Alaattin Polat ile Hasan Kalkan Söyleşisi

Alaattin Polat ile Hasan Kalkan Söyleşisi

HALİL’İM

Kalkan ile kapı taşın arası
Yol mu bulamadın dağlar arası
Halil’im düşmüş de elde çapası
Halil’im Halil’im garip Halil’im
Yar başından düşmüş ölmüş Halil’im

Halil’ime kement bağlayamadım
Halil’im düşmüş de toplayamadım
Her yanları ganlı paklayamadım
Halil’im Halil’im garip Halil’im
Yar başından düşmüş ölmüş Halil’im

Adı taş üstüne yazılı kaldı
Curası duvarda asılı kaldı
Hörüsü ardında yasılı kaldı
Halil’im Halil’im garip Halil’im
Yar başından düşmüş ölmüş Halil’im

Türk Halk Müziğine sesiyle, yorumuyla, bağlamasıyla hayat veren, mütevazı kişiliğiyle ve Halk müziği repertuvarına kazandırdığı eserleriyle gönüllerde taht kuran büyük bir usta, Sayın Hasan Kalkan ile birlikteyiz. Sayın Kalkan öncelikle bizleri kırmayıp evinizde kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum.

Sizin gelişiniz bizim için bir şereftir, onurdur. Ancak ben size şunu söyleyim bana büyük usta denmesi beni biraz sıkıyor. Ben bu deryanın içinde küçük bir zerreyim. Kendimi öyle hissediyorum. Eğer ki yaptıklarımla bir katkıda bulunmuş isem, tabi ki bundan büyük bir onur duyarım. Bir sanatçı yaptığı işin içerisine bir değer katarsa ki, bence bunlar bir değerdir sanatçıdır. Yoksa yorumcudur.

Hasan KALKAN Kimdir? Kendinizi anlatır mısınız?
15.03.1947 Antalya Kaş-Kalkan doğumluyum. Çocukluğum Bezirgân Yaylasında geçti. Çocukluk yıllarımda bütün dünyanın Kalkan ve Bezirgân Yaylalarımızdan ibaret olduğunu sanırdım.  İlkokulu Kalkan’da okudum. O yıllarda ki şartlar ve imkânların kısıtlı olması nedeniyle, çok başarılı bir öğrenci olmama rağmen eğitim hayatıma devam edemedim. Çocuk yaşlarda hayata atılmak durumunda kaldım. Askerlik dönemine kadar terzi çıraklığı sonra terzi olarak Kalkan, Fethiye ve İzmir’de çalıştım. Askerlik dönüşü, Ülkü Hanımla hayatımı birleştirdim. Hülya isminde bir kızım vardır. Ardından Fethiye’de kendi işyerimi açtım. Fethiye Doğayı Koruma Derneğinin kuruluşunda önemli çalışmalarda bulundum ve bir süre Başkanlığını yaptım. Bağlama ile çok geç tanıştım. 20 den fazla kendi yöremi anlatan türküler besteledim. Bazıları TRT repertuarına alındı. 1995 yılında Fethiye Güzel Sanatlar Kültür Derneğine katıldım. Burada Bölge kültürünün yaygınlaşması, müzik başta olmak üzere tüm sanatsal faaliyetlerin yaygınlaşması için yapılan çalışmaların içerisinde yer aldım. O günden sonra da hep müziğin içerisinde oldum. Çocukluğumdan beri zaten müziği çok seviyordum. Sonra TRT sanatçısı Derlemeci Rahmetli Hamdi Özbay ile yollarımız kesişince ses eğitimi aldım. TRT repertuarına giren birçok eserler yaptım. Bu eserlerin birçoğu çeşitli sanatçılar tarafından seslendirildi. Özellikle yöremi yansıtan sözlü ve sözsüz bazı oyun havaları formunda eserlerim oldu. Halen Fethiye’de bir Kültür Derneği’nin Başkanlığını yapmakta ve müzik çalışmalarına kızım Hülya ile birlikte devam etmekteyim.

Çocukluğunuzun ve gençliğinizin geçtiği Kaş-Kalkan Yolu o dönemlerde nasıldı? Ulaşım nasıl sağlanıyordu anlatır mısınız?
O yıllarda deniz motorları, deniz tekneleri çalışıyordu. Kaş Kalkan arası 27 km dir. Sabah tekne ile çıkıyor, öğlene doğru 2,5 saatte Kaş’a varıyorduk. Dönüşümüz ise yol yoktu ama karadan geliyorduk. Kaş’tan Kalkan’a yöreyi iyi bilen birisi yoksa tek başınıza gidemezdiniz. Eşek, koyun vs. gittiği yolları kullanırdık. Örneğin Hacı Hasan Yolu vardı. Bu yoldan, insan ve keçi geçerdi. Koyun, eşek katır vs. zaten geçemezdi. Yine o yıllarda atlama taşları vardı. Bu taşlardan atlanarak karşıdan karşıya geçilirdi. Bu yörenin büyükleri, Bezirgân ile Kalkan arasına bir sigara içimlik yol derlerdi. Yani kısa bir yoldur ve o yolu kullanırdık. Birde Like yolu vardı, oraya da Göç Yolu denirdi. O yolu göç edenler yapar, oradan göçerler yaylaya giderlerdi. O yıllarda yol diye bir şey yoktu. Medeniyeti bizlere Karayolları getirdi desem abartılı olmaz.

Kaş-Kalkan Yolunun yapılışı hakkında neler söylemek istersiniz?
Çok iyi hatırlıyorum, 1960 yılında Karayolları Kaş-Kalkan arasında bir şantiye kurmuştu. Bir taraf Kaş tarafından geliyordu. Diğer tarafta Kalkan tarafından Kaputaş’a doğru gidiyordu. Bu nedenle Karayolcular, Ömer Dayımın ana yol kenarındaki evini kiralamışlar, tüm araçlarını ve personellerini buraya yerleştirmişler, evli olanları da ev kiralamışlardı. Çalışmalar o günlerin araçları ve teknolojisiyle bütün hızıyla devam ediyor, civar köylerden çiftçilik yapan gençler yol çalışmasında işçi olarak çalıştırılıyordu. Çalışmaların en zorlu yeri Kaputaş Kanyonu idi. Buradan yolun geçmesi için kanyonun en tepesinden, Kaş kalkan tarafından gelen yolun seviyesine kadar, vadinin tepesinden aşağı her iki yanağını, sabun kalıbı gibi kestiler. İki büyük aracın geçebileceği genişlikte yol ve ayrıca vadinin en dar yerinde bir de köprü yapmaları gerekiyordu. Kanyon’un en yüksek noktasından başlayarak, kompresörlerle yüzlerce dinamit delikleri açılıyor, dinamitler o deliklere yerleştirilip kablolarla birbirlerine bağlanıyor, bir ateşleyici ile kıvılcım verilerek patlatılıyor, sonra o taşlar çalışanlarca temizlenip tekrar yeni dinamit delikleri açılıyordu. Bütün bu işlemler yapılırken çalışanlar bellerine bir ucu ağaca ya da sağlam büyük bir kayaya bağladıkları kementlerle çalışmak zorundaydılar. Biz deniz motorlarıyla Kaş’a gelip giderken bu çalışmaları görürdük. İşçilerin ellerindeki kürek ve çapalardan başka, az sayıda da greyderler vardı. Başka da iş makineleri yoktu. Bu şekilde Yol yapım çalışması yapıyorlardı.

Kaputaş’da meydana gelen o elim kaza hakkında neler anlatmak istersiniz?
Kaputaş Kanyonunda 1960’lı yıllarda bildiğiniz o görkemiyle baş döndüren yüksek tepeden aşağıya ellerini kürek gibi kullanarak yonta yonta kazarak yol yapan Karayolcular kompresörlerle dinamit delikleri açıyorlar ve patlatmalarla kayaları parçalıyorlardı. 17.11.1962 tarihinde akşam saatlerinde ilk kazada 3 Karayolcu patlatma sırasında kanyondan aşağıya doğru düşerek görev şehidi olurlar. Aradan dört ay geçer, şantiyede işçisinden şefine kadar herkes 17.11.1962 tarihindeki kazanın acısı yüreklerinden çıkmamıştır. Şantiyede çalışmalar bütün hızıyla ve büyük bir istekle sürmektedir. 21.03.1963 tarihinde güzel bir bahar günü KAPUTAŞ DERESİ ikinci bir kaza ile sarsılır. Derin uçurumları olan KAPUTAŞ DERESİ bu kez de Mehmet KARAGÜL adlı işçimizi yutar. Kendisi o çevrenin çocuğu, Bezirgan köyündendir. Kendi beldesine yol yapmanın sevinci ile büyük bir istekle çalışmaktadır. Mehmet KARAGÜL’ ün şantiyedeki görevi tabancacıdır. (dinamitleri yerleştirmek için taşlara delikler delen aleti kullanan işçilere tabancacı denilmektedir.) İri ve güçlü bir vücut yapısına sahiptir. Derenin Kalkan tarafında yarma çalışmaları yapılmaktadır. Yukardan sarkıtılan halatlara tabancacılar bellerinden bağlanarak çalışır. Mehmet KARAGÜL emniyet için takılması gereken kemeri o an takmamış ya da kemer küçük gelmiş olacak ki emniyetsiz çalışır, o gün hava yağışlıdır ve zeminde ıslaktır. Kullandığı tabancanın da etkisiyle bir an dengesini yitirir ve 60 metreye yakın bir yükseklikten kanyondan taşların üzerine düşerek görev şehidi olur. İlk kaza olduğu gibi, ikinci kazada da yöre halkı akın akın Kaputaş Kanyonu’na akın etmişti. Kalkan’da buna benzer bir olay daha önce hiç yaşanmamıştı. Herkes üzgündü. Bir arkadaşımla beraber Kaputaş’a gitmiştik. Maalesef gördüğümüz manzara bizi derinden etkiledi. Yolda kimi gördüysek, gözyaşları içinde, hüzünlü, perişan ve yaslıydı. Kötü haber tez duyulur derler ya aynen öyleydi. Ölenlerin tüm yakınları, çevre köylerden tanıdık tanımadık herkes orada toplanmıştı. İçler acısı görüntü yüreğimizi dağlıyordu. Kadınlar, genç kızlar, erkekler ağlıyor, ağıtlar yakılıyordu. Kanyonda çalışan üç Karayolcu genç feci şekilde can vermişlerdi. Ortalık mahşer yeri gibiydi. Kaputaş Deresi bir kılıçla ortasından dibine kadar yarılarak ayrılmış, geçit vermez bir kanyondu. Ölen işçiler bu yardan aşağı düşmüşlerdi. Arkalarında perişan olmuş ana, baba, eş bırakıp gitmişlerdi. Yaşlı bir kadın yere oturmuş, sırtını kayaya dayamış, dizlerini dövüyordu. Halil’im, Halil’im, Halil’im diyor ağıtlar yakıyordu. Ölenlerden birisinin adı Halil olmalıydı. Buna can mı dayanır. Dayanılacak gibi değildi. Ağlayanların, ağıt yakanların feryatları, sesleri kanyonun tepelerine doğru uğultuyla yükseliyor, kanyondaki hareketliliği izlerken gökyüzündeki yas havası etrafımızı da sarmış bizi derinden etkilemişti. O anı hiç unutamam. Hayatlarını kaybedenleri tanımıyordum. Yıllar sonra Karayollarının bir levha üzerine hayatlarını kaybedenlerin isimlerini yazmasıyla kim olduklarını öğrendim. 
1962 yılında hayatlarını kaybeden Karayolcu şehitlerimizin isimleri: 
1945 Doğumlu Hasan ŞAHİN (17 yaşında)
1933 Doğumlu Mahmut ERDOĞAN (29 yaşında)
1931 Doğumlu Mehmet TEKER (31 yaşında)
1963 Yılındaki kazada hayatını kaybeden Karayolcu şehidimiz:
1928 Doğumlu Mehmet Karagül (35 yaşında) Kalkan-Kaş Yolunun yapılışı sırasında bu işçilerimiz ne yazık ki ömürlerinin baharında hayatlarını kaybettiler. Bu acı üzün süre yürekleri dağladı. Aradan 60 yıl geçmesine rağmen bu acı olay hiç unutulmamıştır.

Kaş-Kalkan Yolunun hizmete açıldığı günü hatırlıyor musunuz? Neler yaşandı?
Açılış günü tüm çevre köylerden kurbanlıklar getirildi ve kurbanlar kesildi. Halk bayram ediyordu. Tüm köylülerin katılımı sağlanarak, Kaputaş’da yolun açılış töreni yapılmıştı. Törene gelen siyasetçilere, Kalkan Kaş arasına bir yolun yapılması konusunda yıllarca dil döken yörenin sevilen ve saygı duyulan yüzlerinden Rauf Denizer Amca tören sonrası tüm katılımcılarla beraber, Kaş çarşı meydanındaki kahvehanede çok şükür! Bu günleri de gördük arkadaşlar dedikten iki dakika sonra törenin heyecanına yenik düşerek oğlu Mehmet Denizer’in gözleri önünde beyin kanaması geçirmiş ve Kaş Devlet Hastanesi Acile götürülmüştü. Doktor muayene edip bana çok acilen buz bulun diyordu.  Ama buzu nerden bulacaklardı. O zamanlar hiç kimsenin buzdolabı yoktu. Belki de buzdolabını bilen bile yoktu. Buzdolabını bırakın elektrik yoktu. Sadece akşamları gece saat 12’ye kadar çalıştırılan büyük bir jeneratör vardı. Buz için hemen jeneratörün çalıştırılması talimatı verilmişti. Ancak bir saat sonra buz elde edilebilirdi. Bu arada Rauf Amca da genç sayılacak yaşta daha 44 yaşında, ardında eşi, oğlu ve 1 kızını bırakarak aramızdan ayrıldı. Kaputaş Kanyonunda ölen gencecik canlara, bu yolun yapımını halkın hizmetine sunarken, emekleriyle katkıları çok büyük olan bir canı daha eklemiş, açılış törenindeki heyecana yüreği dayanamamış ve bu yolun açılması için büyük emekler veren bu değeri kaybetmiştik. Kaş-Kalkan Yolu yapılmadan önce burasının dünya ile bağlantısı yoktu dersem abartılı olmaz. Bir kere Dünyanın Kalkan ve Kaş’dan ibaret olmadığını öğrenmiş olduk. Hayat bizim için daha kolay hale geldi. Ulaşım ve ticaret gelişmeye başladı.

Kaputaş Şehitlerini anlatan Halil’im Türküsünü nasıl yazdınız? Hikâyesini anlatır mısınız?
O hazin olayın olduğu günü çok iyi hatırlıyorum. Çocuk yaşlardaydım ancak o acı olayın yaşandığı günü hiç unutmadım. Kaputaş’a gittiğimde o mahşer yeri kalabalığı görmüştüm. Gözyaşları gökyüzüne yükseliyordu. Bir kadın sırtını kayaya yaslamış “Ah Halil’im, ah benim yavrum” diyerek ağlıyordu. O annenin gözyaşları tükenmişti. Halil’im diyor başka bir şey demiyordu. O annenin o halinden çok etkilenmiştim. Aradan 60 yıl geçti ama daha dün gibi hala o yaşananlar gözlerimin önündedir. O annenin feryatları kulaklarımdadır. Kaputaş’dan her geçtiğimde o günü hatırlarım, yaşarım. Bu etkileşim yıllar sonra Türk Halk Müziği ile ilgilenmeye başlayınca, 1997 yılında bir türkü haline geldi. Demek ki o görüntü belleğimin bir tarafında kalmış ki, Kaputaş’dan geçerken, o kadının ağıtını hep duyardım. Yine bir gün oradan geçerken o anları yaşadım ve Halil’im türküsünün sözlerini mırıldanmaya başlamıştım. Daha sonra fark ettiğimde bu bir ağıttı. Bu türküyü yaptım. Rahmetli Hamdi Özbay’a notasını yazdırıp, TRT Denetim Kuruluna gönderdim. Denetimden geçtikten sonra TRT Repertuarına kazandırmış oldum. Bugün çok sayıda Türk Halk Müziği sanatçısının severek seslendirdiği bir türkü bir ağıt olarak müzik severlerin repertuarlarına girmiştir. Kaputaş’da hayatlarını kaybedenlerin hiç birisini tanımıyordum. Ölen işçilerin isimleri önce kaya yüzeyine, sonra sac bir tabela üzerine yazıp monte ettiler. O zaman gerçek isimlerini de tabelada gördüm. Tabelada Halil ismi yoktu ama o mahşer yerinde yükselen sesler içinde en net duyduğum isimdi Halil. Çok sonra da ölenlerden birinin Kalkan, Bezirgân’lı olduğunu öğrendim. Ayrıca yolun yapımı için hayli mücadele eden Rauf Denizer’inde anılarına atfen Halil’im türküsü armağan olsun. Özellikle Halil’im türküsünün yazılması gerekiyordu, o da bana nasip oldu diyelim. Bu türkü artık benim değildir, tüm Karayolcularındır. Çünkü Karayolcular bu toplumda saygınlığı olan kişilerdir. Karayolcu topluma medeniyeti getiren, uzakları yakın eden kişilerdir.

Bu türküyü okurken neler hissediyorsunuz?
Okurken de, dinlerken de çok etkileniyorum. Kızım okurken hep ağlar. Fethiye’deki Halk Müziği konser programlarında türkülerime yer verilir ve Halil’im en çok sevilen ve istenen türkülerimdendir. Özellikle bu türküyü okurken o günü yaşarım. O mahşeri kalabalığı, gözyaşları döken anne babaları, çocukları ve yöre insanının yaşadığı o acı günü her defasında yeniden yaşarım. Zaten eserlerimi okurken, yaşayarak, hissederek icra ederim.

O günleri yaşayan birisi olarak Kaş Kalkan yolundan geçerken neler hissediyorsunuz?
O günleri hatırlamamak mümkün mü? Kaputaj’dan her geçtiğimde o günleri adeta yeniden yaşarım. Aradan bunca yıl geçmiş olsa da o günleri hatırlarım daha dün gibi. Bizlere yol yapmak için hayatlarını feda eden Karayolcular gözlerimin önüne gelir. Hatta bugün yol yapan Karayolcuları gördükçe aklıma o hazin olay gelir. O yüzden Karayolcular benim gözümde kıymetli ve saygı duyulması gereken insanlardır. Bu uğurda hayatlarını feda eden karayolcuları saygıyla rahmetle anıyorum, mekânları cennet olsun

Unutamadığınız bir anınızı paylaşır mısınız?
Halil’im Türküsünü, Kaş-Üzümlü Köyünde yaptığım bir organizasyonda, TRT İzmir Radyosu Türk Halk Müziği Sanatçısı Makbule Kaya ile birlikte seslendirmiştik. Ben sahneyi Makbule Hanım’a bırakıp izleyiciler arasına inerken bir öğretmen hanım boynuma sarılarak ağlamaya başladı. Bana Kaputaş’ta ölenlerden birisinin kendi köyünden olduğunu söyledi. Bu genç Karayolcu iş çıkışı tatil gününde köyüne giderken mahalledeki çocuklara şeker götürüp dağıtırmış. Çocuklar her hafta sonu onun yolunu beklermiş. Her hafta sonu yollarını gözlediklerini bu amcalarının artık gelemeyeceğini çünkü çalıştığı yerde Kaputaş’ta öldüğünü duymuşlar. Köyün bütün çocuklarını çok üzülmüşler, çok ağlamışlar. Bu türküyle o günü hatırladığını hıçkırarak anlattı. Yıllar sonra o Hanımefendinin gözyaşlarıyla bu olayı anlatması beni çok duygulandırmıştı.

Müziğe ne zaman başladınız? Kimlerden faydalandınız? İlk hocalarınız kimlerdi?
Aslında benim hocam hiç olmadı. Çocukluğumdan beri kendimce ama doğru ama yanlış türkü okurdum. Sonra yaklaşık 15 yıl kuran kurslarına gittim. Buralarda mevlit ve ezan okudum, müezzinlık yaptım. Oradan bir ses alışkanlığım vardır. Ama işin doğrusunu yıllar sonra TRT sanatçılarından Rahmetli Hamdi Özbay’ın korosuna katılıp ses eğitimini alınca gördüm. Orada kendimi geliştirdim. Yani o zamana kadar bir eğitim almadım. Şimdi eğitimli sesle okuyorum. Müziğe nasıl başladığımı da bilmiyorum. Kulakla duyduklarımı, hoşuma giden şeyleri okurdum. O şekilde kendimi geliştirdim. Zaten o yıllarda Kalkan’da hiçbir sosyal aktivite yoktu. O yüzden nereden öğreneceksin, nereden eğitim alacaksın ki? İstesem de eğitim alabileceğin bir yer yoktu. Dedim ya ta ki, Hamdi Hocanın korosuna gidene kadar. Bağlamayı kendi kendime çalışarak öğrendim. Bugün kızım Hülya, kabak kemani çalıyor, bende bağlama baba kız evde çalışmalarımız devam ediyor.

Kaputaj Şehitlerini anlatan, Halil’im türküsünü yaparak hem o olayların unutulmamasını sağladınız hem de Halk müziğimize katkı sağlamış oldunuz? Siz yetkililerden nasıl bir destek bekliyorsunuz?
Özellikle Kaş Kalkan Yolunun hangi şartlarda yapıldığının bilinmesi ve hayatını kaybeden Karayolcu şehitlerimizin unutulmaması gerekir. O yılları yaşayan ve yörenin bir ferdi olarak, Karayolları ve Belediyeden ilgi ve destek bekliyorum. O insanların anılarını yaşatmak gerekiyor. Burada yol uğruna 4 can yitip gitmiş. Arkalarında sevdiklerini bırakmışlar. Onların hatırasına hürmeten bir şeyler yapmak gerekiyor. Karayolları daha önce burası ile ilgili bir çalışma yapmıştı ancak sonradan vazgeçildi. Yarım kalan bu çalışmanın tamamlanmasını yetkililerden bekliyoruz. Bu türküyü Karayolculara armağan ediyorum. Bu türküyü ben yapmış olsam da artık Karayolcularındır.

Sizi etkileyen sanatçılar kimler olmuştur?
Hale Gür, Neşet Ertaş, Muharrem Ertaş, Hacı Taşan ve Çekiç Ali, Aşık Veysel, Mahsuni Şerif severek dinlediğim her birinde ayrı lezzetler bulduğum ve çok etkilendiğim üstatlardır.

Bir şehrin, yörenin kendine münhasır bir ruhu vardır. Genel olarak türküler ve Bölgesel doku sizi nasıl etkiliyor?
Ben öncelikle kendi Bölgemden etkileniyorum. Onun dışında tabi ki farklı bölgelerden etkilendiklerim vardır. Bilhassa Bodrum Bölgesi, Fethiye Bölgesi’nin türküleri biraz oynaktır. Sebebi ise Fethiye hiçbir zaman ekonomik zorluk yaşamamıştır. Ozanları, bağlamacıları daha eğlenceli türküler yapmışlardır. Rahat yaşayan insanların yanık türküleri olmaz. Şimdi ben hakikaten geçmişte rahat yaşayan bir insanın evladı olsaydım; örneğin Kalkan ile Kaputaş’ın Arası, Hacı Hasan Beli gibi eserlerim olmazdı. Bugün durumunuz ne kadar iyi olsa da hala o duyguları taşıyorum. Bizler o türkülerden geliyoruz. Her bölgenin kendine has kültürleri ve dokusu vardır. Yaşam biçiminiz kesinlikle melodilerimize, ezgilerimize yansıyor. Âşık olmayan bir insan, aşkı yaşamayan bir insan bunu bilemez, bunu anlayamaz. Zaten aşkı yaşamayan bir insanda bunları yapamaz. O ruhu, o hisleri yaşamadan o duyguları, melodileri yansıtamazsınız. Kısaca söylemek gerekirse yaşamadan, hissetmeden bir türküyü, bir ezgiyi yapamazsınız.

Hasan Kalkan için türküler ne ifade ediyor?
Türküler insanların yaşam biçimlerini tarif eder. Yani her türküde bir yaşanmışlık vardır. Örneğin, Fethiye ekonomik olarak zengin bir bölgedir. O insanların yaşam biçimi müziğine de yansımıştır. Bu türkülerin çoğu oyun havasıdır. İçlerinde bazı zeybeklerde vardır. Ama Doğuya doğru gidin, tamamen ezgidir. Oradaki insanların yaşam biçimleri sosyo ekonomik durumları o ezgilere yansımaktadır. Türküleriyle yaşam adına her şey vardır. Yine kendi yörem ve Burdur yöresi çok ilgimi çeker. Bu yörelerin türkülerini okurken ayrı bir keyif alırım. Tabi ki diğer bölgelerden de etkilendiğim türküler vardır. Aslında her türkü her sanatçının ağzına yakışmaz, herkes her türküyü okuyamaz. Her sanatçı yorumlayabileceği türküyü okumalıdır. Çok zengin bir türkü repertuarım vardır ve hepsini okumaya çalışırdım. Rahmetli Hamdi Özbay, bir gün bana dedi ki; Sen bu türküleri okuyamazsın. Senin tarzın daha çok zeybek türküleri demişti. Türkü nedir? Nasıl yapılır? Nasıl okunur? O felsefeyi öğrendikten sonra kendimi daha iyi tanımaya başladım. Yanlışları gördükçe, eleştirildikçe doğruları görüyorsunuz. O yüzden eleştirilmekten korkmamak gerekir. Hiçbir şey yapmayan insanı ne eleştirir ne de bir şey söylerler.  

Hangi yörelerin türküleri daha çok ilginizi çeker? Kendinizi hangi türkü ile ifade edersiniz?
Bozlakları ve özellikle arguvan ağzını çok severim. Ben bu yörenin türkülerinde lezzeti yakalıyorum. Burdur yöresi çok ilgimi çeker. Örneğin “yağmur yağar şıpır şıpır” çok hoşuma gider. Yine “Denizin Dibinde Hatcam” benim kendimi ifade ettiğim türkülerdendir, diyebilirim. Bu türküler beni çok etkiler. Güzelde okumaya çalışırım.  Bir türküyü okurken yaşayacaksın. Örneğin Kerimoğlu’nu okurken dağı dolaşacaksın, dağda gezeceksin. Yani ben sahneye çıkınca, bir türküyü okurken yaşarım, hissederim. Siz konsantre olmazsanız dinleyicide konsantre olamaz.

Günümüzde Halk Müziğinin yerini nasıl görüyorsunuz? Olması gerektiği yerde mi?
Halk müziğimiz bir dönem çok gerilere düşmüştü. Olması gerektiği yerde değildi. Ancak hak ettiği yere doğru gelmeye başladı. Pop müziğine karşı değilim ancak benim tarzım değil. Kulağıma hoş da gelmiyor. Bir dönem Halk müziği çok geri planlara düşmüştü. O dönemlerde çok üzülüyordum. Halk Müziği gerek TRT’nin katkılarıyla gerekse özel kanalların sayesinde daha iyi yerlerde olduğunu düşünüyorum. Yine Koroların da çok büyük katkıları olmaktadır. Örneğin pop müzik bir yıl okunuyor sonraki yıllarda unutulup gidiyor. Çünkü halkı yansıtan, bu toplumun müziği değildir. Örneğin Kerimoğlu ve Denizin Dibinde Hatcam türküleri yazılalı yarım asır olmuş ancak hala aynı lezzetle dinlenmektedir.

Türk Halk Müziğinin günümüzde Rock ve Pop tarzında yorumlanmasına nasıl yorumluyorsunuz?
Pop pek tarzım değil ama Rock müziği olabilir. Halk Müziğinin bazıları da Rock’a da benziyor. Ama popla nasıl olacak. Bazı türküler rocka daha yatkın gözüküyor.  Örneğin Cem Karaca yapıyordu, okuyordu. Ama bir keyif de veriyordu. Okumadan okumaya da değişiyor.

Son yıllarda Halk Müziğine karşı yoğun bir ilgi var. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Bunu daha çok yorumlara bağlıyorum. Türküyü yaşayarak türkü gibi okumazsanız, zaten olmaz. Bence türküler bugüne kadar geride kaldıysa yorumlarından kaynaklıdır. Sanatçılarımızın çoğu duyarak okumadılar. Bu yüzden ben hala çoğunu tutmam. Ama güzel yorumlayanları da dinlerim. Türküyü okurken, yorum katmazsanız lezzet alamazsınız. Aslında sadece notaya basmakla bu iş olmuyor. Bazı hocalarımız notaya iyi basıyorsa tamam diyorlar. Yaşayarak, hissederek okumadığınız sürece yeterli olmaz. Günümüzde çok güzel sesler ve pırıl pırıl sanatçılarımız varlar. İnanıyorum ki onlar sayesinde Halk Müziğimiz daha iyi yerlere gelecektir. Bu tür sanatçılarımızda dinleyici kitlesini bulabiliyorlar. Geçmişte de çok çok kıymetli sanatçılarımız vardı. Adeta birbirleriyle yarışırlardı. Bu yarış kaliteyi daha da arttırırdı. Örneğin bir Muzaffer Akgün vardı. Muhteşem bir sesi muhteşem bir yorumu vardı. Her Bölgenin, her yörenin kendine has kültürü, müziği vardır. Hepsinin de ayrı bir güzelliği ve lezzeti vardır. Okumak kadar hissetmek, hissederek yaşayarak okumak gerekir.

Halk Müziği denince akla gelen ilk isimlerden birisi Muzaffer Sarısözen’dir. Hakkında siz neler söylemek istersiniz?
Muzaffer Sarısözen’i ben hiç görmedim ancak, Rahmetli Hamdi Özbay Hoca’nın bizlere naklettiği bilgiler Muzaffer Sarısözen’e çok büyük saygı duyardı. Çok büyük adamdı derdi. Çok zorluklar çekmiş, emekler vermiş. Katır sırtında dağları taşları aşarak tüm Anadolu’yu dolaşmış. Türküleri derlemiş toparlamış. Halk Müziği repertuarına kazandırmış. O günkü şartları düşünürsek kolay bir iş değil. Çok büyük hizmetler yaptığını söylerdi.  Bazen düşünüyorum da, Muzaffer Sarısözen’in yaptıkları ne büyük fedakârlık diyorum. Muzaffer Sarısözen, Aşıkların yurdu Sivas’tan yetişmiş bir büyük değerdir. Sivas’ın Türk Halk Müziğinde önemli bir yeri vardır. En çok türküsü olan vilayetimiz Sivas’tır diye biliyorum. Muzaffer Sarısözen’i biz görmedik. Ancak büyüklerimiz, Hocalarımızdan çok dinledim. Allah rahmet eylesin.

Genç yeteneklere ne gibi katkılar sağlıyorsunuz ve tavsiyeleriniz nelerdir?
Başkanlığını yaptığım Dernekte gençlere müziği sevdirmek, eğitmek ve yetiştirmek için çeşitli kurslar veriyoruz. Bağlama, kabak kemane, piyano ve şan bu kurslardan bazılarıdır. Ayrıca haftanın iki günü koro çalışmalarıyla geçiyor. Gençlere bu şekilde hem müziği sevdiriyoruz hem de kötü alışkanlıklardan uzak tutmaya çalışıyoruz. Gençlerimizin kendi kültürlerine sahip çıkmalarına katkı sağlıyoruz. Gençler bizim her şeyimiz, onlar bizim geleceğimizdir. Bu gençlerle ülkemiz daha ilerilere gidecek. Öyleyse halkını ve kendi öz kültürünü tanıyacaklar. Güzellik sanattadır, güzellik müziktedir. Sanatın her türlüsüyle ilgilensinler istiyorum.

Sayın Kalkan insanlığa hizmet için canlarını feda eden, Karayolcu şehitlerimizi bende rahmet ve saygıyla anıyorum. Artık Halil’in ağıtı Kaputaş Kanyonu’ndan taşmış, tüm Anadolu’ya yayılmıştır. Tüm Karayolcuların ortak ağıtı olmuştur.  Bizlere böyle bir eser kazandırdığınız için şükranlarımı sunuyorum. Bu güzel söyleşi ve misafirperverliğiniz içinde ayrıca teşekkür ediyorum. Size ailenize sağlıklı ömürler diliyorum.

Fethiye 03.02.2023



Anahtar Kelimeler: Alaattin Polat Hasan Kalkan Söyleşisi