30 AĞUSTOS DERKEN

30 AĞUSTOS DERKEN

Yaşıyor mu bilmiyorum, Maksut Karadeniz. Sosyal Bilgiler Dersi öğretmenimiz. İnkilap Tarihi derslerimizde, tarihi olayları sebep sonuç ilişkisi üzerinden ele alır, bizlere de öyle öğretirdi.

Aklımda öyle kaldı; Milli Mücadele’nin meşruiyetini sağlamak amacıyla kongreler toplandı, Temsil Heyeti ile Meclis’in temelleri atıldı, Meclis ile de Milli Mücadele’nin, yani Kurtuluş Savaş’ı ordusunun komuta merkezi oluşturuldu. Elbette ondan önce Kuvayi Milliye, sonra da onları birleştiren Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu.

Sonuç?

Her halükarda milli haklarımızın ve topraklarımızın müdafaası adına girdiğimiz savaşın iç ve dış dünyada haklılığını ispat ettiğimiz gibi, iki meydan muharebesini de kazandık. Dolayısıyla uluslararası hukuk çerçevesinde milli menfaatlerimiz ve toprak haklarımızın tesciline uğraştık.

Savaş, son çare.
Yani kozları bölüşme süreci.

Bizimkine canımız pahasına geleceğimizi kurtarmak çabası da denebilir. Çünkü, ortada güçsüzlüğümüzü fırsat bilip, türlü gerekçelerle kılıfına uydurulmuş işgal var. Üstelik, dedikleri yapılmadığı zaman işin ölümlere kadar götürüldüğü bir işgal.

Yüzlerce yılın hıncıyla olsa gerek, üç tane de devlet kurma girişimi söz konusu. Devlet vaadedilen milletlerin kışkırtıldığı bir ortamda, zaten cephe cephe can dağıtan millet perde perişan olmuş, akıllarında kurtulma umudunun zerresi bile kalmamış denebilir. Buna karşın, bütün verileri hesaba katıp, var olma ihtimalinin yok olma ihtimalinden daha çok olduğuna inanan insanların kafa kafaya vermeleri, yapılanlar karşısında derinden öfkelenmiş milleti de umutlu eylemiştir.

Maksut hocamız ikide bir sorardı; Mondros Mütarekesi maddeleri içerisinde işgallere gerekçe gösterilen madde hangisidir? Mustafa Kemal ve arkadaşları, son Meclisi Mebusan’ın İstanbul’da toplanmasına neden itiraz etmediler? Gümrü Antlaşması’nın önemi ve Kurtuluş Savaşı’na etki eden sonuçları nelerdir?

Cevapların hemen hepsi üniversite sınavında karşımıza çıkan bilgilerdi. Hele şu Mondros Mütarekesi’nin işgallere gerekçe gösterilen “İtilaf Devletleri, güvenlikleri açısından tehlikeli gördükleri yerleri işgal hakkına sahiptir” ifadesinin yer aldığı ikinci maddeyi adımız gibi bilmemizin sebebi de buydu zaten.

Kurtuluş Savaşı’na önderlik eden çekirdek kastını Meclisin İstanbul’da toplanmasına itiraz ermeyişlerinin sebebi ilk zamanlar tuhafıma giderdi. İngilizlerin başını çektiği işgalci kuvvetler özellikle, Felahı Vatan Grubu’nun kabulünü istediği “Misak-ı Milli” adıyla bildiğimiz kararları aldırmayacak, böylece Osmanlı İmparatorluğu tebaasının bu meclise güvenini son darbesini alacak, böylece de Milletin umudu ve desteği yeni oluşumdan yana olacaktı. Yani, Kurtuluş Savaşı’nın Anadolu’nun güvenli bir yerinde oluşturacak merkezden yönetilmesine Millet ikna edilmiş olunacaktı.

Gümrü Antlaşmasına dair hocamızın üzerine basa basa yinelediği, sonradan karşımıza çıkan soru veya metinlerdeki bilgi ise şuydu; bu antlaşma Türkiye Büyük Meclisi’nin, dolayısıyla yeni devletin muhatap alındığı ve galip olarak taraf olduğu ilk antlaşmaydı. Sonuçlarının içinde bu bilgi de olamakla birlikte, asıl Kurtuluş Savaşı’nın Batı Cephesi’yle ilgili olanlar önemliydi. Bir defa Doğu sınırlarımızın güvenliği sağlanmış, diğer yandan diri kuvvetler silahlarıyla birlikte Batı Cephesi komutanlıklarının emrine verilmiştir.

Meydan Muharebelerine hazırlanırken izlenen yöntemlerin inceliklerine dair ilk bilgileri de Maksut hocamızdan öğrenmiştik. Duygusallıktan uzak, savaşın stratejisini de içine alan ve sınavlarda çıkması muhtemel soruların da beslediği bakış açısıyla anlatıyordu konuyu.

Gerek Sakarya ve Gerekse Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin hazırlıkları yapılırken, önceliğin güç toplamak, cepheleri tesis etmek ve moral değerleri yükseltmek asına zaman kazanmaya verildiğini, sonraları süngü savaşına kadar inmesi muhtemel savaşı kazanma taktikleri üzerinde durulduğunu öğrenmiştik.

En önemlisi de, bütün bu olup bitenleri, bedeli ağır olsa da, düşmana sızdırılacağı endişesiyle yer yer meclisten bile saklandığı bilgisiydi. Hatta, yeterli güç toplandığı halde, güçsüz ve kaybedebilirlik noktasında olduğumuza dair ufak ufak asparagas haberler de verilirmiş sağa sola.

Günü gelip çattığında, Meclisin bütün yetkilerini, yine Meclisin rızası ile alan Mustafa Kemal’in, Ankara’da çay partileri düzenliyor olduğu dedikodularını yayıp, bir gece cepheye hücum emrini vermek üzere gittiği bilgisini ta o zaman ayrıntıları ile dinlemiştik.

Yarılan cephelerinden can havliyle kaçan Yunan askerleri takip eden askerlerimizin üstbaşlarının perişanlığına, yarı aç yarı tokluklarına, yorgun ve uykusuzluklarına rağmen hüzünlü heyecanlarına tanık oluşumuz da o zamandan kalma anılardı bizler için.   Mehmetçiğin aman vermez takibi, Yunan askeri yetkililerinin esir alınışı, şehit ve yaralıların helalleşme çabaları, cephelerdeki boğaz boğaza dövüşün sebep olduğu acıklı durumların izdüşümleri de o günlerden kalma bilgi renkleriydiler.

İzmir’e giriş ve şehrin çığlığı misali göklere doğru çırpınan alevlerin oluşturduğu görüntünün insanın insanlığını iptal eden ender görüntülerden olduğu fikri de çocuk yaşımın edinimlerindendi.

Bu gün 30 Ağustos.
101 yıl önce bu gün, yok oldu sanılan Türk Milleti çetin bir meydan muharebesinden binlerce şehitle galip çıktı.

Yani, Mehmetçik bu toprakların tapusunu kanıyla tescilledi.

İnanmış olarak.

Başlarında, onların ferasetinden adı gibi emin olan Gazi Mustafa Kemal.

Milletimizin naçizane bir fersi hepsine minnet duyuyorum.

Hepsine.

Abbas Turan
29.08.2023, Ankara



Anahtar Kelimeler: AĞUSTOS DERKEN