurûf-u mukatta’a” bunlardandır. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın, bu âyetleri bütün yönleriyle anlaması mümkün değildir. Müteşabih âyetler dışındaki âyetler de muhkem âyetlerdir.”
Nitekim Ankebut Sureasinin 20. Ayetinde Ahiretle ilgili ayetlerin henüz yaratılmamış fakat yaratılacağı zaman da dünyadakilere müteşabih olarak yaratılacakları,  haber verilmiştir. 
Okuyalım:
“De ki: “Yeryüzünde dolaşın da Allah'ın varlıkları ilk defa nasıl yarattığına ibretle bakın. Allah, kıyâmetten sonraki âhiret hayatını da işte böyle yaratacaktır. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter”
Demek oluyor ki  Allah,  Kurandaki ayetlerin tamamına inanmamızı emretmiş; fakat, müteşabih ayetlerin ardına düşerek fitne çıkarmamızı yasaklamış, buna mukabil akıl sahipleri olarak  muhkem ayetlerle meşgul olmak suretiyle ilimlerde derinleşmiş olanlarımızı da tasvip etmiştir.  Bunları aklımızda tutarak, şimdi de İmam Gazalinin “Kıyamet ve ahiret” adıyla Türkçeye çevrilen kitabında nelerle meşgul olduğuna bakalım: 
● “Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, belini kudretiyle mesh buyurduğu zemân, ondan iki avuç aldı. Birisini sağ tarafından, diğerini ise sol tarafından aldı. Her insanın zerresini birbirinden ayırdı. Âdem aleyhisselâm onlara bakdı ki, onların zerreler gibi olduğunu gördü. El-Vâkı’a sûresindeki bir âyet-i kerîmede meâlen, [(İşte bu sağdakiler Cennet ehlinin amelini yapacaklarından, Cennetlik olanlardır. Bana bunların amellerinden bir fâide ve zarar yokdur. Bu soldakiler Cehennem ehlinin amelini yapacaklarından, Cehennemlik olanlardır. Bana bunlardan da bir fâide ve bir zarar yokdur) buyuruldu. Âdem “aleyhisselâm” Allahü teâlâya, (Yâ Rabbî! Cehennem ehlinin ameli nedir?) diye sordu. Allahü teâlâ da, (Bana şirk koşmak ve gönderdiğim Peygamberlere inanmamak ve ilâhî kitâblarımda (Peygamberlere verilen kitâblar) olan emr ve nehyimi tutmayıp, bana isyân etmekdir)  buyurdu]. Bunun üzerine Âdem aleyhisselâm, Allahü teâlâya düâ ederek, (Yâ Rabbî! Bunları kendilerine şâhid kıl. Umulur ki, Cehennem ehli ameli işlemezler) dedi. Allahü teâlâ da, nefslerini şâhid yapıp (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) buyurdu. Hepsi, (Rabbimizsin. Biz şehâdet eyledik) dediler. Allahü teâlâ, melekleri ve Âdemi “aleyhisselâm” de şâhid tutdu ki, onlar Allahü teâlânın rubûbiyyetini ikrâr etdiler. Bu sözleşmeden sonra, onları tekrar eski mekânlarına gönderdi. Çünki bunların hayâtları yalnız rûhânî bir hayât idi. Cismânî bir hayât değildi. Allahü teâlâ bunları Âdem aleyhisselâmın sulbüne yerleşdirdi. Rûhlarını kabz edip, arşın hazînelerinden birinde muhâfaza kıldı.  Bir babanın nutfesi ananın rahminde karar edip, çocuğun cismânî sûreti temâm olduğu zemân, henüz ölüdür. Melekûtî bir cevheri olduğundan, cesedin fenâlaşması men edildi.  Allahü teâlâ rahimde ölü olan bu çocuğa rûh vermeyi murâd buyurduğunda, arşın hazînelerinde bir müddet gizleyip muhâfaza buyurduğu rûhu, o cesede iâde eder. Çocuk o zemân hareket etmeye başlar. Çok çocuk vardır ki, anne karnında hareket eder. Vâlidesi ba’zan işitir. Ba’zan işitmez”.  
Değerli okurlarım,
Tasavvur edilmesi söz konusu olmasa da,  İmam Gazalinin Kur’andaki Yaratılışla ilgili ayetleri okuyunca,  tasavvur edebildiklerini bu şekilde hikâye etmiş olduğunu düşünmemiz mümkündür. Fakat:
El - vakıa suresinin 96 ayeti vardır ve bu ayetlerin hiç birinde, mealen de olsa: 
[ (İşte bu sağdakiler Cennet ehlinin amelini yapacaklarından, Cennetlik olanlardır. Bana bunların amellerinden bir fâide ve zarar yokdur. Bu soldakiler Cehennem ehlinin amelini yapacaklarından, Cehennemlik olanlardır. Bana bunlardan da bir fâide ve bir zarar yokdur) buyuruldu. Âdem “aleyhisselâm” Allahü teâlâya, (Yâ Rabbî! Cehennem ehlinin ameli nedir?) diye sordu. Allahü teâlâ da, (Bana şirk koşmak ve gönderdiğim Peygamberlere inanmamak ve ilâhî kitâblarımda (Peygamberlere verilen kitâblar) olan emr ve nehyimi tutmayıp, bana isyân etmekdir)  buyurdu].
Şeklinde bir ifade mevcut değildir.  İmam Gazali bunu yapmakla:
● Allahın, “Bugün sizin için  dininizi kemale erdirdim” (Maide /3) demiş olmasını umursamayıp,  kendi kafasından uydurduğu laf yığınlarını, “El Vakıa suresinin bir âyet-i kerîmesi” diyerek Sureye eklemiş bulunuyor...Kuranı okumasını bilmeyen insanlar da  El –Vakıa sjuresinde bunların yazılı olduğunu sanıyorlar...
İşte İmam Gazalinin (Haşa) Allahtan  bile büyük bir âlim olmasının hikayesi budur.  
● Enam suresinin 115. Ayetini hatırlayalım: 
“Rabbinin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir”
Şu halde  Allah'ın kelamına bir nokta bile ilave etmeye kimsenin hakkı kalmamışken  İmam Gazali kim oluyormuş ve kendisini ne sanıyormuş da, Kur'an ayetlerine  istediği laf yığınlarını sokuşturmaya cüret edebiliyormuş? 
Gazalinin şizofrenik  bir vak’a olduğunu söylerken işte bunları göz önüne alarak söylüyorum. Ruh ve Sinir Hastalıkları Mütehassıslarına da buradan saygılarımlı ve selamlarımı iletiyorum.
●“Bir babanın nutfesi ananın rahminde karar edip, çocuğun cismânî sûreti temâm olduğu zemân, henüz ölüdür” lafının da çöp kadar bir değeri yoktur. Çünkü:  Nutfenin  yaratıldığı andan itibaren çoğaltıldığı,   Nisa suresinin 1. Ayetinde yazılıdır. Nutfenin her zaman canlı olduğu bilimsel olarak da tespit edilmiş bir gerçektir. 
● Ana rahminde ölü olan  bir bebeğin  “Melekûtî bir cevheri olduğundan, cesedin fenâlaşması men edildi” cümlesinin de çöp kadar bir değeri yoktur. Çünkü jinekoloji bilim dalında araştırmalar yapan bilim insanları, her hangi bir sebeple, ana rahmindeki bebeğin  ölmesi halinde,  “melekuti bir cevher” değil aksine annesini zehirlemeye başlayan bir faktör haline dönüştüğünü tespit etmişlerdir. 
● “Allahü teâlânın  rahimde ölü olan bu çocuğa rûh vermeyi murâd buyurduğunda, arşın hazînelerinde bir müddet gizleyip muhâfaza buyurduğu rûhu, o cesede iâde eder” lafının da çöp kadar bir değeri yoktur. Çünkü o laflar İmam Gazalinin hayal mahsulü uydurmalarıdır. İmam Gazalı, uydurduğu yalanlara, Allah'ı da şahit göstermek gibi, akıl almaz  bir küstahlığı da adet haline getirmiştir.
 ● Bebekler Anasının karnında hareket etmeden önce de canlıdırlar. O nedenle Gazalinin bu konuda söylediklerinin gerçekle alakası yoktur. 
Gazalinin El – Munkızu Min –ed –Dalal adli kitabından,  talebeliği sırasında,  Müslüman bilginlere özenerek,   kendisinin de göklerdeki ve yerdeki ayetleri okumaya heveslenmiş ve bu arada Yunancayı da öğrenmiş olduğunu, yazmıştım. Fakat din ile bilimin farkını tefrik edememiş olan Gazalinin,  Aristo’nun “peripatetik” (peri= etraf, patetik = yürüyerek) bilgi öğrenme ve öğretme yöntemini İslam'a aykırı bulmuş ve o sebeple,  Aristo felsefesini benimsemiş olan İbni Sina’nın Farabi’nin ve onların izinden giden Müslüman âlimlerin kâfir olduklarını “Tehafütül felasife” (Felsefecilerin Tutarsızlıkları) adlı kitabında yazmıştır.
Hal bu ki: az yukarıda da yazdığım gibi: 
● Kur’an, İnsanlara  “Yaratan Rabbinin adıyla oku” emrini vermiştir (Alak /1). 
● Göklerdeki ve yerdeki ayetleri Allah’ın “Kun fe Yekün” diyerek  yoktan yaratmış olduğunu da haber vermiştir (Bakara / 117). 
● İnsanlara, yeryüzünde dolaşarak  Allah’ın yaratmaya ilkin nasıl başlamış olduğuna bakmalarını da  emretmiştir (Ankebut / 20.). 
Binaen aleyh, Müslüman bilim insanlarının (El-Harezmi ve ekip arkadaşlarının) , Irak ve Suriye ovalarında,  yeryüzünü dolaşarak, göklerdeki ve yerdeki ayetleri okumak (Kutup yıldızından gelen ışınlarla,  çekül doğrultusu arasındaki  açıyı ölçerek) dünyanın görüldüğü gibi düz değil, küre şeklinde yaratılmış olduğunu,   Aristoya bakarak değil,  Kuran ayetlerinin emrine uyarak keşfetmişlerdir.  Fakat Kuranı anlayamamış olan Gazali,   Müslüman âlimlerin Aristoyu taklit ettiklerini zannetmiştir vesselam... 
● Şayet İmam Gazali İslamı anlamış olsaydı. Hz. Adem ile Hz. Muhammedin arasında geçen zamanlarda  çeşitli kavimlere  çok sayıda peygamberlerin  gönderilmiş olduğunu ve gönderilen peygamberlerin her birinin,  kendi kavimlerine,   Hak dinin ritüellerini tebliğ etmiş olduklarını hatırlardı.  Aristo'nun da etrafı dolaşarak bilim öğrenme ve öğretme yönteminini (Peripatetik ekolü) kim bilir hangi  peygamberin, kendi  atalarına tebliğ etmiş olduğu hak dinden aklında kalmış olduğunu da düşünebilirdi.
Hal bu ki Gazali gibi aklın değerini inkâr etmiş olan kimseler,  Müslüman bilginlerin Irak ve Suriye ovalarında niçin ve ne sebeple dolaştıklarına bir türlü akıl erdirememiş ve onları  Meşşaiyyun alimleri (Gezgin âlimler) diyerek aşağılamışlardır vesselam... 
Devam edecek.