ACILARIN VESAYETİ

ACILARIN VESAYETİ

ACILARIN VESAYETİ

İnsanlık Tarih boyunca çok büyük acılar çekmiştir. Toplumların zihin haritasını oluşturan edebi ürünler hep acı ile yoğrulmuştur. Çekilen acılar sadece o devri etkilemekle kalmamış; kendinden sonraki devirlerde akan tarih ırmağının mecrasını da belirlemişlerdir. İnsanlık Tarihi bir acılar tarihidir desek yeridir.

Filhakika tarihe baktığımızda bu durumun birçok örneğini müşahede ederiz. Türklerin millet olmasında en etkili unsur olan destan ve efsaneler genellikle acı olayların cenderesinde vuku bulmuştur. Bu durum aynı zamanda Dünyanın diğer milletleri için de geçerlidir. Tarihin büyük bölümünün merkezinde yer alan Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika yani Ortadoğu Tarihi bu durumdan en çok nasibini alan coğrafya olmuştur.

Nuh Tufanı akabinde oluşan toplumsal düzenler ve ırki yapılar, dini yapılanmalar vb. unsurlar bu acıların ilk nüvelerini oluşturmuştur. İslamiyet?in doğuşundan evvel sürgünler, din merkezli oluşumlara yapılan baskılar, savaşlar, yerle bir edilen şehirler vs. bu acılar tarihinin sayfalarını doldurmuşlardır. İslamiyet?ten evvel cahiliye devri olarak tabir edilen ve ismiyle müsemma bir devirden bahsedilir ki, bu devri Mehmet Akif insanın insana ettiği akıl almaz vahşeti mısralarında çok güzel bir şekilde betimlemektedir.

İslamiyet ile birlikte gelen dünya tasavvuru ve düzen bu kara devirleri ağartmak için bütün enstrümanları insanlığa tekrar ve derinden hatırlatmış olmasına rağmen acılar son bulmamıştır. Zira Dört Halife Devrinin sonlarında başlayan sıkıntılar Emeviler ile perçinlenmiştir. Emevi Hükümdarı Yezid Devrinde, onun emri ile vuku bulan Kerbela Faciası, yukarıda sözünü ettiğimiz tarihi şekillendiren mühim acılardan olmuştur. Bu acı bugüne kadar gelen tarihin oluşumunda önemli bir etken olmuştur nitekim. Bu coğrafyada mezhebi, etnik ve daha alt kültürel, siyasi yapılar ve onların tepkileri, dünya görüşleri, siyasi ve sosyal duruşları bu facianın etkisinde belirlenmiştir diyebiliriz. Siyasileşen dini yapılar, içi boşalmış, kendini düşman üzerinden kurgulamış hizipler, mecrasından sapanlar, belirlenen saflar ve bu hizipleşmeleri ve ayrılmaları ranta çevirmeye çalışan oligarşik ve monark yapıların dümen suyunda gidenler bu vb. acıların etkisinde kendini konumlandırmışlardır ve tarih bu resmin üzerinden şekillenmiştir.

Kendinden sonrasına ipotek koyan bu acıların çeşitli etkileri olmuştur. Çıkarlarını gerçekleştirmek isteyenler, hesapları olanlar hep bu acıların dehlizlerine demir attılar ve ellerindeki malzemelerle derin kuyular kazdılar. Daha öncede mevzu bahis ettiğimiz kadim operasyonda bu acılar ajitasyon ve demagojinin merkezinde yerlerini aldılar. Nitekim bu coğrafya da bu mihraklara teşne olanlarda epeyce vardı ve kendi çıkarları doğrultusunda bunu yaptılar.

Şu anda gündemimizi işgal eden Suriye?deki sorunun temelinde meşruiyeti olmayan bir yönetim yatsa da bu durumu bir yaraya çeviren ?Hama Katliamı?dır. Bugün muhaliflerin bu ülkedeki ayaklanmalarının merkezinin bu şehir olması; o katliamdan neşet eden acının etkisini ortaya koyması açısından ehemmiyet arz eder. Aynı durum Irak içinde geçerlidir.  Irak?ta 1987 yılında vuku bulan ?Halepçe Katliamı? o günden bugüne gelen tarihi süreci derinden etkilemiştir. 1991?de ki Körfez Krizi ve bugüne kadar ki süreçte Kürtlerin desteğini ABD?NİN celbetmesi ve müttefiki haline gelmesinde Kürtlere Saddam Hüseyin?in yaptığı bu katliam etkili olmuştur. Şiilerin de bu süreçte Saddam karşıtı güçlerle işbirliği içerisinde olması Saddam Yönetiminde gördükleri zulümlerle alakalıdır. Zira belirtilenler Dünya Tarihinin mecrasını belirleyen olayları derinden etkilemiştir.

Yine bugün bu coğrafyanın başat unsurlarından olan İran?a baktığımızda; Kerbela Faciasını diri tutmakta, Meşhed ve Kerbela ile Şam?a dini eğilimli turlar düzenlemekte, bunların devletçe her açıdan desteklenmesini sağlamaktadır. Suriye gezisinde bizzat gördüğüm şekliyle, Kerbela şehitlerinin medfun olduğu Şam?da birçok İranlı orayı kafilelerle ziyaret etmekte ve artık klişeleşmiş, resmileşmiş olduğu her halinden belli olan bir tarzda ritüeller eşliğinde bunu yapmaktadırlar. Ayrıca bu turların en önemli uğrak yerlerindeki şatafatta önemli bir ayrıntı olarak karşımızda duruyor. İran bu acı üzerinden siyasi hinterlandını oluşturmaktadır. Nitekim bu acı üzerinde oluşturulan yapılanmalar bugün Ortadoğunun kaderini belirleyecek yapıya sahiptir.

Ülkemize baktığımızda da bu ve farklı acılar üzerinden şekillenen tarihi süreci görebiliriz. Fakat Türkiye?de yukarıdaki misallerle kıyaslandığında çok etkili değildir. Yakında anacağımız Madımak ve Başbağlar Olayları bu örneklerdendir. İç ve dış derin yapıların kotardığı bu olaylar kapanmayan veya kapatılmak istenmeyen bir yara olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde özellikle emellerine ulaşma adına bazı mihrakların bu acıları kaşımak adına büyük planlar içinde olduğunu görmekteyiz. İnsanların saf duygularını veya demokratik taleplerini yaraların sarmalında daha büyük acılara dönüştürmaya çalışmaktadırlar. En yumuşak karnımıza hitap etmek onların sanatı olmuştur. Haylidir tartıştığımız Gezi Parkı etrafında gelişen olaylar bu nevidendir. Haklı talepler acıların oluşturduğu hizipleşmelerin dah derin bir şekilde dirilmesi adına kullanılmış ve amacında çok ötelere sapmıştır.

Her büyük acı bir yara açmıştır. Bu yaralardan kabuk bağlayanlar ve unutulanlar olsa da; unutulmayan, diri tutulan, yenilenenlerde olmuştur. Bu yaraların diri tutulması toplumu germekte ve duygusal bir iklimde karar mekanizmalarının oluşmasına ve netice itibariyle başka yaralara ve sıkıntılara kapı aralamaktadır. Bu acıların ikliminde oluşturulan korku kültürü en çok kimin işine yarıyor, oluşturulan alınganlık psikolojisi ve öfke kime ne kazandırıyor bunun bir hesabını yapmak gerekir. Bir acıya dayanıp sultalarını devam ettirenlerin varlığı aşikârdır. Fakat şunu da görmek gerekir ki: bu acılar yukarıda da örneklerini sıraladığımız şekliyle bu diktaların sonunu da hazırlamaktadır.

Batılı güçler bu acılar ve yaralar üzerinden birçok hedeflerini sonuca ulaştırmışlardır. Toplum ve siyaset mühendisliğinin en önemli enstrümanı bu yaralardır. Birlikte yaşamanın ve hoş görmenin önündeki en büyük engeldir bu yaralar. Bugün çözüm sürecinde de en büyük engeller acıların yüreklerimize ve aklımıza abanmış hayaletidir. İnsanlar acıların izinden ayrılamamaktadırlar, daha doğrusu acıları kendi emelleri doğrultusunda kullanmaktadırlar. Böylece acılar havsalamızı rehin alarak bizi bize fayda getirmeyecek yerlere götürüyor. Bu acıları yaşatanların ve onu diri tutmaya çalışanlarında tam da istedikleri bu öfkeyle ayrılıkların katmerleşmesidir.. Evet, tamda öyle! İstedikleri buydu. İçimize serpiştirdikleri ?baldan tatlı? öfkelerle zihinlerimize ipotek koymak?

Bu yaraları diri tutmaya devam etmek düşmanlıkların artmasına neden olmaktadır. Gerilmekteyiz. Gerilerek kazananının ne suni kinlerle bilendiğimiz düşmanlar, ne de biz olduğumuzu fark etmemiz gerekir. Tarih, katmerleşen acıların sömürülmesi sayesinde meşru olmayan hükümranlıklarını devam ettiren zümreler ve insanlığın akıbetine ismini kapkara harflerle yazdıran olaylar ile onların ortaya çıkardığı olgular, değer yargıları, kültürler, dini öğretiler, yaşam tarzlarının mekânıdır. Daha önce bilgilenme ile ilgili yazdığım yazıda da belirttiğim gibi, acılar bilgilerin künhüne varmamızı, bilgiyi nesnel bir şekilde değerlendirmemizi engellemektedir. Bu da bizim yanlış tabelalarla yönlendirilen engereklerle dolu bir yolda öfkenin bal tadına methiyeler dizerek telaşla yürümemize sebep olmaktadır.

Genlerle taşınan kişiliklerin içinde saklanmış acılar farkındalığın çok olmadığı bilinçaltını da etkiler. Bu acıların her zaman nüksetme tehlikesi vardır. Bu yüzden gerekli bağışıklığı kazanmak adına güzel görmek, güzel düşünmek, hüsn-ü zan ikliminde bakışlar devşirmek, Yunusça "ben gelmedim dava için/benim işim sevi için" diyecek yüreklere sahip olmak gerekmektedir. Bir tebessüm bir çok şeyi halledebilecekken kılıçlardan kalelerin soğuk silüetlerine bürünmek nedendir.

Sezen AKSU`NUN şarkısında terennüm ettiği gibi: "Zaman sadece birazcık zaman/ Geçici bu öfke, bu hırs, bu intikam / Acılarımız tarih kadar eski /Nefes alıp vermek misali olağan." Kazananı olmayan bir savaşa girmenin beyhudeliği ortadayken "acıları bal eylemenin vaktidir", vesselam.



Anahtar Kelimeler: 0