ÇÖZÜM SÜRECİNDE TERÖRÜN SERENCAMI...

ÇÖZÜM SÜRECİNDE TERÖRÜN SERENCAMI...

ÇÖZÜM SÜRECİNDE TERÖRÜN SERENCAMI...

Akil adamların Sivas`a gelmelerinin akabinde ve çözüm tartışmalarının hararetle devam ettiği bir süreçten geçmekteyiz. Çözüm taraftarı olmakla birlikte bu çözüm sürecinde değişik görüşler serd edilmektedir. Çözüm süreci öyle böyle başladı ve devam etmektedir.Girilen bu yoldan hiç bir şey olmadan dönmenin mümkün olmadığı düşünülürse, bu süreçte artık karşı durmaktan ziyade çözümün içeriği, yönü ve yanlışlarını belirtmek daha yararlı olacaktır. Otuz yıldır gündemimizi işgal eden maddi-manevi her yönden ülkemize zararı olan bu terör faaliyetini sona erdirmek adına bugüne kadar pek çok şey yapılmıştır. Bu süreç yeni bir durumu işaret etmektedir. Bu süreçte çözümün imkanının sorgulanması bağlamında bu terör örgütü hakkında bir değerlendirmenin yararlı olacağı kanaatindeyim. Bu sorunun tarihi süreçte oluşturulan politikaların devamı olduğu ve onun anlaşılması ile anlaşılacağı aşikardır.

Bugün bu sorunla birlikte sorunlar yumağı olan Güneybatı Asya/ Ortadoğu`nun Büyük devletlerin ilgi alanına girmesiyle birlikte, başta gayrimüslimler olmak üzere Türk olmayan unsurlar üzerinden bir politika takip edilmiştir. Özellikle Fransa`nın 18.asrın sonlarında Lübnan`da başladığı faaliyetler Lübnan ve çevresinde bir çok mezhepsel, etnik vb. oluşumların ortaya çıkmasına, eskilerinde ayrılık, farklılık türküleri tutturmalarına sebep olmuştur. İlk olarak ortadan kaldırılması gereken Osmanlı Devleti`ne son verdirdikten sonra bu faaliyetler uzun süre sonra Türkiye Cumhuriyetinin kontrol altında tutulması adına başlatılmıştır. 1960`larda oluşan göreceli özgürlük ortamında neşet eden Kürt Hareketleri bu dış etkenlerden çok etkilenmemekle birlikte 1970`lerin sonunda temeli atılan PKK bu etkenlerden aşırı şekilde etkilenmiştir. PKK ilk iş olarak Rızgari, Ala Rızgari gibi örgütleri ortadan kaldırmakla işe başlamıştır. Bu vb. özellikleri PKK`nın devletin bazı kurumlarınca ortaya çıkarıldığı inancını hakim kılmıştır.  O dönemlerde MİT`in yapısı da bu tezlere temel teşkil etmiştir. Türkiye`nin derin yapılarının NATO ekseninde teşkilatlandığı malumun ilanı olacaktır. Büyük devletler ve içerideki güçler birlikte bir operasyona imza atmışlardır denilebilir. Yönetim çekirdeğinde bulunan Ankara Grubunun çoğunluğunun Kürt olmaması, Derin yapılarla bağlantısı, bugün Ergenekonvari oluşumların ortaya çıkarılması ile daha iyi anlaşılan derin yapıların zihni ve eylemsel duruşuyla örtüşmektedir. Darbe döneminde bilinçli olarak büyütülen bu örgüt 1984 yılında devlete karşı ilk eylemini yapacaktır. Özellikle bu bağlamda Diyarbakır Cezaevindeki işkencelerin içeriği  bu noktada etkili unsurlardandır. Tabii ki bu işkenceler sadece Kürt asıllı Türk Vatandaşlarına yapılmayacaktır. Diğer unsurları da kapsayacaktır. Nitekim Türk Milliyetçiliğinin bayraklaşmış isimlerinden merhum Muhsin Yazıcıoğlu`nun gördüğü işkenceler sadece bir örnektir.  Bu cenahta böyle bir hareket olmamasına karşın bu işkenceler, Türklerin asli unsur olarak görüldüğü bir algı, Cumhuriyetin kuruluşundan beri oluşan alınganlık psikolojisi ve onun ürünü azınlık duygusu ile birlikte temel sebep olan Ulus Devlette kültürel özelliklerin yok sayılması bu işkencelerin PKK`ya deste nevinden ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 1984`ten itibaren hayatımıza giren bir olgu olarak PKK`yı bu yüzden, tamamıyla sadece iç sebeplere ve ya dış sebeplere bağlamak yanlış olsa gerektir. Nasrettin Hoca`nın fıkrasından alıntı ile hırsızında Hoca`nın da suçu olduğunu belirtmek gerekir. Azınlık kavramı ve Kürtler yazımda bu konulara tafsilatlı olarak değindiğimden uzatmayacağım.

Tarih boyunca Ortadoğu`nun bu kadim halkı, Farisi, Arap ve Türk unsurlar tarafından bulundukları bölgenin ehemmiyetine binaen etnik açıdan kendilerine bağlanmak istenmiştir. Şu anda böyle bir terör faaliyetine konu olmaların da bölgesel ehemmiyetlerinin payı büyüktür. Bugünlerde ortaya çıkan çözüm çalışmalarında bu ehemmiyetin engellerden biri olacağı aşikardır. Bölgenin en sıkıntılı ve belirsiz dönemlerini yaşadığı bölgede kılıçların çekildiği bir dönemde Büyük devletlerin yanı sıra, bölge devletlerin de desteğiyle varlığını sürdürmüş olan bu örgütün kendi inisiyatifiyle çözüme evet diyebileceği ya da evet dese de rahat bırakılıp bırakılmayacağı tartışmalıdır. İçinde bir çok devletin istihbarat elemanlarını ve ya o istihbarı kuruluşların etkisindeki elemanların yer aldığı bu örgütün her an geçmişte de olduğu gibi çözümü baltalamaya çalışmayacağı düşünülemez. Nitekim Şemdinli`deki Karakol Baskını bunun göstergesidir. Son dönemde iyice artan bir şekilde dış " Yedi Kocalı Hürmüz" gibi bir çok devletten yardım alan, bu yardımların devamı ve ayakta kalma adına onların istekleri doğrultusunda eylemlerde bulunan bu örgütün salt bir merkezden verilecek karara uyması beklenemez. Nitekim yapılan eylemlerin bazı birimlerin marifeti olarak sunulması, bazılarınca sahiplenilmemesi taktik icabı olmasının yanı sıra farklı devletlerin etkisinde olan yönetici ve grupların olmasının da etkisi vardır. Bu sebeple bu çözümün olması için etkili olan bu devletlerin çoğunun çözüm yönünde reylerini belirtmeleri gerekir.  En azından zoraki de olsa razı olmaları gerekir.

Bu durumun gerçekleşmemesi halinde yapılacak çalışma örgüt yöneticilerini iknadır ki o da çok kolay olmayacaktır.  Çoğu bugün ikinci gençlik dönemlerinin sonunda, ömrünü dağlarda geçirmiş, hayat felsefesini ya da çıkarlarını bu doğrultu da ikame etmiş olan bu yöneticiler insanoğlunun en büyük zaaflarından olan iktidarı bırakabilecekler midir acaba. Yaşları itibari ile tam da güçlerini kaybetmenin tehlike çanlarını duymaya başladıkları sırada bu gücü kaybetmeye yanaşmayacaklardır. Uzunca bir süredir faaliyet gösterdiğinden mütevellit, bir yaşam ve düşünüş şekli oluşturan, Türkçe de olsa bir jargon meydana getiren, bu özellikleriyle birlikte alışkanlıklar edindirmiş bu örgütün, dava ya da başka dava dışı düşüncelerle olsun,  kalıplarını oluşturmuş yöneticilerini ikna çok kolay olmayacaktır. Bu yönetici kesim bu iktidarlarının çeşitli şekillerde devamını sağlamaya çalışacaklar ve bu konuda direneceklerdir. Bugün Abdullah ÖCALAN`da da gördüğümüz ben merkezli tutum onlar dada vardır. Çözüm isteseler de, halkım deseler de içlerindeki ses onları hep bene çağıracaktır. Yıllardır bu işin yükünü taşıyoruz, bu sıkıntılardan sonra belli bir kazanımımız olmayacak mı, iyi bir hayatı hak etmedik mi, gibi sorular akıllarında belirecektir. Nitekim KCK yapılanması da bu yöneticilerin ileride kendi iktidarlarını devam ettirmek isteyen bu kişilerin isteklerinin de etkili olduğu bir oluşumdur. Bu bağlamda ya bu kişilerin talepleri yerel yönetim veya özerklik aracılığıyla sağlanacaktır, ya da alternatif çözümler üretilecektir. Birinci şıkkın halihazırdaki durum itibariyle gerçekleşmesi mümkün gözükmüyor. Fakat daha önce de çözüm aşamalarında dile getirilen yöneticilerin Avrupa`da bir ülkeye götürülmeleri düşüncesi daha yerinde olacaktır. Onların gizli hesaplarında bulunan paralar oralarda yaşamalarını yetecektir sanırım. Devlet gerekirse gerekli yardımları da yapabilmelidir. Pek istenilen bir durum olmasa da her yönden zarar veren bu örgütün kaldırılması adına yapılabilir. Kızılcık şerbeti içilebilir. Fakat buna ikna edilmeleri pek kolay olmayacaktır. Atalar sözünde "ölümü gösterip sıtmaya ikna etmek" olarak adlandırılan söz doğrultusunda devletin terörle mücadelede son aylarda artan başarıları ve bu yöndeki kararlılık belirtilerek zorlanabilirler. Nitekim örgütün halihazırdaki durumu iç açıcı değildir. Suriye`deki gelişmeler önünü az da olsa açmıştır.

Nihayetinde örgüt yöneticileri dış güçlerin değirmeninden kurtarılmalı, çeşitli argümanlarla ikna edilmelidirler. Dış güçlerin destekleri ilgili kuruluşlarca engellenmeye ya da azaltılmaya çalışılmalıdır. Güçlü bir Türkiye olarak ABD gibi olmasa da terör konusunda dış politikada etkin olunmalı terörün kaynakları kurutulmalıdır. Bu süreçte duyarlılıklar dikkate alınmalı, zaten karışık bir durumda olan coğrafyamızda sıkıntılı bir duruma kapı açılmamalıdır.



Anahtar Kelimeler: 0