?DEMOKRAT PARTİ? VERSUS ?C.H. P?

 ?DEMOKRAT PARTİ? VERSUS  ?C.H. P?

?DEMOKRAT PARTİ? VERSUS ?C.H. P?

1939-1945 Yılları arasında vuku bulan II. Dünya Savaşı?nın(çok daha güzel ve anlamlı bir adlandırmayla II. Emperyalist Devletler Arası Bölüşüm  Savaşı)  bitiminde, tüm dünyada tabiri caizse ?kartlar yeniden karılır ve dağıtılır?. ?Almanya, İtalya ve Japonya? faşist bloğu bu savaştan büyük bir yenilgiye uğramış bir halde çıkarken, ABD ve Sovyetler Birliği,  büyük yıkımlar getiren savaştan dünyanın yeni süper güçleri olarak çıkarlar.Yapılan tahminlere göre; Emperyalist devletler arasında vuku bulan bu enerji kaynaklarına ?el koyma? kapışmasında, 60 ila 70 milyon insan  çok trajik bir şekilde yaşamını yitirecektir!!!!!!!!! Dünyasal ölçekli bu devasa savaşın hemen akabinde tüm dünyada iki kutuplu bir yapı oluşmaya başlar: Başını ABD?nin çektiği ve Avrupa devletlerinin gövdesini oluşturduğu ?Batı Bloku? ve liderliğini Sovyetler Birliği?nin yaptığı ve Doğu Avrupa ve dünyanın çeşitli yörelerinde Komünist rejimlerle yönetilen ülkelerin uydusu olduğu ?Komünist Blok?. II. Dünya Savaşı?nda Cumhurbaşkanı İsmet İnönü?nün ustalıklı politikaları sayesinde ?tarafsız? kalmayı başarabilen Türkiye, 14 Mayıs 1950?de gerçekleştirilen seçimlerle ?çok partili? sisteme geçiş yapar: Bu seçimlerde Demokrat Parti oyların % 51.7?sini alarak 480 milletvekilini Meclis?e sokmayı başarır. Oyların % 39.4?ünü alan CHP ise 69 milletvekilliği kazanır. Millet Partisi 1 milletvekili, bağımsızlar 9 milletvekilliği kazanırlar. Demokrat Parti, çok tartışılan 24 Temmuz 1946 seçimlerinde %13 oy oranıyla Meclis?e 62 milletvekili gönderebilmişti. 19 Mart 1945?te Sovyetler Birliği Hariciye Komiseri Molotof, 7 Kasım 1945?te sona erecek olan Türk-Sovyet ?dostluk ve saldırmazlık antlaşmasının? günün koşullarına uyarlanması için Türkiye?ye bir nota verir. 20 Aralık 1945?te, iki Gürcü profesörü, Giresun?a kadar olan toprakların Gürcistan?a bırakılmasını talep eder. 8 Ağustos 1946 tarihinde Sovyetler Birliği, Türkiye?den Boğazlarda ?üs ve müşterek savunma? isteğinde bulunur. Türkiye, 22 Ağustos 1946?da bunu reddeder. 28 Eylül 1946?da Sovyetler, aynı talepleri tekrar dillendirir. 25 Ekim 1947?de Sovyetler Birliği Birleşmiş Milletler delegesi Vişinski, Türkiye?den Kars ve Ardahan?ı talep eder. 20 Şubat 1948?de iki Türk uçağı Bulgarlarca düşürülür. Bütün bu gelişmeler karşısında Milli Şef İsmet İnönü, ABD?ye yanaşmak ve askeri destek istemek zorunda kalır. Bu desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, ünlü ?Truman Doktrini? çerçevesinde ekonomik yardıma başlar. Ama bunun karşılığında Türkiye?den; ? serbest seçimlere dayalı demokrasi düzenine geçilmesi, 5 yıllık kalkınma planları, Köy Enstitüleri gibi Sovyet sistemini çağrıştıran uygulamalardan vazgeçilmesi? gibi istemlerde bulunur. ?Milli Şef? İsmet İnönü?nün ABD?ye verdiği sözler çerçevesinde, 24 Temmuz 1946?da tüm ülke genelinde seçimler( Her ne kadar seçim sonuçları muhalefet tarafından ?şaibeli? olarak görülse de) yapılır. 1946 Yılında yapılan değişikliklerle Köy Enstitüleri?nin  yapıları tırpanlanmaya başlanır. Nihayet, 1953 yılında Demokrat Parti iktidarı tarafından çıkarılan bir kanunla tamamen ilköğretim öğretmeni yetiştirme okullarına dönüştürülerek kapatılır. İsmet İnönü?nün liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi?nin 1946 yılına kadar sürdürdüğü ?ortanın solu? politikası, bu tarihten sonra Sovyetler Birliği?nin Türkiye?ye karşı sürdürdüğü ?yayılmacı politikalar? sonucunda değişmeye başlar. Bu tarihe kadar, ülkemizdeki sol akımlarına sempatiyle bakan ve onlara ? örtük olarak destek veren? politikalar izleyen CHP, Sovyetler Birliği?nin ?Çarlık Rusya?sı? politikalarını harfiyen  devam ettiren bir devlet olduğu gerçeğini gördükten sonra, politikalarını ?mecburen? değiştirmeye  ve hızlı bir şekilde ABD?ye yanaşmaya başlar. Örneğin, 7 Eylül 1944?te başlayan 29 Mart 1945?e kadar süren ve Türk siyasal yaşamında ?Türkçü? ve ?Turancı? görüşleriyle tanınan ve aralarında Zeki Velidi Togan, Alparslan Türkeş, Hüseyin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkan gibi isimlerin yargılandığı ve çeşitli cezalara çarptırıldığı ?Irkçılık-Turancılık? davası, Sovyetler Birliği?ne ?mavi boncuk? dağıtma siyasetinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda, radikal sol akımlara yönelen ve gittikçe sertleşen bir politika takip edilmeye başlanır. Nitekim, sosyalist fikirleriyle tanınan ünlü Türk hikayecisi ve romancısı Sabahaddin Ali, Bulgaristan?a kaçmak için sınırı geçmeye çalışırken yanında bulunan ve aslında Milli Emniyet Hizmetleri?nin bir elemanı olan Ali Ertekin tarafından 2 Nisan 1948?de hunharca öldürülür. Yani, 1946-1950 arası dönem, Türkiye?nin her bakımdan ?liberal, serbest girişimci ve bireyci Anglo-Sakson dünyası politikalarının dümen suyuna girme politikalarında? geçiş dönemi sayılabilir. Batı?nın emperyalist devletleri, II. Dünya Savaşı sonrasında o zamana kadar takip ettikleri ?kaba sömürgecilik? politikalarını terk ederek, ?yeni sömürgecilik? siyasetiyle(çok daha sinsi bir şekilde) 3. dünya ülkelerine ?yardım? adı altında onların sözde kalkınmalarına yardımcı olarak nüfuz etme politikaları takip etmeye başlar. 14 Mayıs 1950 tarihi, Demokrat Parti?nin % 52.7 oy oranı ve meclise soktuğu 480 milletvekiliyle ezici bir zafer kazandığı tarihtir. Türk tarihinde ilk defa bir parti  yapılan nispeten demokratik ve serbest seçimler sonucunda  iktidarı ele geçirmiş oluyordu. Demokrat Parti`nin kökenleri, 1902 yılında yapılan Jön Türkler kongresine kadar uzanır. Bu kongrede Jön Türkler, merkezi otoritenin güçlü olmasını savunanlar ile liberal bir yönetim biçimini savunanlar şeklinde ikiye ayrılmıştı. Birinci grup, Ahmet Rıza liderliğinde ?İttihat ve Terakki? adını aldı. İkinci grup, Prens Sabahaddin çevresinde toplandı ve Osmanlı Ahrar Fırkasını ve sonrasında Hürriyet ve İtilaf Fırkasını oluşturdu. İttihat ve Terakki anlayışı, I. Dünya Savaşı ve ardından başlayan Kurtuluş Savaşı yıllarında TBMM`de Birinci Grup ve sonradan Halk Fırkası`nı en sonunda da Cumhuriyet Halk Partisi`ni ortaya çıkardı. İkinci Grup anlayışı, Ahrar, Hürriyet ve İtilaf ile cumhuriyetin ilanı sonrası Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası adlarıyla partileşti. İşte 1946`da kurulan Demokrat Parti bu İkinci Gruptan nüvelenmiştir. Terakkiperver Cumhuriyet ve Serbest Cumhuriyet Fırkaları, henüz cumhuriyet devrimlerinin tam oturmadığı aşamalarda ortaya çıktıkları için, demokratik hayatın birer parçası olamadılar ve tarihin derinliklerindeki yerlerini alırlar. Demokrat Parti?nin iktidara gelmesiyle birlikte, Türkiye takip ettiği politikalarda köklü ve radikal sayılabilecek değişikliklere gidiyordu. Bu tarihte, Tanzimat fermanının ilan edildiği 1839 yılından itibaren ?kültürel batıcılaşma? çizgisini takip eden Türkiye, bu politikasını 1950 tarihinden itibaren ?siyasal batıcılaşma? çizgisine çeviriyordu. 1950 Tarihi, aynı zamanda, ekonomi alanında  ?devletçilikten? ?liberalizme?, Fransa türü radikal laiklikten, dini toplumsal alandan dışlamayan  ?Anglo-Sakson? tipi laikliğe, sosyolojik felsefede ?pozitivizmden sezgiciliğe? geçildiği tarih olarak anılabilir. Türkiye, Demokrat Partisi iktidarı döneminde Batı dünyasına tamamen entegre olmak için radikal adımlar atmış, ?tek parti yönetimi? döneminde takip edilen göreceli ?anti-emperyalist?, ?ulusal bağımsızlıkçı? politikalar tamamen terk edilerek, Sovyetler Birliği?ne karşı ABD?nin ?ileri karakolu? haline getirilmiş, Ortadoğu?daki ABD politikalarını  ?kayıtsız-şartsız? uygulayan bir ülke konumuna dönüştürülmüştür Kore?ye asker gönderilmesini müteakiben, 18 Şubat 1952 tarihinde imzalanan anlaşma ile NATO?ya resmen üye olunur. 10 Mart 1954 tarihinde imza edilen ?6375? sayılı kanun ile onaylanan sözleşmeyle, bugün ülkemizde halihazırda bulunan ABD üslerinin kanuni altyapısı oluşturulur. 1953-1960 Yılları arasında Demokrat Partisi iktidarı döneminde, ABD ile Türkiye arasında 54 ikili anlaşma imza edilmiştir. Bu dönemde, ?her açıdan Batı ile bütünleşerek mevcut sorunların aşılabileceği? anlayışı DP iktidarına egemen olan anlayıştı. Türkiye?nin ?çok partili demokratik sisteme? geçişi, halkın talepleri doğrultusunda olmayıp daha çok dış konjonktürün zorlamasıyla( büyük oranda ABD?nin dayatmaları doğrultusunda) olduğundan, tek parti döneminde hakim zihniyet olan ?kendi görüşlerini ve fikirlerini paylaşmayanlara hoşgörüsüzlük? mentalitesi, Demokrat Parti döneminde de (muhalefette bulundukları 1945-1950 arasında ?kayıtsız-şartsız? demokrasi anlayışlarını savunsalar da) devam etmiştir. Nitekim Demokrat Parti, on yıllık iktidarları döneminde kendilerine oy veren kitleleri ödüllendirirken, oy vermeyenleri cezalandırmış, bazı partiler kapatılmış, basına, üniversitelere,  bürokrasiye yönelen otoriter politikalar uygulanmıştır. Örneğin, kendilerine seçimlerde oy vermeyen Kırşehir ili ilçe yapılmış, Malatya ili iki parçaya ayrılarak, ?Malatya-Adıyaman? şeklinde bölünmüştür. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Demokrat Parti?nin Türk siyasal yaşamına getirdiği en büyük yenilik, ?geleneksel çevre ile iktidar şeçkinleri ve Batıcılar arasında? bir denge kurması, geleneksel çevreler, özellikle eşraf ile yerel önderleri iktidara taşımasıdır. Modernleşme ve demokrasinin kuruculuğunu Batı?da burjuva sınıfı yaparken, bizde Batıcılaşma ile birlikte demokrasi ve aydınlanma rollerini de ?halka rağmen halk adına? bürokrasi üstlenmiştir. Demokrat Parti?nin üst düzey yöneticilerinin yaşam tarzları ve aldıkları eğitim ?batı tipi? olduğu halde(bu anlamda CHP yöneticilerinden hiçbir farkları yoktu), İslamiyet?e ve halkın değerlerine yaklaşımları  daha pozitif ve olumluydu. Bunda, benimsedikleri ?Anglo-Sakson? tipi laiklik anlayışı yanında (onlara göre ABD toplumu ve devleti dinsel inanışlara saygılı bir toplumdu. Yeminlerini bile kutsal kitapları İncil üzerine el basarak yapıyorlardı) halk kitlelerinin oylarını alma isteği ve hesabı da şüphesiz birincil derecede etkindi. Demokrat Parti?nin bu konudaki politikası; ?laiklik değerlerini göz ardı etmeden dini değerler noktasında halkı serbest bırakmaktı?. Demokrat Partisi yöneticileri, halkın dini değerler noktasında ?aşırı uçlara!!!!? savrulmasını da önlemeye çalışıyorlardı. Nitekim, 1948 yılında aralarında Fevzi Çakmak, Osman Bölükbaşı gibi zamanın ileri gelenpolitik figürlerinin de  bulunduğu ve inanç değerleri konusunda Demokrat Parti?ye göre daha radikal politikaları savunan ve hayata geçirmeye çalışan Millet Partisi, ?laikliğe aykırı politikalar üretiyor? gerekçesiyle 1954 yılında kapatılmıştı Bu dönemin düşünürleri; ?Batıcılaşmanın Türk toplumu için vazgeçilmez bir yönelim olduğunu, tutan ve tutmayan devrimler olduğunu, Batıcılaşmanın yetersiz, eksik ve yanlış yöntemlere dayalı olarak yürütülmesinden dolayı toplumda reaksiyonlarla karşılaştığını, ortaya çıkan bu toplumsal tepkiyi azaltmanın ve kesin Batıcılaşmanın yolunun ?Marksist, materyalist ve pozitivist? Batı anlayışının terk edilerek, dine ve maneviyata önem veren mistik eğilimli Batı anlayışının ülkemizde uygulanması olduğunu? öne sürmekteydiler.              Demokrat Parti, toplumsal taban olarak küçük ve büyük toprak sahiplerine, Anadolu?daki küçük  ve orta ölçekli tüccarlara, serbest meslek sahiplerine,  büyük kentlerdeki komprador burjuvaziye; Cumhuriyet Halk  Partisi ise daha çok milli burjuvaziye, üst sivil ve asker bürokrasiye, memur kesimlere(örneğin öğretmenlere), yargı ve üniversite mensuplarına dayanmaktaydı. Dönemin egemen felsefe ekolleri ise, ?sezgicilik?, ?spirtualizm(ruhculuk)?, ?mistisizm?, ?muhafazakarlık?, ?Türk-İslam sentezciliği?, ?milliyetçilik? ve ?Mc-Carthy?ci bir sol karşıtlığı anlayışı? olarak özetlenebilir. Demokrat Parti yönetimi dönemi, kırsal kesimde yaşayanlar ve bilhassa çiftçilikle uğraşan insanlar için altın bir dönem olmuş, ABD?den sağlanan ?Marshall Yardımları? büyük oranlarda bu kesimlere aktarılarak, defa köylünün traktörle ve zirai ekipmanlarla tanışması sağlanmış ve bu alanda önemli ilerlemeler kat edilmiştir. Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen, bu dönemde sınıfsal eşitsizliklerin ve gelir dağılımı dengesizliğinin daha da arttığı bir ?tüketim toplumu? yaratılmıştır. DP?nin ekonomideki amaçları; ?küçük Amerika? ve ?her mahallede bir milyoner yaratma? sloganlarıyla simgelenmişti. <> ( Fikret Başkaya, Pradigmanın İflası-Resmi İdeolojinin Eleştirisine Giriş, İstanbul, Doz Yayınları, 1991, s.174)  Fakat, özellikle ekonomi alanında görülen bu ilerlemeler, 1950?li yılların ortalarından itibaren hızlı bir şekilde yerini bu alanda görülen hızlı kötüleşmelere bırakır: Ekonomide yaşanan darboğaz ve siyasi çalkantılar nedeniyle DP, seçimleri bir yıl öne almak zorunda kalır. 27 Ekim 1957 günü yapılan seçim kampanyası oldukça sert geçer. Gerçekleştirilen seçimler iktidarı zayıflatır, muhalefetin elini güçlendirir. Seçimlere muhalefetin bir blok halinde girmesini engelleyen DP, yine de ciddi oranda oy kaybına uğramaktan kurtulamaz. Sonuçlara göre: DP % 47.9 oyla 424 milletvekili çıkarmayı başarır. Bu milletvekili sayısında çoğunluk sisteminin etkisi büyüktür. Muhalefetteki CHP ise, oyların % 41.1`ini alarak 178 milletvekiliçıkarır. Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Hürriyet Partisi, dörder milletvekilliği alırlar. Rivayete göre Adnan Menderes, dakika dakika değişen seçim sonuçları nedeniyle bir ara "Allah`ım bir daha bana böyle bir seçim gecesi yaşatma" demiştir. 1950 ve 1954 seçimlerinden sonra ilk defa muhalefetin oyu iktidarın üzerine çıkar. Muhalefete göre DP artık azınlığın iktidarıydı. Seçimler sonrasında da gerginlikler sürer. TBMM, Kasım ayında açılır. Celâl Bayar,  oylamada 413 oy alarak üçüncü defa cumhurbaşkanlığına seçilir. Adnan Menderes beşinci hükümetini kurar ve güvenoyu alır. 1957 seçimlerinden sonra siyasi ortamdaki sertlik ve gerginleşmeler günden güne daha da artmaya başlar. 1958 yılında dış ödemeler dengesinde ortaya çıkan dengesizlikler, alınan dış borçları ödenemez hale getirmişti. Türkiye`nin borçlandığı ülkeler arasında kurulan bir konsorsiyum ile varılan mutabakat çerçevesinde, 4 Ağustos 1958`de ekonomik istikrar tedbirleri yürürlüğe girer. Yapılan devalüasyon ile Türk Lirası`nın değeri yeniden belirlenir. Doların fiyatı 2.80 liradan 9.02 liraya çıkar. Bu tedbir dış ödeme dengesini biraz olsun sağlar ise de, yaşanan ekonomik durgunluk, zamları, işsizliği ve iflasları da beraberinde getirir. Bu kargaşa ortamı içerisinde 1960 yılına doğru ilerlenirken, 31 Temmuz 1959?ta günümüzde ?tam üyelik? statüsü kazanmak için çabaladığımız Avrupa Ekonomik Topluluğu`na (sonradan "Avrupa Birliği" adını alan uluslararası örgüt) üye olmak için başvuru yapılır. II. Dünya Savaşı?nın hemen ertesinde ortaya çıkan ?iki kutuplu? yeni dünya düzeninde, DP önderliğindeki Türkiye,  ABD önderliğindeki Batı bloğuna ?entegre? olmaya çalışarak sorunlarına çözümler üretmeye çalışır. Oluşan iki kutuplu dünyada Türkiye, Sovyetler Birliği?nin liderliğini yaptığı bloğa kesinlikle dahil olamazdı. Çünkü, bu ülke Çarlık Rusya?sının takip ettiği ?yayılmacı? politikaları harfiyen devam ettiriyordu. Rusya, ülkemizin ?tarihsel? hasımlarından birisiydi. O kadar ki; halk arasında ?Ayıdan post, Rus?dan dost olmaz? sözü, bir darbımesel haline gelmişti!!!! Ayrıca, çok eleştirilen bazı DP politikaları, aslında mantıklı gerçekleştirilmiş uygulamalardı. Örneğin, ?Kore?ye asker gönderilmesi? olayı, muhalefet tarafından çok eleştirilmesine rağmen, gayet mantıklı bir uygulamaydı. Çünkü, II. Dünya savaşı sonrasında durmadan artan Sovyet yayılmacılığına karşı, Türkiye?nin NATO organizasyonu  altında bir koruma şemsiyesine ihtiyacı vardı. Fakat, DP politikalarının en çok eleştirilecek yönü; ülkemizin, uygulanan politikalarla Batı?ya çok bağımlı hale getirilmesi( hatta  Batı?nın açık pazarı haline getirilmesi) , halkımız arasında ?American way of Life?ın(Amerikan tarzı yaşam biçiminin)? yerleştirilmesi ve körü körüne bir Amerikan hayranlığının yerleştirilmesi olmuştur. Sonuç olarak, Demokrat Parti ile CHP arasında 1950 ile 1960 yılları arasında ortaya çıkan tartışmalar ve kavgalar, ekonomik, toplumsal ve sınıfsal temellere dayanmayan çatışmalar olarak ortaya çıktığı için, rejimle ilgili bir nitelik taşımak yerine, ?egemen güçler arasında ortaya çıkan iktidar mücadelesi? olarak okunabilir. Bu dönemde, demokrasi mücadelesi üst yapıda, aydınlar arasında özellikle iktidar paylaşımı konusunda gündeme gelmiş ve geniş kitlelere yansımamış, kitleler tarafından sahiplenilmemiştir. Şaşırtıcı bir şekilde, sanılanın aksine her iki parti arasında köklü bir dünya görüşü, felsefe ve ekonomik sistem anlayışı farkı olmayıp, sadece nüanslara dayanan farklılaşmaların olduğu kolayca fark edilebilecektir.!!!! Not: Yazılarımızın başlıklarında ve içeriklerinde, olanaklar elverdiği ölçüde, yabancı kökenli sözcükler kullanmayı sevmememize ve tercih etmememize rağmen, bu yazımızın başlığında ?versus? kelimesini kullandık. ?Versus? kelimesi, Latince kökenli bir sözcük olup ?karşı? anlamına gelmektedir. Örneğin, futbol maçlarında ?Fenerbahçe versus Galatasaray? deyimi kullanılmaktadır yabancı ülkelerde. Bu Sözcük, 1950?li yıllarda Demokrat Partisi ile CHP arasında ortaya çıkan rakabeti çok güzel tanımladığı için bu sözcüğü kullanmakta bir beis görmedik.

Anahtar Kelimeler: 0