BAŞKASININ SURATINA İNEN ŞAMARI KENDİ SURATINDA HİSSEDEBİLMEK!

BAŞKASININ SURATINA İNEN ŞAMARI KENDİ SURATINDA HİSSEDEBİLMEK!

BAŞKASININ SURATINA İNEN ŞAMARI KENDİ SURATINDA HİSSEDEBİLMEK!

Ebu Zer( Altınların babası) künyesiyle bilinen bu büyük sahabenin asıl adı Cündeb bin Cünade?dir.Bu büyük sahabenin neden bu künyeyle anıldığı bilinmemektedir.İslamiyet?i ilk kabul edenlerden dördüncü ya da beşinci kişiydi(1).Yağmacılığı, yol kesmesi ve baskınları ile ünlü Gıfar kabilesine  mensuptu.İslamiyet?i kabul etmeden önce de   mensup olduğu kabilenin diğer fertleri putlara taparken, o putlara tapmaz, onlardan nefret eder ve bir Allah?ın varlığına inanan ?Hanif ? bir insandı.Ayrıca, halkla teması olmayan, onlardan daima uzak duran bir hayat sürerdi.

 Hz. Peygamberin Mekke?de insanları İslamiyet?e davet ettiğini duyan Ebu Zer oraya giderek Müslüman olur. Müslümanlığa inandığını açıkça beyan ettiğinden dolayı Kabe?de müşrikler tarafından birkaç kere öldüresiye dövüldüğü için, Hz. Peygamber tarafından kabilesinin halkını İslamiyet?e davet etmek üzere  Mekke?den zorunlu olarak uzaklaştırılır.

Ebu Zer hayatını  zühd ve ibadet içinde geçirmiş bir insandı. Hayatı boyunca hiçbir zaman dünya nimetlerine, zevklerine, paraya pula değer vermedi, onlara zerre kadar meyletmedi.Giyimi kuşamıyla, kölesinin giyimi kuşamı arasında hiçbir farklılık yoktu.Dünyasal bütün makamları, zenginlikleri elinin tersiyle itti.Başkalarına yapılmış haksızlıklara, adaletsizliklere, kendisine yapılmış gibi şiddetle karşı çıkma yoluna gitti.Sosyal adalet konusundaki titizliğiyle meşhur IV.halife Hz. Ali?yi çok severdi ve  ona gönülden bağlı bir insandı.İnsanların mal ve servet stoklamasına karşı çıkar, kendilerinin ve ailelerinin birkaç günlük rızkını karşılayacak miktarın dışında para ve mal biriktirmemesi gerektiğini şiddetle savunurdu.

Hz. Bilali Habeşi ile aralarında geçen şu olay Ebu Zer?i Gıfari?nin insan hakkına-hukukuna ne kadar önem veren bir kişi olduğunu çok güzel şekilde anlatır: Bir gün bir konuşma sırasında Hz. Bilali Habeşi?ye kızarak ona ?Kara kadının oğlu! ? şeklinde hitab eder. Hz. Bilal bu durumu Peygamberimize bildirir. Bunun üzerine Peygamberimiz Ebu Zer?i şu şekilde azarlar: ?Ey Ebu Zer, onu sen anasından dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sen, içinde henüz Cahiliyyet ahlaki kalmış bir kimse imişsin. Onlar sizin öyle kardeşlerinizdir ki (köleler kasdediliyor) Allahu Teala onları sizin mülk ve kudretinize tevdi etmiştir. Her kimin eli altında kardeşi bulunursa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin.Onlara güçleri yetmeyecek zahmetli bir iş yüklemeyiniz.Şayet yüklerseniz onlara yardım ediniz?.Bunun üzerine Ebu Zer büyük bir pişmanlık yaşamış ve Hz. Bilali Habeşi?nin yanına giderek yanağını yere koymuş ve ona şöyle seslenmiştir: ?Sen ayağınla basmadıkça yanağımı yerden kaldırmayacağım!? (2)

Ebu Zer-i Gıfari, Uhud( 625) ya da Hendek(627) Savaşından sonra Medine?ye hicret eder. Hz. Peygamber vefat edince Şam?a göçer(632).Ebu Zer Suriye?de bulunduğu sıralarda Emevi Aristokrasinin, İslami bir görüntü altında ama aslında cahiliye adetlerini ve alışkanlıklarını hiç terk etmeden yönetimi yavaş yavaş ele geçirmesinden büyük rahatsızlık duyar.Bunu bizzat Şam?da yaşarken Şam Valisi  Muaviye?nin hareketlerinde, yönetim biçiminde, davranışlarında bizzat müşahede eder.Peygamberimizin terbiyesiyle olgunlaşan, onun son derece sade yaşam biçimine tanıklık eden Ebu Zer Gıfari, yöneticilerden gördüğü bu son derece lüks, şatafatlı yaşam biçiminin ?Cahiliye devirlerine ait? olduğunu ve İslamiyet?in getirdiği eşitlikçi anlayışın bunu hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini bilir.Muaviye?yi devam ettirdiği lüks ve şatafatlı yaşam biçiminden dolayı pek çok kereler uyarır.Aralarında sert tartışmalar geçer.

İslam toplumu, savaşlardan kazandıkları büyük ganimetlerin etkisiyle önemli oranlarda zenginleşir. Fakat Ebu Zer?i Gıfari, gelen bu aşırı zenginleşmenin toplumu Peygamberimizin bizzat yaşayarak örnek olduğu İslami çizgiden yavaş yavaş uzaklaştırdığını tespit eder.Ebu Zer, Suriye?de bulunduğu sıralarda Emevi egemenlerinin sınırsız harcamalarını ve Müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda sarf etmeyip biriktirmelerini (kenz), şu Kuran?ı Kerim ayetini hatırlatarak şiddetle eleştirir:

<<(?.) Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara yakıcı bir azabı müjdele(Tevbe Suresi 34.Ayet, 9:34.)>>

III. Halife Hz. Osman devrinde, sınırsız bir şekilde zenginleşen, zamanlarını zevk ü sefa içerisinde geçiren, İslami anlayışı dünyevileştirerek çok tehlikeli bir şekilde yörüngesinden saptıran Emevi egemenlerine karşı yoksul halk arasında bir hareketin başlamasına sebep olur.

<>(3)

Bu durumdan rahatsız olup iktidarlarını tehlikede gören Emevi ileri gelenlerinin şikayetleri üzerine Medine?ye çağrılır. Görüşlerini burada da açıklamaktan vazgeçmemesi üzerine, Medine?ye üç mil mesafede Mekke yolu üzerinde bir su kenarında bulunan Rebeze?ye sürgün edilir. Sürgün sonrasında yöneticilere şöyle seslenir:?Ben sizin dünyanızdan bir şey istemem?

Ebu Zer-i Gıfari, Temmuz 653?de Rebeze?de çölün ortasında yapayalnız vefat eder. Vefat ettiğinde evinde kefenlenmesine yetecek kadar bez bile yoktur. Kefen bezini, o sırada oradan geçmekte olan bir kafiledeki kişiler sağlayıp, cenaze namazını kılarak onu defnederler.

630 Yılında gerçekleşen Tebük savaşı sırasında, Ebu Zeri Gıfari?nin devesi zayıf ve dayanıksız olduğundan dolayı geride kalır. Yolun ortasında devesi çöküp kalınca, devesinden iner. Eşyasını sırtına yükleyerek orduya yetişmek için yaya yürümeye başlar.fakat şiddetli sıcak ortalığı kavurmaktadır.Ama o her şeyi göze alır.Bütün gücünü toplayarak bir öğle vakti mola veren orduya yetişir.Üstü başı toz ve ter içinde kalmıştır.Peygamberimizin yanında bulunan kişiler derler ki: ?Ya Resulullah ! Uzaktan tek başına bir adam geliyor? .Resulullah Efendimiz şöyle buyurdu: ?O gelen Ebu Zer?dir. Allah Ebu Zer?e rahmet eylesin! O, yalnız yaşar, yalnız yürür, yalnız başına vefat eder ve yalnız başına haşir(*) olunur.?

            Ebu Zer, İslamiyet?i kabul ettikten sonra, hayatının büyük bir kısmını Peygamberimizin yakın çevresinde,  en yakınında geçirmiş ve O?nun terbiyesiyle yetişmiş bir sahabeydi. Adı, İslamiyet?i en önce kabul eden ilk ?on? kişi arasında geçer. Hayatı boyunca, hiçbir zaman makam, mevki, para pul gibi ?dünyasal? beklentileri olmadı. Bütün hayatını zahidane bir yaşayış bir içerisinde ibadet yaparak geçirdi. Emevi egemenlerinin İslami bir kisve altında III. Raşid halife Hz. Osman zamanında, yönetimi çok sinsi bir şekilde gizliden gizliye ele geçirerek ?Cahiliye? adetlerini yeniden egemen kılmalarına ve Peygamberimizin tebliğ ettiği İslami anlayışı kökünden saptırarak İslamiyet?i ?dünyevileştirmelerine? karşı ?haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır? şiarına bağlı olarak ?ölümcül? bir mücadeleye girişir. Fakat, bu mücadelesi, çok trajik bir şekilde çölün ortasında ?kuş uçmaz kervan göçmez? bir yer olan ?Rebeze?de sona erer. Öldüğünde, evinde kefenlenmesine yetecek kadar bir bez yoktu. O sırada buradan geçmekte olan bir kafile tarafından cenaze namazı kılınır ve cenazesi defnedilir.

            Acizane kanaatimizce, şu anda İslami anlayışta yapılan en ciddi hata,  İslam?ın ?sosyal adalet?, ?sosyal paylaşım? ve ?yoksullardan ve ezilenlerden? yana tavır takınan toplumsal ?paradigmasının? ihmal edilmesidir. Hiç şüphesiz ki; İslamiyet sadece bireyin yerine getireceği ibadet esaslarını ve ?ritüelleri? belirlememiş, fakat ?toplumsal?, ?ekonomik?, ?kamusal alana? ve ?devlete? ilişkin çok çeşitli düzenlemeler getirmiştir. Dünyanın her tarafında, var oldukları toplumlardan kendini soyutlamış ve dışa kapalı son derece lüks gettolarında ultra lüx marka elbiseler içinde, son model arabalarla, son derece lüks bir yaşam süren, İslami ?ritüelleri?  yerine getirmeye çalışan, fakat, ?komşusu açken tok yatan bizden değildir? şiarına zıt bir şekilde, İslamiyet?in ?sosyal adalet?, ?sosyal paylaşım? düzenlemelerine taban tabana zıt bir yaşantı süren, beş yıldızlı otellerde ?şatafatlı? iftarlarla gösteriş yapan kesimler nasıl değerlendirilmeli? Peygamberimiz, hiçbir zaman ?lüks? ve ?debdebe? içerisinde yaşamamıştır. Her zaman büyük bir sadelik içerisinde yaşamıştır. Vefat ettiğinde hiçbir mülkiyete sahip değildi.

Dört Raşid halife de aynı yolu takip etmiştir. Büyük Osmanlı tarihçisi Ahmet Cevdet Paşa?nın ?Kısası Enbiya ve Tevarihi Hülefa? adlı büyük eserinde, büyük halifenin devlet yönetiminde gösterdiği titizlik ve hassasiyet konusunda şu çok güzel örnek verilir:

            <

            Hz. Ömer onları böyle görünce hiddetlendi ve atından inerek yerden taşlar alarak onları taşlamaya başladı ve ?Siz ne çabuk fikrinizden dönmüşsünüz. Bu kıyafetle beni karşılamaya mı çıktınız?? diye onları azarladı, onlar da: ?Ey müminlerin emiri, bu kuru bir gösterişten ibarettir. Üzerlerimizde yalnız silahlarımız vardı.? deyip özür dilerler.>>

            <> ( Seyyid Kutub, İslam?da Sosyal Adalet)   

            ?Homo homini lipus(İnsan, insanın kurdudur)? Latince atasözünde öz bir şekilde anlatılan ilkeye göre biçimlenmiş bir toplum yapısı ve tüm insani ilişkilerini bir ?kar/zarar? bilançosu etrafında oluşturan bir insan modeline sahip ?kapitalist? Batı toplumu, 16. Yüzyıldan itibaren önderlik ettiği dünyayı 21.Yüzyıl başlarında bulunduğumuz şu zamanlarda tamamen ?ölümcül? bir yere getirmiş bulunuyor. Sosyalizm, Batı toplumunun bu duruma karşı geliştirdiği bir ?panzehir? ve ?antitez? olarak ortaya çıkmış, fakat ne yazık ki, yine insanın ilahi ve aşkın boyutları ihmal edildiği için yeni ve alternatif bir ?insan? ve ?toplum? modeli yaratamamıştır. Çok trajik bir şekilde gırtlağına kadar umutsuzluk batağına batmış ?çağdaş!? insanın kurtuluşu, ancak yepyeni bir ?insan? ve ?toplum? modeliyle olanaklı olabilecektir

İnsanların ancak çılgınca ?tüketerek? var olabildikleri! Ve kendi insani özlerine bile yabancılaştıkları, yaşamın anlamsızlaştığı ve tekdüzeleştiği, son derece ?insansız? bir kapitalist toplum modeli yerine, ?yaratılanı severim, Yaradan?dan ötürü? ilkesine dayanan bir toplum modeli oluşturulması gerekliliği açıktır.

Hemen hemen tüm toplumsal huzursuzlukların, kargaşalıkların ve çatışmaların kaynağının sermayenin toplumda ?eşitsiz? bir şekilde dağıtılmış olduğu açıktır. Yüce kitabımız Kuran?ı Kerim?in pek çok ayetinde, sermayenin, mal ve mülkün, kaçınılmaz olarak insanı kokuşturduğu, kendi insani özüne bile yabancılaştırdığı çok çarpıcı bir şekilde verilir. Dikkat edilirse, Kuran?da kıssaları anlatılan ve ?helak? edilen kavimlerin hepsi, ?zenginlik içerisinde şımarmış ve azgınlaşmış? kavimlerdir.

Mekke devri tebliği esnasında İslamiyet en çok, ?cahiliye? düzeni müstekbirleri (ezenleri) tarafından acımasızca ezilen ve sömürülen köleler (mustazaflar) arasında yayılmıştır. Hz. Peygamber?e İslamiyet?in ilk yayılma dönemlerinde en çok destek veren toplumsal katman ?köle? sınıfıydı. Örneğin; Bilali Habeşi, Yasir, Ammar, Sümeyye, Abdullah bin Mesud gibi. İslam?daki ilk erkek şehid, Ammar?ın babası olan Yasir, ilk kadın şehit de annesi Sümeyye?ydi.

Müslüman, başkasının suratına indirilen şamarı kendi yüzünde hissedebilendir. Şiarımız; ?Kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana? olmalıdır. Toplumsal hakkı, adaleti sonuna kadar gözeten, kimsenin kimseyi ezmediği ve sömürmediği, insanların barış ve esenlik içerisinde yaşadıkları bir toplum modeline her zamandan çok ihtiyacımız olduğu kesindir.

(*)Haşr olunmak: Kıyamet gününde ölülerin dirilip bir araya gelmeleri.

DİPNOTLAR:

(1) Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, cilt 7, s. 3502

(2) Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sahih Tercemesi, c.I, Ankara, D.İ.Başkanlığı Yayınları, 1984, s.42-43

(3)Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-I Enbiya ve Tevarih-i Hulefa, cilt I, İstanbul, Bedir Yayınları,1994, s.450.



Anahtar Kelimeler: 0