ANALİTİK DÜŞÜNEREK YAŞAMA KÜLTÜRÜ ÜZERİNE SOHBETLER

ANALİTİK DÜŞÜNEREK YAŞAMA KÜLTÜRÜ ÜZERİNE SOHBETLER

ÖNCE ANALİTİK DÜŞÜNME NEDİR? ONA BAKALIM  (15.10 2023 günü Sivas Postasına Gönerildi)
Değerli Okurlarım,
Şu günlerde ülkemizde ve yakın çevresinde, son derece tatsız olayların yaşanmakta olduğu malumunuzdur. 
Gazetelerin “köşe yazarları” da genellikle, gündemdeki olaylardan birinine dair makale yazarak o konu hakkındaki  kendi görüşlerini okuyucularıyla paylaşmak eğilimindedirler. Onlar bu davranışlarıyla, yazdıkları konuda  toplumun aydınlanmasına hizmet ederler.
Ben de yıllardan beri kendi fasebook sayfamda “analitik düşünme” ve “analitik düşünerek yaşama “kültürü“  üzerine yazılar yazarak değerli  okuyucularıma, tabir caizse “Hanya ile Konyanın farkını” anlatmaya çalısmaktayım. Takipçilerimden çok azı, “Analitik düşünme” deyimindeki “analitik” kelimesini beğenmediklerini, onun yerine geçecek, Türkçe bir kelime kullanmamı önermişlerdir. Haklıdırlar; ama ben bu “analitik düşünmenin” nasıl bir düşünme şekli olduğu konusunu, 1958 yılından beri irdelemekteyimdir. O yıllarda Lise öğrencisiydim ve Felsefe öğretmenim rahmetli Necdet Korkmaz beyden “analitik düşünme “deyimini işittiğim zaman, bu “analitik” kelimesinin yerine geçebilecek Türkçe bir kelimeyi aramaya ben de başlamıştım. O yıllarda rahmetli Bedrettin Cömert bana,  “Analitik düşünme” yerine “Eleştiret düşünme” deyimini kullanmamı önermişti. Onu da düşünmüştüm ve sonuçta, “eleştirel düşünme”nin de  “analitik düşünmenin” özel bir şekli olduğunu anlamıştım.  “Analitik üşünme” yerine öp-öz Türkçe olan ve eskiden beri kullanmakta olduğumuz  “adam akıllı düşünme” deyimini de hatırlayıp, onu kullanmayı da düşünmüştüm; ama “adam” dediğinizin delisi de vardı dahisi de... Hangisi gibi düşününce adam akıllı düşünmüş olacaktık?
“Aklı başında  dediğimiz adamların bile aptalca düşünmüş olduklarına, bir kaç zaman sonra şahit olmuyor muyduk? “İnsan gibi düşünme” deyimini kullansak, o da aynı kapıya çıkıyordu. Nitekin yeri geldikçe insanlar için “Arpacı kumrusu gibi” düşündüğünü,  “Agop’u kazı gibi” düşündüğünü söylediğimiz gibi, “Kara kara düşündüğünü”, “inceden inceye düşündüğünü”,  “abuk sabuk düşündüğünü”,  “önünü ardını düşündüğünü”, “hinlik düşündüğünü”, “itlik düşündüğünü”, “bencil düşündüğünü” vs. söylediğimiz de oluyordu....
Sonuçta, Arapçadaki tefekkür kelimesinin dünya dillerindeki tam karşılığının “analitk düşünme” şeklinde dilimize çevrilebildiğini görünce,  daha uygun bir deyim buluncaya, ya da, birilerinin bulmasına kadar, “analitik düşünme “deyimini kullanmaya karar vermiştim.  
Yazıma başlarken, köşe yazarlarının gündemdeki konuları ele aldıklarını söylemiştim. “Analitik düşünme” ya da güşünmeme konusunun,  yaşadığımız  zamanla ne ilgisi var? Diyenler olabilir. Bu konuda diyeceklerimi demeden önce, şunu söylemeliyim ki: Tarih boyunca yaşanmış olan musibetlerin temelinde insanların analitik düşünmemiş olmaları yatmaktadır. Bunun tersini söylersek; tarih boyunca insanlar analitik düşündükleri sürece, mutlu yaşamışlardır diyebiliriz. 
Dünyanın neresinde bir tatsızlık yaşanıyorsa, ona sebep olan kimselerin analitik düşünmediklerini söylemek durumundayızdır. Ama bunu söylerken kendimizin de analitik düşünüp düşünmediğimiz söz konusu olabilir. Sözün kısası analitik düşünme konusu dünyanın gündeminden hiç düşmemiştir.  
Değerli okurlarım. 
1958 yılında Felsefe öğretmenimiz “analitik düşünme” denilen düşünme biçiminin tarifini yapınca, o tariften hiç bir şey anlayamamıştım.  Dersten sonra gidip anlayamadığımı söyleyince, o da bana bir Nasrettin Hoca Fikrası anlatmıştı ve ancak o zaman analitik düşünmenin şeklini anlayabilmiştim. 
Felsefe öğretmenimin anlattığı fıkra pek meşhur değildi. Fakat Nasrettin hocanın çok daha meşhur olan bir fıkrası vardır. Ben de o fıkrayı anlatarak, “analitik düşünmenin” nasıl bir düşünme biçimi olduğunu açıklamaya çalışacağım:
Efendim, 
Topal Timur, Yıldırım Beyazıtı yenip Anadolu’yu işgal edttikten sonra ordusunun bir kısmını kendi ülkesine göndermiş, bir kısmını da Anadoluda, kendi yanında bırakmış. Kendi yanında bıraktığı kuvvetlerinin arasında bir  de fil varmış. Anadolu halkı bu fili doyurmakta müşkülat çekmeye başlayınca, Timur’a gidip Anadoluda kendisine karşı çıkabilecek kuvvet kalmadığına göre bu fili de Hindistan’a göndermesini söylemek istiyorlarmış,  ama buna kimse cesaret edemiyormuş. En sonunda, “Bunu söylese söylese, Nasrettin Hoca söyleyebilir” demişler ve bu düşüncelerini Nasrettin Hocaya açmışlar. Nasrettin Hoca da, “Ağalar, benim bağım -bahçem yok, bostanım yok, Dolayısıyla fil ile başım dertte değil. Topal Timur benim şikâyetimi ciddiye almayabilir. İyisi mi? Siz de benimle beraber gelin. Sözcünüz olarak derdinizi Timur’a anlatınca, siz de “Hoca efendi doğru söylüyor “ diyerek beni desteklerseniz, teklifinizi kabul ederim” demiş. Onlar da Hocanın bu teklifini kabul etmişler.
Ertesi gün,   onbeş - yirmi kişi hocanın arkasına takılmış, Timur’un otağına doğru giderlerken, adamlardan fırsatını bulanlar, birer ikişer sıvışmışlar. Hoca da Timur’un huzuruna çıkınca arkasında kimsenin kalmadığını görünce: “Efendim, Zaferiniz mübarek olsun. Malum-u âlîniz, Allah her mahluku çifter çifter yaratmıştır. Hindistan’dan getirdiğiniz fil denilen hayvanı biz pek tanımayız. Burada kalmasına müsade buyurduğunuz Fil dişi midir, erkek midir bilemiyoruz. Lütfedip bu hayvanın eşini de getirtirseniz memnu oluruz. Naçizane benim fikrim budur; ferman Zat-ı âlinizindir.”Deyip huzurdan ayrılmış.
Daha önce arkasından sıvışıp Hocayı yanlız bırakanlar, Toplanıp, Hocaya gitmiş, ve Timura ne dediğini sormuşlar. Hoca da kendi düşüncemi söyledim demiş.
Değerli okurlarım,
Yazımın devamını yazıncaya kadar,  bu fıkranın Nasrettin hocaya ait olup olmadığını düşünmenizi istirham edeceğim. 
Saygılarımla.